ŞEYTANIN ADAMLARI...6...

Özgür DENİZ - 02.10.2011

                Şeytan ve adamlarının devleti; istemez, sipariş eder ve alır. Bunların devleti, ahlaksızlık ve adaletsizlik üzerinde yükselir. Kan ve kaosla hayat bulur. Cehaletle, varlığını idame ettirir. Şeytan ve adamlarının devleti, eğitimden de pek hoşlanmaz. Çünkü eğitilen nesiller, şeytanın ve adamlarının çarkına çomak sokarlar. Hilelerini fark ederler. Eğitilen nesiller Allah’a yönelirler, vatana yönelirler, kimliklerinin bilincinde olurlar. Tabi saf, özgün, yerli ve gerçek eğitimden geçmişlerse. Kitabi eğitimden geçmişlerse. Fıtratları minvalinde eğitilmişlerse. Şeytan ve adamları, insanların fazla düşünmelerinden hiç hazzetmezler. Özellikle, insanların manevi sahada düşünmeleri, şeytan ve adamlarını çıldırtır. İnsanların, düşüncelerini, hep maddi sahaya yöneltmelerini isterler. Bu yüzden, şeytan ve adamları, açıktan (savaşla) ya da gizliden (mutemet adamları aracılığıyla) işgal ettikleri ülkeleri; eğlenceyle, medyayla, televizyon programlarıyla, şov adı altında ki maskaralıklarla, lunaparklarla, uyuşturucuyla, içkiyle, kumarla ve muhtelif maddi aktivitelerle doldurmaya çalışır. O ülkeleri adeta ruhsuzlaştırır. Nesillerin idealizmini yok etmek için sonsuz gayret gösterir. Değerlerine ve ülkesine sadakatli insanları, kendi toplumuna lanetletir, onlara yaftalar yapıştırır. Düşünceyi adeta yok eder. Düşüneni zincire vurdurtur. Yoksa kolayca at oynatamayacağını bilir. İnsanların zihnini, sürekli, maddi ve fani şeylerle meşgul eder. Çünkü insan bir şeylere yoğunlaşmazsa, bir şeylerle meşgul olmazsa düşünceye yelken açar ve düşünmek tehlikelidir.

 

                Evet, kesinlikle bilmeliyiz ki; bizlerin hayatını, arka perdeden yönlendiren birileri vardır, daima da olagelmiştir. Ve bizler her şeyin normal seyrinde olduğunu sanıyoruz. Oysa aldanıyoruz. Başımızın belada olduğunun farkında değiliz, hiçte farkında olmadık ne yazık ki. Olan biten her şeyi normal karşılattılar bize. Kasti olarak kitaptan uzak tuttular bizi ve tutuyorlar, tarihimizi bilerek tahrif ettiler, dinimizi bize öcü olarak gösterdiler, şeytana tam itaat içinde olanları rol model olarak sundular, modern yaşam tarzını ilericilik olarak dayattılar ve içkiyi, kumarı, faizi, fuhuşu, çırılçıplaklığı bu yaşam tarzının olmazsa olmazları olarak sundular. Ve bizler bu yönlü yaşamı çok kolay olarak tolere ettik; gerçekte, dayatıldığının farkına varamadık. Oysa bu yaşam tarzı, şeytanın ebedi yaşaması adına bir tuzaktı. Ama akledemedik! Ve bizler bu yaşam tarzından kurtulmadıkça, şeytanın köleleri olarak yaşamaya devam edeceğiz.

 

                Ekranların büyüsünden kurtulmadıkça; kitaba yönelmedikçe; düşünceye yelken açmadıkça; basını doğru şekilde takip etmedikçe; bize düşman olarak belletilenlere kota koyup, bize kendini dost olarak gösterenlerin peşlerine takıldıkça ve onları izledikçe; dine ve kimliğe bilinçsizce düşman oldukça; ecdadımızı tanımadan, bilmeden, anlamadan ve yaptıklarını idrak etmeden reddettikçe; tarihimizi tahkik ve tahlil etmeden bütüncül olarak yargıladıkça ve bize dayatılan tarihi sorgulamadan kabul ettikçe; Batı’yı hep yüceltip, kendimizi sürekli alçalttıkça, hep yanılmaya ve yangınlarda kalmaya mahkûmuz. Ve maalesef bugün içinde bulunduğumuz durum bundan başka şey değildir. Hiç inkâra lüzum yok.

