VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER...17...KİMİ SEÇELİM?...

Özgür DENİZ - 09.06.2011

Tarihi, hayatı, dünyayı, varlığı iyi okuyanlar, bunu sarih olarak müşahede edeceklerdir. Yani dünyanın, belli fikirler kullanılarak monoblok-tekleşmiş bir dünyaya doğru evriltilmeye çalıştığı gerçeğini. Bilin ki teroiler, pratikleri gizlemek içindir. Süslü bir kelime söylersiniz, içini de güzel cümlelerle doldurursunuz ve sürüyle insanı güdersiniz. Güdülmemek için uyanık olmalıyız. Hiçbir uygulayıcı gerçekte teoriyi uygulamaz, teoriyi sadece insanları kendine çekmek için mıknatıs niyetiyle kullanır. Her şey kitaplardaki gibi olmuyor. Kitaplarda her şey güzeldir, teoride her şey can alıcıdır, cezp edicidir ama hayatta çok farklıdır aynı şeyler. Çirkindir, tehlikelidir, kötüdür. Yani bizler kitap sayfalarında yaşamıyoruz ki beyim. Hayatın tam ortasında yaşıyoruz. Bu yüzden bize, kitaplarda anlatılanlar değil, hayatta yaşanalar lazımdır. Zira kaderimizi kitapta anlatılanlar değil hayatta yaşananlar tayin etmektedir. Misal, kaderimizi kitaplarda anlatılan ideolojiler değil, o ideolojilerin hayatta ki yaşayıcıları, taşıyıcıları tayin etmektedirler. Bir ideolojiyi, kitaplar, öyle süslü, cazip, can alıcı, muhteşem anlatır ki, dayanamazsınız, her şeyinizi adayasınız gelir. Fakat birde o ideolojinin özneleri tarafından nasıl yaşandığını gördüğünüzde kusarsınız. Hiçbir şeyin kitaplardaki gibi olmadığını anlarsınız. Bu yüzden siz, siz olun asla kitaplarda, dizilerde, filmlerde anlatılanlara inanmayın, aldanmayın. Hayata bakın. En güzel ve net cevap oradadır. Son tahlilde: hayatın hakikatlerini hiçbir şey yalanlayamaz.

 

 Hayatta bunu asla yalanlayamayacaktır. İnsan uyanmalıdır. KESİN KANITLAR (Hadid-25) temelinde bir düzen inşa etmek için mücadele vermelidir. Bu vahşete, derin oyuna direnmelidir. Fıtratına dönmelidir. Cimriliği bırakmalıdır. Köklerine geri dönmelidir. Adalet ve ahlak için savaşmalıdır. Adalet ve ahlak temelinde milli bir devrim yapmalıdır. Allah’ın emirlerine boyun eğmeyen ve can adamayan bir millet, olmuştur muhakkak illet. Nihayet, bulmuştur onu, her türlü zillet, sefalet, esaret. Ölü dünya dirilmeyi bekliyor, unutulmuş soydaş ve dindaşlar yeniden el verilmeyi bekliyor. Namuslu ve haysiyetli Müslümanların önderlik etmeyeceği ve yörüngesini belirlemeyeceği bir devrimin, insanlığa ve dünyaya vereceği zerre bişey vallahi, billahi, tallahi olamaz ve olmamıştır da. Vereceği ise bellidir: kan, kaos, gözyaşı, zulüm, hırsızlık, gasp, katliamlar, ahlaksızlık, adaletsizlik ve türlü melanetler. Bilakis, yapılacak devrimler, Müslümanların kanları üzerinde kökleşecektir. Hayat ve tarih yalan söylemez ve hiçbir kimse hayatı ve tarihi gözlerden saklayamaz. Zaten Allah’ımız da, insanlık önderlerini, kesin kanıtlarla ADİL BİR DÜZEN inşa etsinler diye gönderdiğini buyurmuyor mu? Adaleti hakkı ile ikame ettiniz mi sömürü diye bir şey kalmayacaktır. Vallahi kalmaz. Siz yeter ki içlerinizdekini değiştirin ve topluma saf hakikatleri anlatın göreceksiniz her şey daha güzel olacaktır. Amma sizler, hak yolda sabredemeyip, hemencecik batıl yola dümen kırıyorsunuz. Devrimci ahlaktan ve sorumluluktan kaçıyorsunuz. Sonra da suçu garip Müslüman’ın üzerine atıyorsunuz. Vallahi yanlış yapıyor, günaha giriyorsunuz. Bilinmelidir ki, mülksüzleşmek demek bütün mülkü şeytana devretmek demektir. Bu da varlığın iflası demektir. İmtihan olgusunun refedilmesi demektir. Yaratılışa mugayirdir. Allah’a isyandır.

