ŞEYTANIN ADAMLARI...5...

Özgür DENİZ - 30.09.2011

Şeytan ve adamları, ilk evvelde, toplumun beyinlerini ele geçirirler, sonrada o beyinler tavassutu ile toplum üzerinde egemen olan devleti ele geçirmeye çalışırlar. Çünkü devleti ele geçirdiklerinde bilirler ki, toplumu ele geçirmişlerdir ve istedikleri gibi at oynatabilirler. Zira bir devleti ele geçirmiş olan, o devleti temsil eden bütün yapıları ele geçirmiş sayılır. Böylece toplumu yönlendiren bütün kurumlar şeytan ve adamlarınca yönlendirilirler. Artık o toplumda, hiçbir kurum, toplumun lehine çalışmaz. Eğitim, toplumun çocuklarını, toplumun kendisine yabancılaştırmak için kullanılan bir vasıta olur. Yargı toplumda ki suçluları ödüllendiren, suçsuzları ise taltif eden bir organa dönüşür. Ordu, kendi çocuklarını öğüten bir değirmen haline gelir. Toplumu bilinçli olarak gerileten bir yapı olur. MİT, yabancı ajanların cirit attığı bir yuva haline gelir. Emniyet, topluma ihanet eden bir suç şebekesine döner. Din adamları şeytan lehine fetva veren birer şarlatana dönüşür. Camiler tahrip edilir ve ahıra dönüştürülür. Toplumun kendi kitabını okuması yasak hale gelir. Kendi milli kimliğini sahiplenmesi suç addedilir. Geçelim!    

 

                Devlet, mücerret bir olgudur ama bir güçtür. Bundan defaatle söz ettik; devlet, kurumlar nezdinde müşahhaslık kesbeder. Kabul edelim, etmeyelim devlet bir güçtür. Zaten bu yüzdendir ki, şeytan ve adamları tarafından, o meçhul yapı ele geçirilmeye çalışılır daima. Çünkü o yapının ele geçmesi demek, devasa bir gücün ele geçmesi demektir. Fakat devlet, nasıl bir güçtür, nasıl bir örgütlenmedir hakkında mutlak ve net bir bilgiye sahip değiliz. Ama gücün merkezi olduğu muhakkak. Kafamız çok karışıyor bu konuda. Bazen diyoruz ki: bu devlet nerede? Bunu niçin diyoruz? Zorda kalıyoruz, gücümüz yetmiyor, istediklerimiz olmuyor, icraatlar bizim aleyhimize oluyor ve çıldırıyoruz. Nihayet soruyoruz; devlet kim ve nerede? Hakikatken gerçekçi bir soru bu ama derin bir rahatsızlığın neticesinde sorulan bir soru. Çünkü bir devlet varsa, bu devlet; sorunları çözmeli, dertlere deva olmalı, yok oluşun önüne geçmeli, aciz kaldığı bir konu olmamalı, servet sahiplerinin ve yabancı ajanların yönlendirmelerine açık olmamalı, insanların birliğini ve güvenliğini sağlamalı, kurumsal yapılarda keşmekeşliğe fırsat vermemeli. Ama zor durumlarda böyle bir şey olmadı ve olmuyor. Bizler devleti, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık,  bakanlıklar vs. gibi makamlar olarak algılıyoruz ama bu makamların bile çaresiz kaldığı yerler oluyor ve çok doğal olan sorumuzu soruyoruz: devlet kim ve nerede? Ordu, yargı, MİT, emniyet devlettir diyoruz ama bunlar görüyoruz ki; devlet dediğimiz olgu için sadece birer araçtır ve bunların devlet olduklarını ispat edecek çapta bir icraatlarına şahitlik edemiyoruz. Devletin, kendini açığa çıkardığı birer araç oldukları izlenimini ediniyoruz. Tabi bu söylediğimiz de bir gerçeklik içeriyorsa. Sanki devlet çok farklı bir şey gibi!