 

                Bugün milyonlarca gencimiz, ekranlara kilitlenmiş durumdadırlar. Ve bu arada yüce duygularının yok olup gitmesine de fırsat vermiş olmaktadırlar. Kendilerini diri diri öldürenlerin reytingleri uğruna zamanlarını katletmektedirler. Sonra da tutup en önemli şeyler için zamanlarının olmadığını söylemektedirler. Maalesef idealist bir gençlikten mahrumuz. Bir davaya kendini adamış gençlikten mahrumuz. Soran, sorgulayan, tahkik ve tahlil edebilen bir gençlikten mahrumuz. Kendi kafasıyla düşünen bir gençlikten mahrumuz. Vatanına ve değerlerine bilinçli olarak sadık olan bir gençlikten mahrumuz. Ekranlar, sanki ilahi bir buyrukmuş gibi sorgusuz sualsiz tabi olunmaktadır. Sonra da o ekranlardan öğrenilenler hayata yansıtılmaktadır. Hayat tarzımızı ekranlar belirlemektedir. Giyimimizi, yiyimimizi, dostluklarımızı, ailevi ve toplumsal ilişkilerimizi, dine ve vatana karşı duygularımızı tamamen ekranlar belirlemektedir ne yazık ki.

 

                Şeytan ve adamları, ekranları çok ustaca kullanmaktadırlar. Ekranlar sayesinde başkanlar, başbakanlar, papalar, iş adamları, sözde büyük sanatçılar yaratıyorlar ya da yok ediyorlar. Ekranlar adeta şeytani bir güç, lanet olası bir zıplama tahtası. İnsanları esir eden bir iksir, insanları tedricen yok eden bir zehir. Ama yine de bu ekranlara, bu devasa ayrıcalığı ve muazzam imkânı sunan biziz. Biz olmasak bir hiç olacak olan ekranları, kendi ellerimizle hep yapıyoruz. Dolayısıyla başımıza gelenlerin de tek sorumlusu kendimiz oluyoruz. Yani kendi ellerimizle işlediklerimiz yüzündendir bunca çektiğimiz acılar, sancılar, zilletler, sefaletler, esaretler. Sonra da durup düşünüyoruz ahmakça ve soruyoruz: Hayat niye böyle diye. Kimseyi suçlayabilecek durumda değiliz maalesef. Bütün suç kendimizdedir.

 

                Şeytan ve adamlarının peşinden gidenler, cezalandırılırlarken diyecekler: bizi şeytan aldattı, oysa biz kendi halinde insanlardık. Ve şeytan diyecek: ben sizi zorla mı günaha soktum, oysa siz kendinizde istiyordunuz ve çağırınca geldiniz. Evet dostlar, şeytan bile günahsız aslında (!). Hayır yani, aklımız var, vicdanımız var, hakikatler var, kitap var, Önder (sav) var. Öndere (sav), kitaba, yüce hakikate, vicdanımıza ve aklımıza uymayacağız, gidip şeytana uyacağız bilerek ve isteyerek, sonra da şeytan suçlu olacak. Vay be, bu uyanıklık değil de nedir Allah aşkına? Ama anlamsız ve çaresi olmayacak bir uyanıklık maalesef. Bütün bir ömrümüze yazık ediyoruz. Anlamak istemiyoruz. Gerçeği yaşamak zor geliyor.

 

                Şeytan ve adamları imansızdır ve onların ekranları da kesinlikle imansızdır. Bu saf gerçeği bilmek, anlamak ve idrak etmek zorundayız. Şeytan ve adamları nasıl insanın ve insanlığın ve hakikatin düşmanlarıysa, bunların ekranları da insanın ve insanlığın ve hakikatin düşmanıdır. Aldırma gönül, geç git diyemeyiz, böyle bir lüksümüz yoktur. Aldırmak zorunda kalmadan, aldırmak zorundayız. Çaresizlik baş göstermeden, başımızın çaresine bakmak zorundayız. Çareyi ekranlarda arayamayız. Onların çare diye sundukları, mutlak çaresizliktir biliniz.