 

Her şeyi olduğu gibi ortaya koyalım ki, gerçek kurtuluş yolunu bulabilelim birlikte. Eğer bir yolu, yanlış olduğu halde, doğru diye sunarsak, insanların o yolda yürümesinin sakıncasız olduğunu söylemiş oluruz gıyaben. Ama bu kurtuluşu geciktirir. Hem de büyük zulümdür. Lakin olguları olduğu gibi ortaya koyarsanız ve insanlar neyin ne olduğunu görerek tercihlerini yaparlarsa kurtuluş daha yakın olur. Bizim görevimiz: gerçeği sarahaten izah etmek ve ikaz etmektir. Tercih insanlara kalmıştır. Zor kullanmak ve özgürlükleri metazori iptal etmek, kesinlikle insanın fıtratına da varlığın özüne de münafidir. Bakınız Franz Kafka ne diyor: ‘’insan, özgür irade sahibidir ve bu üç bakımdandır: birincisi; bu yaşamı istediği zaman özgürdü. İkincisi; yaşamı boyunca ilerleyeceği doğru yolu ve biçimi seçebilmesi bakımından özgürdür. Üçüncüsü; yeniden dünyaya geleceğini düşünerek, tüm koşullar altında yaşamı ve böylelikle kendine varan yolu bulmayı arzulaması bakımından özgürdür.’’ Peki, bizlere noluyor Allah aşkına?

 

Misal, komünizm-kapitalizm-demokrasi ne ise onu söyleyin, tahrif yapmayın ve olan ne ise onu ifade edin ki, insanlar olduğu gibi görüp, kurtuluş yolu olup olmayacağına kendileri karar versinler; akıl, irade ve ihtiyarları ile. Yani hakikat apaçık ortada iken, varlığın mutlak yasaları belli iken, niçin batılla örtüyoruz hakikati? Ne kazanıyoruz bundan? İnsanların aykırı demesi çok mu mühim? Yanlışlarla aykırı olmak nasıl bir şeydir acaba? Ya da, illa insanlar hakikate gelsin diye, hakikati eğip bükmek zorunda mıyız? Var mı böyle bir yetkimiz? Peki, o zaman, niçin bu şekilde yapan başkalarına kızıyoruz? Başkaları dini sulandırınca kötü amma bizler dini batıla payanda kılınca iyi öyle mi? Peki, niçin Önderimiz (sav) böyle bir şeye yönelmemiş? Önderimizin zamanında yok muydu böyle şeyler? Bal gibide vardı? İnsanlar ezilip, sömürülüyorlardı, insanlar birbirini tahkir ediyorlardı. Ama Önderimiz (sav), ne Faşizm icrasında bulundu, ne de bir ezilenler diktatörlüğü gibi boş şeylerle iştigal etti. Ne sömürenlere yol verdi, ne de herkes istediğini yapsın(demokrasi) dedi. Bilakis emredildiği gibi dosdoğru oldu. Hakikatten asla taviz vermedi. Uygulanması gereken kanunları aslına sadık kalarak icra etti. Suç işleyen kızım Fatıma da olsa hüküm uygulanır dedi. O vasat yolda yürüdü ve ümmetine de bunu nasihat etti. İsteseydi Faşizmi de icra edebilirdi, ezilenler diktatörlüğünü de tesis edebilirdi. Ve benzeri şeyleri de egemen kılabilirdi. Engel olabilecek bir güç mü vardı?

 

 

KİMİ SEÇELİM?