 

                Devlet, eğer iktidara gelen partilerse ve her zaman değişkenlik gösteren bir şeyse, bu çok tehlikeli bir şeydir. Zira o zaman devlete sadakatten söz edilemez, bir devlet geleneğinden söz edilemez, insanların birlik ve bütünlüğünü temsil eden bir yapının var olduğu düşünülemez, devletin güç olduğundan söz edilemez ve devleti temsil ettiği var sayılan yerler birer oyuncaktan ibaret kalır ve daha da önemlisi insanların zor durumlar karşısında ki isyanı haklılık kazanır. İnsanların, devlete zarar gelir düşüncesiyle yapmadıkları bazı şeyler meşru hale gelir. Çünkü kimse iktidarlara sadık kalmayı sevmez. Kimse iktidarların oyuncağı olmak istemez. Kimse iktidarların inisiyatifine kalmak istemez, hiçbir konuda. Bilakis iktidarlar devlet çizgisinde olurlar, tabi devlette adalet ve ahlak çizgisinde olur. Kimse iktidarların uygulamalarına sonsuza kadar tahammül etmez ve edemez. Meğerki her yönüyle mütekâmil bir iktidar ola. Ve iktidarlara karşı toplu bir başkaldırı normal karşılanır. Bir defa, bir devlet, partiler derekesine düşürülemez. O zaman devlet diye bir şey olmaz. İnsanlık, şeytanın ve adamlarının tasallutuna mahkûm olmuş olur ve saldırılarına açık hale gelmiş olur.

 

                Peki, bizim devletimiz var mıdır? Bu konuda net bir cevap vermekte zorlanıyorum. Çünkü bizim bir devletimiz olmuş olsa; o devletin, geneli temsil eden ortak bir vicdanı ve aklı da olması gerekir ve o ortak aklın ve vicdanın da kendini göstermesi gerekir. Aciz kalması gibi bir durumdan söz edilmemesi icap eder. Terör konusunda, kendisine dayandığı toplumu birleştirebilmesi ve terörü anında boğması zor olmaması gerekir. Olmayacak zulümlere nihayet vermesi gerekir. Ordusunu disiplinize edebilmiş olması icap eder. Fitne ve fesat peşinde olan hainleri muhakkak tecziye etmesi ve bu durumda ortaya çıkması muhtemel kaotik durumu idare edebilecek bir güçte olması gerekir. Kurumsal yapılarda ki keşmekeşliğin olmaması gerekir. Servetlerin tek elde toplanmasını önlemesi ve emek gaspına engel olması düşünülür. Bürokratik soyguna dur demesi düşünülür. Toplumun sağlığından, huzurundan sorumlu olması ve bu yolda yapması gerekenleri yapması gerekir. Herkesin istediği gibi at koşturmasının önüne geçmesi gerektiği düşünülür. Adalet karşısında herkesin eşit durumda olmasını sağlamış olması gerekir. Yani devletin, her alanda ağırlığını ve gücünü teşhir edebilmesi şarttır, kendisinin varlığından haberdar olmamaız ve kendisini sahiplenmemiz için.

 

                Devlet konusunda derin tereddütler içindeyim. Acaba bizim bir devletimiz yok mu? Ya da bizim sandığımız devlet, başkalarının devleti mi? Acaba devlet yapımız muhasara altında mı ve bizlerin sadık kaldığımız devlet; Müslüman-Türk Devleti değil mi? Zira hiçbir uygulama Müslüman-Türk Milletinin lehine olan bir uygulama değildir. Müslüman-Türk milleti yetim gibidir, sahip olduğu topraklarda. Sanki inşa edilen her düzen, bizim aleyhimize işliyor. Birileri istedikleri gibi zulmedebiliyorlar, ordumuz tam bir keşmekeş içinde kalmış ve bu ülkenin en sevilen liderini katledebiliyor (tabi ispatlanırsa söz konusu izahatlar ve deliller), yargı derseniz mefluç durumda, eğitim zaten bitik, insanlar yaşamlarından haz almıyorlar, ekonomi bir iki şebekenin eline teslim. Bu ülkenin yarınları olan, tertemiz çocuklarının, dinlerini öğrenmesi yasaklanabiliyor. Devletimiz olarak benimsediğimiz kutsal çatıyı sanki siyonizm ele geçirmiş gibime geliyor. Ve bu çatı altında onlarca çatı inşa etmiş gibime geliyor. Bilakis kendi varlığını etkin şekilde ispatlayamayan hiçbir devlet olmaz. Zira o zaman, devletliğinin anlamı kalmaz. Yağmalanmaya hazır metruk bir yapı olarak telakki edilir.