 

                Kesinlikle bilmeliyiz ve inanmalıyız ki; vatanlarımız ekranlardan işgal edilmektedir. Değerlerimiz ekranlardan tahrip edilmektedir. Dinimiz ekranlardan tahrif edilmektedir. Ekranlar Allah’ınızı (cc) alıp size tanrıcıklar sunmaktadırlar. Önderinizi (sav) alıp size lidercikler sunmaktadırlar. Kitabınızı alıp boş ve anlamsız fasiküller sunmaktadırlar. Erkanlar, ahlaksız ve adaletsizdirler. Erkanlar, zalim ve haindirler. Ekranlar, şeytanın müşahhaslaştığı alanlardır.

 

Allah (cc) size hangi sözünde yalan söyledi ki, Allah’a (cc) sırtınızı dönmektesiniz?

 

Önder (sav) size hangi davranışıyla kötü örnek oldu ki; Önderinizin (sav) kutlu izini takipten kaçmaktasınız?

 

Kitabınız size hangi cümlesinde yanlışı öğütledi ki; anlamsız ve bomboş fasiküllere sımsıkı sarılmaktasınız?

 

Hiç Akletmiyor musunuz?

 

 

EKSTRA:

 

                BİR:

                Bazı soysuz itler, kansız domuzlar tarikat adı altında bir şeyler teşekkül ettirip ve orada ahlaksızca ve kahpece işler yapmaktadırlar. Bu kahpelere, pezevenklere bakıp, dini ve dindarları itham etmek, en hafif deyimiyle mallıktır. Bu itlere bakıp, dinle ilgili, dindarlarla ilgili olumsuz yargıda bulunmak insafsızlıktır. Bizleri bu yönlü tavırlara itenlerde( din ve dindarlarla ilgili yanlış yönlendirenler de), bu tarikat adı altında kahpelik yapanlar kadar kahpedirler, soyu ve kanı bozuk şerefsizlerdir. Üstelik bunlar gerçek manada tarikat ehli olan masumların adını da kirletecek kadar alçaktırlar. Ne bu alçaklara ne de bunlar üzerinden İslam’a ve Müslümanlara saldıran alçaklara asla inanmayınız, inanmayalım lütfen. Zaten bu alçakları da, daha önceden tezgâhlayanlar da, şimdi bunlar üzerinden İslam’a ve Müslümanlara saldıran alçaklardır. Yani ortada lanet bir oyun vardır. Bu tür oyunlar hep olagelmiştir ve bundan böylede devam edecektir. Bizler kendi temellerimize kör, sağır ve hissiz kaldıkça bu oyunların kurbanları olmaya mahkûmuz. Kendimizi bilmezsek; bize, işte siz busunuz diyenlere aldanmak zorunda kalırız. Cehalet kötüdür!

 

                İKİ:

                Bazı Batılı entellerin, meydana çıkıp; İslam şöyle bir dindir, böyle bir dindir demelerine asla kanmamalıyız. Bizleri komplekse sokup söylediklerine inandırmaları ve bizleri istedikleri yöne doğru yönlendirmeleri içindir her şey. Bize, kendi dikte ettikleri ve anlattıkları İslam’ı kabul ettirmek istiyorlar sahtekârlar. Sanki biz dinimizi bilmiyoruz ve onlardan öğreneceğiz. Bunlara çanak tutanların niyetlerinden de şüphe etmek gerekir. Dinimiz, tahrip ve tahrif edilmek istenmektedir. Yenidünya düzenine uygun hale getirilmek istenmektedir. Hem, küstahça bize kendi dinimizi öğretmeye yeltenenlere karşı, hem de yakın zamanlarda ve şu zamanlarda dinimize iltihak edenlere karşı temkinli olmak zorundayız. Bu tür şeylerin büyük oyunun bir parçası olduğuna inanıyorum. Cehalet kütüdür!