 

Kimi seçelim? Asla boş bir soru değil. Basit bir cevapla geçiştirilecek bir soru da değil. Tabi yaşayan bir insansanız! Zira ölüler için, soruların da, cevapların da bir anlamı, kıymeti, hükmü yoktur. Seçim işi çok zor bir iştir. Gerçekten zor değil midir? Gece gündüz düşünmüyor musunuz? Zira yapacağınız seçimle, hem bireysel hem de toplumsal kaderinize etkide bulunacaksınız. Doğmamış çocukların hayatlarının istikametini tayin edeceksiniz. Binaenaleyh, temel dinamikleri çok iyi tahlil etmelisiniz. Kimliğinizin idrakinde olmalısınız. Size hükmeden düzenin mahiyetini, o düzen dâhilinde sizin karşınıza çıkan şahısları, o şahısların hayat paradigmalarını çok iyi tahlil etmelisiniz. Zira yaşamınızı, karşınıza çıkan şahısların paradigmaları şekillendirecektir. Seçim durumları içinde, en zor seçim de; hak ve batıl seçimidir. Çünkü bu seçimde, sadece dünyanız değil ahiretiniz de işin içindedir. Aslında dünyevi seçimlerin tayininde de çok etkilidir hak-batıl seçimi. Zira bu seçiminiz ekseninde bir dünya hayatı kurgulayacaksınız. Seçtiğiniz kişiler, sizin tam mutabık olmadığınız şekilde, hayatlarınızı tanzim edebilecekler. Adalet sisteminizi, dini yaşantınızı, devlet yapınızı vb. tanzim edebilecekler. Yani, üzerinde derince düşünmek, boşuna olmasa gerek değil mi?

 

İnsanlık tarihi boyunca seçim olgusu varolagelmiştir. İnsanlar, seçimlerle, hayatlarının istikametini tayin etmişlerdir. Seçim, özgürlük işidir. Seçimde zorlama olmaz. Kadere damgasını vurur seçim. Bir yerde kişinin karakterini de açık eder seçim. İnsan, yönetilen bir varlıktır. Aynı zaman da yöneten bir varlıktır da. Fakat yönetilenler milyonlarla hatta milyarlarla ifade edilirken, yönetenler elle gösterilecek kadar azınlıktır. Bir toplumda, genellikle belli özelliklere haiz sivrilmiş insanlar, yönetim erkine sahip olabilmektedir. Bu kişiler aynı zamanda ciddi servete sahip kişilerde olmaktadır. Bu kişiler, ya halk tarafından desteklenirler ya da belli güç merkezlerince desteklenirler. Dünya da mutlak bağımsızlıktan bahsetmek çok zordur. Kendi köklerine ihanet etmedikçe, hariçten desteklenmek fazla önemli değildir amma destekleyenlerce yönlendirilecek kadar zavallı isen bu çok tehlikelidir. İnsanlar gibi, ülkeler de birbirlerine bağımlıdırlar. Kavga, en diplerde tevhid ve şirk arasındadır. Yönetim konusunda öne çıkan şahıslarda ya tevhidin ya da şirkin yörüngesindedir. Ya da bir üçüncü zümredendir; yani münafıktır. Bugüne kadar dünyaya, genelde şirk ehli ya da münafık zümre şekil vermiştir. Tevhid ehli daima azınlıkta kalmıştır. Bu yüzden de yöneticiler müşriklerin desteği ve emirleri doğrultusunda hareket eden karakterler olmuşlardır kahir ekseriyetle. En büyük belada budur ya zaten! Müşrik düzenler bu yüzden sarsılmadan durmaktadırlar ya

 

Tarih boyunca, insanlığa hükmetmiş kişilerin tümü için mutlak iyi diyebilmek imkânsızdır. Mutlak iyi şüphesiz ki vardır. Aynı şekilde, bütün yöneticiler için mutlak kötü demekte imkânsızdır, fakat mutlak kötüler de şüphesiz vardır.