 

                Devlet, aslında bir tane olması gerekir ve Müslüman-Türk devleti olması, kadim töreye ve yüce İslam dinine dayanması gerekir. Öyleyse; kararlar tek elden çıkmalıdır, her kafadan bir ses çıkmamalıdır, yönetim bütüncül olmalıdır, işleyiş denetimli ve sistematik olmalıdır. Evet, çok farklı düşünceler olabilir ama dominant-kurucu unsurun ruhuna ve amme menfaatine uygun bir düşünce icraatların temelini oluşturur. Fakat bunlar olmuyor. Her kafadan bir ses çıkıyor, sanki parçalı bir yönetim var gibi, işleyiş ise denetimsiz ve düzensiz. Bu durumda insan şüphe içinde kıvranıyor. Acaba Müslüman-Türk Devleti diye bir şey yok mudur? Müslüman-Türk Devleti sadece bir varsayımdan ibaret midir? Kâğıt üzerinde farazi iki mevhumdan ibaret bir hayalet midir? Bunlar hep düşünülen, kafamızın konforunu sarsan şeyler. Belki dile getirilmiyor ama hep rahatsız ediyor. Zira hayatımızı esir alan kaos, hayat şarkımızdan keyif almamızı engelliyor. Devletsiz bir coğrafyada mı yaşıyoruz diye düşünüyorum. Milli kimliğimiz rahatça tahkir ve tezyif edilebiliyor, dini kimliğimiz handiyse yok edilmiş durumda. İçim acıyor, ağırıma gidiyor.

 

                Eğer düşündüğümüz ve söylediğimiz manada bir devletimiz varsa da, bu devletin özüne karşı ihanet sayılabilecek icraatlar olmamalıdır ya da engellenmelidir. Bu ülkenin, tertemiz evlatlarının, dinlerini öğrenmelerinin önünde ki bütün engeller kaldırılmalıdır ve bir engelden söz eden alçak en şiddetli şekilde tecziye edilmelidir. Üzerimizde hükmü geçen anayasa belli bir temelde olmalıdır. Kadim töre ve yüce İslam dini temelinde olmalıdır. Bilakis bu temellere aykırı olarak yapılacak hiçbir anayasa bu milletin anayasası olmuş sayılmaz ve bu milleti temsil eden bir devletin varlığından da bahsedilemez. Nihayet millete başının çaresine bakması düşer. Eğer var olduğunu sandığımız manada bir devletimiz varsa; olmayacak zulümler yok edilmelidir. Ülkemizin ilerlemesi adına yapılan hamleler akamete uğratılmamalıdır, terör bu kadar haddini aşamamalıdır. Yabancı unsurlar bu kadar rahat kol gezememelidir meydanlarımızda. Çünkü benim bildiğim devlet (Müslüman-Türk (Kürt-Laz-Çerkez-Alevi vs.) Devleti) bu kötülüklere asla geçit vermez ve vermemelidir. Terörü anında boğmalı, zulümleri anında yok etmeli, yabancı unsurları etkisiz kılmalı, ülkenin kalkınması adına yapılan hamlelerin boğulmasına müsaade etmemelidir. Kendini teslim edeceği bürokratları çok iyi tahlil ve tetkik ederek intihap etmelidir. En basitinden, kız evlatlarımıza karşı hayâsızca yapılan muameleler şiddetli şekilde karşılık görmeli, meçhul cinayetlerin failleri kodesten çıkarılmamalı ya da kurşuna dizilmelidir. Yani devlet güçtür demiyor muyuz? Peki, söylediğimiz durumlarda bu gücü göremeyeceksek, ne zaman göreceğiz? Ya da bu güç kendini gereken yerde ve zamanda belli etmiyorsa, bu gücün var olduğundan nasıl emin olacağız?

 

                Müslüman-Türk Milleti, yukarıda ifade ettiğimiz bir devletten mahrumsa ya da zaten böyle bir devletin sahibi değildiyse veyahut kendisinin sandığı devlet üzerinde ki iradesini yitirmişse; artık kendi devletini inşa etme zamandır zaman. Evet, zamanında devlet sahibi olduk, nice devletlerimiz oldu ve bütün o devletlerde irade sahibi bizdik ve bütün yeryüzüne mührümüzü bastık ama biz devletimizi yakın zamanlarda kaybettik ya da şöyle diyelim, var saydığımız devleti kendimizin biliyorduk ama o devlet üzerinde ki irade bizim irademiz değildi, irademiz sıfırlanmıştı. Bize, bizimi gibi gösterip, bizim kendisine koşulsuz olarak tabi olmamızı sağlıyorlardı. Yani bize oyun oynuyorlardı. Devletimiz, bizden olduğunu sandığımız içerideki hain kuklalar tarafından siyoniste teslim edildi muhtemelen. Ve devletimiz hala siyonist işgalin muhasarası altındadır muhtemelen. Zira görünen köy kılavuz istemez. İcraatların geneli bizim aleyhimizedir. Bizim olan bir devlet, çocuklarımızın dinini öğrenmesini asla yasaklayamaz, çocuklarımızın kimlik bilinicine ermesini asla engelleyemez, dinini yaşayanları yobaz, kimliği konusunda ısrarcı olanları faşist olarak damgalayamaz. Önüne gelen itin ekranlardan ahlaksızlığı yaygınlaştırmasına müsaade edemez. Fasılasız olarak faili meçhullere meydan veremez, bir liderini iki üç tane siyonist uşağına katlettirmez. Üzerinde yükseldiği yüce değerleri kolayca çiğnetemez. Ordusunu disiplinize etmekte güçlük çekmez, yargı sistemini, eğitim sistemini kadim değerler üzerine oturtmasını bilir.