 

                ÜÇ:

                Kurtlar Vadisi Pusu adlı dizide pembe diziye dönmüş sanki. Birileri sol, kapitalist, Kemalist ve liberal gençliği yönlendirirken, bunlarda sağ gençliği yönlendirmeye çalışıyorlar. Yenidünya düzenine uygun modda gençlik üretmeye çalışıyorlar zımnen. Bunun farkında ve idrakinde olmak zorundayız. Gençlik bu tuzağı görmelidir. İzlese dahi aldanmamalıdır. Bu dizinin asla masum olduğunu düşünmeyelim. Basında ara sıra çıkan haberlere aldanmayalım. İşte ABD, İsrail, Kurtlar Vadisi Pusu adlı dizinden rahatsızlar falan gibi haberlerin hepsi palavradır bilelim. Çünkü böyle diyerek, insanların sahiplenmesini sağlıyorlar ve insanlar sahiplenince de dizide ki karakterleri iyi bir şeymiş gibi örnek alıyorlar. Dikkatli olmak gerekiyor. Cehalet kötüdür!

 

                DÖRT:

                Medeniyetler, kavramlar üzerine inşa olunurlar ve kavramlarla varlıklarını idame ettirirler. Kavramlar ne kadar sahih ve muhkem ise, medeniyetlerde o kadar sahih ve muhkemdirler. Ömürlerinin uzunluğu ve kısalığı bu kavramlara merbuttur. Kavramları sahih ve muhkem olan medeniyetlerin, taşıyıcıları da o kadar sahici ve sağlıklı olurlar. Kavramlar medeniyetlerin özüdürler, kalbidirler. O kavramlar tahrif ve tahrip edildikleri vakit, medeniyetlerin düşmesi an meselesidir. Kavramlar kirlendi mi insanlar kirlenir, insanlar kirlendi mi medeniyette kirlenir. Ve kirlenen medeniyet tedrice sahneden çekilmek zorunda kalır. Kavramlarınıza sahip çıkınız, insanlarınıza sahip çıkmış olursunuz. İnsanlarınıza sahip çıkarsanız da medeniyetinizi dinamik ve güçlü kılarsınız. Sakın kavramlarınızı lanet kavramlarla kirletmeyiniz. Medeniyetinizi lanet kavramların üzerine bina etmeyiniz. Cehalet kötüdür!

 

                BEŞ:

                Yine eğitim, muallim, talebe konusunda birkaç kelam etmek düştü. Eğitimci dostlarımızın dertlerini dert edinmeyi seviyorum. Çünkü medeniyetlerin gerçek banileri onlardır. Toplumları yücelten de alçaltan da onlardır. Genç fidanları insanlığa kazandıran, onlara din, devlet, vatan, millet sevgisi ve sevdası aşılayanlarda onlardır. İnsanlık onlarla bakidir ya da fanidir. Medeniyetlerin mihenk taşıdırlar onlar. Ama yine onlardır cefayı çeken, sefaletin şarkısını söyleyen ne yazık ki. Unutulan onlardır, ızdırabı çeken onlardır, hakları gasp edilen onlardır ve yine onlardır sürekli el çocuğu gibi itilen. Hak ettikleri görevden mahrum olan yine onlardır.

 

                Muallimlerimize sahip çıkmalıyız. Bazı eğitimci dostlarımın dediğine göre, aldıkları her ücretten devasa vergiler kesiliyormuş ve aldıkları ücretler kuşa dönüyormuş. Verilen zamlar fazlasıyla geri alınıyormuş. Ve bunlar kesinlikle doğru olan şeylerdir. Yani yalan değildir. Ama bu ihanettir. Eğitimcileri bu kadar mahrum etmemeliyiz, üzmemeliyiz. Onlar üzülürlerse toplum üzülür. Onlar mahrum olurlarsa neslimiz mahrum olur. Zenginden alamadığınız vergiyi, muallimlerin sırtına yükleyemezsiniz. Güçleri yok diye muallimleri sürekli ezemezsiniz. Haddinizi ve hududunuzu bilmelisiniz. Kendinize gelmelisiniz.

 

                Muallimlerin üzerinde ki bütün vergi yüklerini kaldırmalısınız acilen. Bu insaniyetin gereğidir. Üstelik muallimlerin aldıkları maaşlardan ve ücretlerden yaptığınız bütün kesintileri acilen geri ödemelisiniz ve bir daha da asla kesinti yapmamalısınız. Muallimler en iyi ve güzel hayatları yaşamaya layıktırlar. Hem de herkesten daha layıktırlar. Cumhurbaşkanından, başbakandan, bakanlardan, vekillerden, generallerden, doktorlardan vs. bütün herkesten. Bunu keskin şekilde izah edebiliriz. Ve asla yanılmayız, haksız çıkmayız. Lütfen muallime yönelik ihanetler acilen sonlandırılsın.