 

İnsanlar genelde şer ve ehven-i şer mantığıyla olaya yaklaşmışlardır ve ehven-i şer olanı tercih etmişlerdir dünyevi seçim durumlarında. Tabi mevcut düzenlerden dolayı seçime iştirak etmeyenlerde vardır tabiatıyla ve bu doğaldır. Aslında derinlemesine bir analiz yapıldığı zaman ehven-i şer durumunun tehlikeli bir oyun olduğu görülür. Zira insanlar böylece mevcut sisteme entegre edilirler. Bütün tercihler kahir ekseriyetle mevcut sistemin kıskacındadır. Lider profilleri de bunun dışına çıkamaz. Bu şekilde insanların yozlaşması sağlanmaktadır. Sürüye katılmaları becerilmektedir. Bu tavır ideal bir tavır değildir. Bu tavır reel olanın dayattığı tavırdır. Seçim sürecine dâhil olan, sisteme de dâhil olmaktadır ve böylece seçimin iyi bişey olduğuna kani olmaktadır ve nihayet mücadele yöntemini değiştirmektedir. Zamanla da fıtri tagayyürata uğramaktadır. Başka çıkış yolunun olmadığı da zımnen dayatılıyor insanlara. İnsanların, ehven-i şer diyerek seçimlere iştiraki sağlanmaktadır, oysa bilinmektedir ki; böyle bildiklerimiz de müesses düzenin figüranlarıdır. Bugüne kadar aksi bir durum sadır olmamıştır. Olduysa buyurun gösterin! Yani en azından, bildiklerimiz içinden, düzenleri devirmek adına kutlu bir direniş görülmemiştir, kendi paradigmalarına göre bir düzen derdiyle dertlenme emaresi ihsas edilmemiştir. Yani insan da bir samimiyet emaresi olur değil mi? Düzene düşmansın amma kendi ellerinle besliyorsun. Peki, kudretli hale getirdiğin şeyi nasıl yıkacaksın arkadaşım?

 

Kalpleri evirip çeviren Allah’tır. Kalplerde gizli olanı mutlak bilen Allah’tır. Biz insanlar ise zevahire göre kararlarımızı verir, seçimimizi yaparız. İşte aldanışta burada gizlidir. Niyetleri bilmiyoruz, insanlar da kendilerini gizlemeyi beceriyorlar. Kararlarımızın sonucunu görmeyi de zamana bırakmak zorunda kalıyoruz. Böylece umutlarımız savrulup gidiyor, aksi bir durumda. İnsanların temiz niyetlerini suiistimal eden mikropların pis suratlarına tükürmek lazım. İkinci dünyada kaybedecek olanlarda onlardır. Amma bizlerde en azından zevahirleri çok iyi tahlil etmeliyiz derim, ki bu hiçte zor değil. Çünkü yaşadığımız zamanlarda siretler suretlere büyük oranda aksetmektedir. Öyleyse yanılma payı da çok azdır. Belki münafıklarda yanılabiliriz.

 

Dedik ki: insanlar zevahire göre karar veriyorlar. O zaman, dünyevi bazda konuşacak olursak: toplumun teveccühüne mazhar olabilmek icap ediyor. Tabiatıyla, toplumun genel kabul görmüş kök değerlerine saygısızlık yapmamak gerekiyor. Tarihe ve dine küfretmemek şart oluyor. Fitne ateşi yakmamak gerekiyor. Karanlıktan nemalanmaya tevessül etmemek icap ediyor. Sürekli iş üzerinde olmak gerekiyor. Halkın alın terini gasptan uzak durmak icap ediyor. Sırtını sadece halka dayamak şart oluyor. Öyleyse, içimizde bu ahlaksızlıkları yapanlar varsa onları da def etmek gerekiyor. Zira bu ihanetlere yelken açanlar toplumun kalbinde yer edinemezler ve edinememişlerdir de. Badema edinmeyeceklerdir de.

 

İnsanlar oy’larını verdikten sonra normal-bireysel yaşantılarına devam ederler. Ve oy’larının karşılığını beklerler. Yönetim, bir avuç zümreye kalmıştır. Devlet, millet artık onların kararlarının tutsağıdırlar bir yerde. Zira kanun, fertleri değil bütün toplumu ilgilendirir ve kanunu da seçilmişler yapar. Ve halk kenarda durur amma kendi değerlerine göre yaşar ve kanunlarında kendi kök değerlerine uygun olmasını arzular. Hayatına yapılacak olumsuz müdahaleleri tasvip etmez. Eğer beklentilerin hilafına işler yapar, halkın emanetine ihanet ederseniz bidahasına bataklığa gömülürsünüz. Öyleyse halka ve emanetine ihanet edecek kadar şirazeden çıkmayacaksınız. Namuslu olacaksınız ki, bidahasına yüzünüz kızarmadan kapıyı çalabilesiniz.