 

                Son tahlilde; artık bize ait olan ama bir süreliğine elimizden alınmış olan devletimizi geri almamız şarttır. Bu yolda gerekirse bedel ödenmelidir. Bütün millet bunun bilincine ermelidir ve büyük birliği gerçekleştirmelidir. Çünkü tahammül gücümüz kalmamıştır. İzzetsizce yaşadığımız, yaşatıldığımız yetmelidir. Kurumlarımızın yıpranmışlığına ve çürümüşlüğüne nihayet verilmelidir. Yeni anayasamız muhakkak kadim töremize ve yüce dinimize istinat etmelidir. Çektiğimiz acılar bitmelidir. Şeytan ve adamları ve adamlarının adamları olan yerli alçaklar bu topraklardan defolup gitmelidir. Bu konuda herkes insanca hareket etmelidir, kahpelik etmemelidir, kendine gelmeli, dirilmeli ve sorumluğunu bilmelidir. Bu konuda duyarsız kalanların Müslümanlığı da, Türklüğü de sözdedir. Şereften bahsetmeleri iğrenç bir riyadır, bağımsızlıktan dem vurmaları şarlatanlıktır. Allah’a (cc), Öndere (sav) ve Kitaba da ihanettir devletimizi geri almada lakayt kalmamız.

 

 

                EKSTRA:

 

                BİR:

                Ey milletim! Artık gözlerini aç, kulaklarını aç, kalbini aç ve saf gerçekleri gör, duy, hisset ve idrak et. İdrak ettiklerini icra et. Yoksa felaket sel olmuş ve seni yutmak üzeredir. Bütün soysuzlar, kansızlar derin ve gizli ittifak içindedir. Dışarıdaki düşmanların bir taraftan, içerideki düşmanların bir taraftan seni boğmaya çalışmaktadırlar. Değer vereceklerini iyi tahlil ve tetkik et. Yanlış kapı çalma. Yanlış elleri tutma. Yanlış yerelere bakma. Yanlış şeylere kulak kabartma. Yanlış yerleri besleme.

 

                Bu ülkeden ekmek yiyen; sizler keyif alamazken, kendileri bu toprakların nimetleriyle dem süren ve sizlerden beslenen itler iyice hadlerini aşmaya başladılar. Sayelerinde dine düşman olduğunuz ve laikliğe ve sözde demokrasiye tapar hale geldiğiniz itler havlıyorlar durmadan. Ülke bölüyorlar, savaş çığırtkanlığı yapıyorlar. Fitne ve fesat ateşinin daha da alevlenmesine gayret ediyorlar. Bir tane köpek havlıyor: diyor ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Doğu ve Güneydoğu bölgesini terk etsin, oralardan elini çeksin. Her şeyi bırakıp gelsin. İşte o zaman halklar kardeş olurlar. Yoksa savaş bitmez ve bitirilmez, ateş sönmez. Kürtlerin yerine ben olsam savaşa devam ederim. İşte böyle havlıyor değer verdikleriniz, kendileri aracılığı ile milli ve dini kimliğine sadakatli insanlara düşman olduğunuz soysuzlar.

 

                Artık gerçeklere kör olmayalım, ey milletimin aziz evlatları! Gerçek düşmanları tanıyalım. Gerçek dostlarımızı bilelim. Bugüne kadar size dost görünenlerin gerçek yüzleri deşifre oldu ve düşman oldukları açık edildi artık ve düşman bellediklerinizin ise dost oldukları aşikâr oldu. Bir daha dostu ve düşmanı karıştırmayalım ve kendi kafamızla tayin edelim dostumuzu, düşmanımızı, başkalarının belirlemesine bırakmayalım Allah aşkına. Yoksa daha çok aldanırsınız ve acı çekersiniz! Siz bilirsiniz!