 

                Muallimlerde artık birlik olmayı öğrensinler. Sendikalı olanlar, kendi sendikalarına baskı kursunlar. Haddinizi biliniz ve iştigal etmeniz gereken şeylerle iştigal ediniz desinler. Hakkımızı arayınız ve çaldırmayınız desinler. Gerekirse yüzlerine tükürsünler. Ve sendikalarını ideolojik kavga vermek yerine, kendi haklarının kavgasını vermeleri konusunda uyarsınlar. Tabi bir sendikanın, vatan, millet, din, devlet kavgası da vermesi çok normaldir. Ama bu kavgayı verdiğini bahane edipte hak kavgasından geri kalması da üyelere kesinlikle alçakça bir ihanettir. Adalet davası, insanlığın ölmez davasıdır. Adalet oldumu her şey yerli yerine oturur. İnsanlar mutlu olurlar. Değerlerine daha fazla bağlanırlar. İstikamet üzerinde olurlar. Ama adalet olmadığı zaman her şey ama her şey şirazesinden çıkar ve çıkmaya da mahkûmdur. Cehalet kötüdür!

 

                Boş sözlerle avunmayınız ve avutmayınız. İcraat yapınız efendiler! Zira boş sözlere karnımız tok. Muallimlerin sefalet içinde, mahrumiyet içinde oldukları bir gerçek midir? Kesinlikle katıksız ve sert bir gerçektir. O zaman laga lugaya lüzum yok. Gereken acilen yapılmalıdır. Muallimler hayatlarından memnun olasıya kadar, rahat olasıya kadar durmadan çalışılmalıdır. Muallimlerin itibarları, sosyal konumları yükseltilmelidir.

 

                ALTI:

                Ordunuzu seviniz, sahipleniniz. Evet, içerideki hainleri ayıklayınız ama bir iki hain yüzünden ordunuzu silip atmayınız. Zira bir kişinin günahını bütün bir yapıya çektiremezsiniz. Ordunun tahrip olması demek, diğer yapılarında tahrip olmasını doğurur. Bu ince bir noktadır. Kalın bakıp anlaşılacak bir şey değildir. Emin olun ki, ordunuzu yıpratmanız ve dönüştürmeniz büyük bedeller ödemenizi tevlit edecektir. Ordumuz ve yurdumuz müptezel ve sefil Liberallerin insyatifine terk edilmek istenmektedir. Buna engel olunmalıdır. Ordumuz İslam ordusudur ve öyle de kalmalıdır. Aksi fecaattir. Kapitalist pislikler gitti, şimdi sıra diğer pisliklerde (liberalist ve demokrasist). Hükümet uyanık olmalıdır. Cehalet kötüdür!

 

                YEDİ:

                Şehit ve güzel insan Muhsin Yazıcıoğlu’nun ismi mutlaka bir üniversiteye verilmelidir. Hatta caddelere, sokaklara verilmelidir ve bu şekilde yaşatılmalıdır şehidin ismi. Bu bir vefa örneği olacaktır. Tekrar etmekte fayda telakki ediyorum: şehidin müptezel ve sefil katillerini de asla affetmeyiniz ve muhakkak ağırlaştırılmış müebbetle tecziye ediniz. Vicdanlar ancak bu şekilde teskin olurlar. Şayet eli kirli ve kanlı katiller necip ordumuz bünyesinden çıkarsalar da ve katil oldukları mutlak şekilde ispat olunursa da, o kişilerin rütbeleri sökülmelidir ve bütün ayrıcalıkları ellerinden alınmalıdır. Hiçbir Müslüman-Tük evladı da, bunu vesile kılarak ordusuna karşı soğumamalıdır. Ordusuna antipati duymamalıdır. Sevgisini ve saygısını aziz ordusundan eksik etmemelidir. Zira ordu bir iki kişiden ibaret bir yapı değildir. Kim bilir belki de kotarılmak istenen en büyük tezgâh budur! Sayın hükümet üyeleri de teennili olmalıdır bu konuda, olabildiğince hassas davranmalıdırlar. Cehalet kötüdür!

 

                Allah’la (cc), Önderle (sav), Kitapla kalınız.

Tarih: 02.10.2011 Okunma: 595

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?