 

Bir yerde seçimler alışkanlık olmuş. Bu yüzden de halk illa seçime gidiyor ve gönlünce oy’unu kullanıyor. Tabi zımni manipülasyonlar olmuyor değil. Amma bizlerde geri zekâlı değiliz demi? Halkın oy verdiği şahıslar genellikle ruhunu rencide etmeyenler oluyor. Tabi bunlara tam temizdir demek imkânsızdır amma gerçek olan bişey vardır ki; bunlar kendilerini temiz göstermeyi başaranlar ve kendilerini iyi pazarlayanlardır. Kendini aldatmayanlar, rahatsız etmeyenler oluyorlar oy verilenler. Değer yargılarıyla oynamayanlar oluyor. O zaman herkes ayağını denk alacak, haddini bilecek, haysiyetsizleşmeyecek. Emanete ihanet etmeyecek, ruha sadakatten şaşmayacak. Sonra da ağlamayacak, bağırmayacak. Yani sen hem emanete ihanet edeceksin, hem halkına zulmedeceksin ya da zulmedenlere destek çıkacaksın sonra utanmadan gidip oy isteyeceksin vermezse de halk cahil, geri kafalı, mal olacak. Bu katıksız pezevenkliktir, domuzluktur soysuzluktur. Halk senin kölen mi ulan it soyu? Sen dua et halk seçimlere gidiyor ve oy atıyor, ya başka şey atsa napacaksın? Zira oy atmakla aslında yine senin gibi namertlere hizmet ediyor. Zira senin muhalifine oy atsa bile, en diplerde yine senin işine yarıyor bu. Zira düzen sen arzularına göre dizayn edilmiş. Fakat bilmiyor. Çünkü temiz diye oy verdikleri de kendisini aldatıyor. Geliyor, kuruluyor, keyif yapıyor ve hiçbir halt etmeden defolup gidiyor. Bu gerçekten büyük ihanettir; vatana, millete, dine, devlete.

 

İşte bu yüzden, nasıl olsa karışmadığınız, karıştırılmadığınız ve karışma imkânınızın da bulunmadığı bir durumda hiç olmazsa oy verseniz de (bakınız veriniz demiyorum verseniz de diyorum) namuslu olanlara veriniz. Hayatlarınıza çok fazla (bakınız hiç demiyorum, çok fazla diyorum, zira yönetici, elbette bir yerde müdahil olmalıdır ve olmakta zorundadır. Sonsuz hürriyet gibi soysuzca bir telakki; devletlerinde, toplumların da düşmanıdır ve zaten imkânsızdır da.) müdahil olmayacaklara veriniz. Tarihinize, devletinize, dininize, vatanınıza, milletinize, değerlerinize, törenize ihanet etmeyecek, sadakatten şaşmayacak kişileri tercih ediniz. Devletinize sahip çıkabilecek yüreklilikte olanlara oy veriniz. Kadim kök değerlere ihanet edenlere müsamaha göstermeyecek olanlara oy veriniz. Dininize ihanet etmeyenlere ve sadakatten şaşmayanlara oy veriniz. Toplumda adaletsizliği ve ahlaksızlığı egemen kılacak olanlardan uzak durunuz. Dininize, devletinize, milletinize ve vatanınıza ihanet edebileceklerden uzak durunuz. Madem zevahire göre tercih yapmak zorundasınız, o zaman bu söylediklerimizi zevahire göre tespit etmeniz asla zor değildir. Zira emaneti ehil olmayan ellere verdiğiniz zaman ne olacağınız tahmin edemezsiniz ve bir şey yapmanızın imkânı da yoktur artık. Zira her şey seçilmişten yanadır. Tabi seçtiklerinizi uyarmaktan da geri kalmamalısınız. Seçilenler de şerefsiz ve namussuz değilseler, seçildikleri zaman, kendilerini bir kenara bırakıp emanete nasıl sadakatli olurlar ona bakmalıdırlar. Kölesi oldukları düzeni nasıl daha adil ve ahlaklı düzene tedvir ederler bunu düşünmelidirler. Zira hem kapitalist ve müşrik düzene muhalefet edeceksin hem de emanetleri aldıktan sonra keyfine bakacaksın, bu olamaz, bu katıksız kahpeliktir, domuzca bir ihanettir. Bu ülkede herkes Türk-islam Düzeninin hâkimiyeti için mücadele vermek zorundadır. Tabi İslam ahlak ve adaleti temelinde yükselen bir düzen olmalıdır bu. Bizlerde bunu sözde değil özde istemeliyiz, sahtekârlık, şerefsizlik ve münafıklık yapmamalıyız. Emanet sahiplerini icap ettiğinde şiddetle uyarmalıyız. Şayet ihanet etmişse, ikincisinde yanımıza geldiği zaman iğrenç ve domuzca suratına tükürmeliyiz. Artık uyanmalıyız, uyarmalıyız bundan böyle. Öyle her şeyi kabullenen, ses etmeyen, ne verilirse alan, sormayan, sorgulamayan zavallılar ve sefiller gibi olmamalıyız.