 

İKİ:

Türkiye’mde, Türkiye’mizin esas unsuru olan ve çoğunluğu teşkil eden Sünni Türkler büyük ve derin bir kuşatma içerisindedirler. Siyonistlerin, Amerika’nın, İngiliz’in, Vatikan’ın, Patrik’in, Ermenilerin, Rumların ve bu ülkelerin içimizde barındırdığımız, topraklarımızda yer verdiğimiz uzantılarının, ayrıca kendimizden diye bildiğimiz ve yerli olarak telakki ettiğimiz dinsiz ve kimliksiz şebekelerin vb. yapıların kuşatması altındadır Sünni Türkler. Çünkü bu ülkenin esas koruyucu unsuru dini ve milli kimliğine hala sadakatli olan Sünni Türklerdir (Kürtler). Bu cepheyi yok edemedikçe, ya da muhasara altına alamadıkça, dış ve iç düşmanlar, bu topraklarda kirli emellerini tahakkuk ettiremeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Artık MİLLİ İTTİFAKLA, bu lanet kuşatmayı yarmamız ve kırmamız şarttır, şart olmuştur. Uyanık ol, ey milletimin şerefli evladı! Birbirinize kenetlenin, lanet tefrika tuzağına düşmeyin, dini ve milli kimliğinize sadakatte birleşin. Sizleri, dini ve milli kimliğinizden koparmak isteyen itlere aldanmayın.

               

                ÜÇ:

                Muallimlerimizin, siyonist maşalarınca kaçırılması bir züldür ve acilen tedbirler alınması elzemdir. Sayın Mili Eğitim bakanımızın rahat değil rahatsız olması gerekmektedir ve muhtemel tedbirler konusunda düşünmelidir. Kaçırılan muallimlerimizin de bir an önce kurtarılması için harekete geçilmesi gerekir. Ama kaçırılmış olan muallimlerimize de dikkat etmek gerekir! İnşaallah sağ-salim dönerler. Büyük oyunlar dönüyor. Bu kaçırmaların boş kaçırmalar olduğunu sanmıyorum. Bu yönlü direktifin, ipi koparılmış sefil maşalara, siyonistlerce ve siyonistlerin dâhilde ki kuklalarınca verildiği aşikârdır. Bazı tereddütlerimi dile getirmekten kaçınıyorum, zira yanlış anlaşılabilirim. İyi niyetim suiistimal edilebilir. Gerçekten her konuda sonsuz uyanık olmamız şarttır artık. Öyle lakayt davranamayız artık. Bugüne kadar dost gördüklerimizin dost olmadıkları, bilakis azılı birer düşman oldukları görülmüştür. Düşman olarak tanıtılanların ise gerçek birer dost oldukları görülmüştür. Bir daha büyük hatalara düşmemeliyiz. Aklımızı ve vicdanımızı kullanmasını bilmeliyiz.

 

                En basit bir örnek vereyim; bu topluma sürekli laikliği pompalayan, dindarları yobaz olarak tavsif eden, kimliğine sadık olanları faşistlikle itham eden ve her dakika PKK propagandası yapan, Karayılan denilen yılanın değerli kalemler olarak sitayişe boğduğu Ahmet Altan, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Ertuğrul Özkök, Nuray Mert, A.H.C, Ruşen Çakır vb. rezil tipler mi dosttur, yoksa dini ve milli kimliğine duyarlı, bu vatana ölümüne sadık, bu memleketin çocuklarına sonsuza kadar âşık, bu devlet için canla başla mücadele veren, elinden geleni ardına koymayan ve Ruşen Çakır ve saydığımız diğer tipler tarafından yobaz olarak addedilen dini ve milli kimliğine sadık insanlar mı dostturlar. Artık aklımızı başımıza almalıyız güzel dostlarım! Dostu ve düşmanı iyi tefrik etmeliyiz. Her şey gözümüzün önünde gelişmektedir. Bakar körlük çok kötüdür!

 

                Ey vatan evladı: Neydin ve ne oldun gör! Neredeydin ve nerelere düştün hisset! Dayatılan sahte gerçekleri at ve saf gerçeklerle yüzleş artık! Geç olan güç olur bil! Titre ve kendine dön!

Tarih: 30.09.2011 Okunma: 579

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?