 

BİR NÜANS:

 

Şöyle şeyler oluyor: bir fert olarak, diyelim ki ideal yaşıyorsunuz ve ideal yaptırımlar istiyorsunuz ve seçeceklerinizin içinde buna layık kimse yok ya da daha önce istedikleriniz böyle bir şeyi beceremedi. Sizin böyle bir durumda fazla söz söyleme imkânınız yok halkın tercihi karşısında. Zira halk bir aldanır iki aldanır üncüsünde zıpkını vurur. Tabi bu durum tercihleriniz istikametindekiler için geçerlidir. Zira sizin tercihleriyle ilgisi olmayanlar zaten yapamazlar istediklerinizi ve yapmazlarda.

 

SAYIN DEVLETİM!

 

Sayın devletim: siyasetini-stratejisini, gelecekte ki muhtemel gelişmelere göre belirlemelidir. Taşları ona göre oynamalıdır. Muhtemelen ABD Başkanı Obama katledilecek. Ve Obama’nın yumuşattığı Türk-İslam âlemine yeni başkan şekil vermeye ç.alışacak. Obama’ya bozdurdular, yenisine yaptırmaya çalışacaklar. Ve yeni başkan, muhtemelen Marksist, Diyalogcu ve BDP tayfasını destekleyecek. Bu yüzden şimdiden adımlar sağlam atılmalıdır, adamlar iyi seçilmelidir. Tuzaklar boşa çıkarılmalıdır.

 

İKİ SÖZ:

 

“Öyle bir halk meydana getirdiler ki, kültürünü bilmez, fakat onu hemen aşağılamaya kalkar; dininden zerre kadar haberi yoktur, fakat kötüler durur. Basit bir şiiri anlayamaz, ama onu eleştirmek için dil uzatır. Tarihini anlamaz, lanetlemeye hazırdır. Öte yandan, Avrupa’dan ithal edilen her şeye karşı hayranlığını belirtecek kelimeler bulamaz. Evet, işte önce dininden, kültüründen, kökeninden koparılmış, sonra da bunların hepsini horlayan bir insan meydana geldi. Avrupalıdan daha aşağı olduğuna inanmıştı. Böyle bir inanç aklında kökleşince, bütün gayreti ve arzusu, kendisini yalanlamak, kendinden gördüğü bütün bağları koparıp atmak, nasıl olursa olsun horlanmayan ve tepeden bakılmayan bir Avrupalı gibi olmak ve sonunda ‘Allah’a şükür! Artık bir Doğu’lu değilim; bir Avrupalının düzeyine erişebilmek için yeteri kadar modernleşebildim’ diyebilmek için olacaktı. Ve Avrupalı olmayanlar modernleştikleri düşüncesiyle mutluyken, Avrupalı kapitalist ve burjuva, artık ürününün tüketicisi yapabildiğinden dolayı kölelerine gülümsemektedir...” ALİ ŞERİATİ

 

‘’Günahlarımızı kurşun birer tabut gibi sırtımızda taşıyoruz; günahlarımızı veya abeslerimizi. Bu günahlardan ilki; haramzadelik. Rezil bir Ödip kompleksi bu. Bir kendi kendini tahrip cinneti. Ecdadımızı inkâr ediyoruz, ecdadımızı, yani Osmanlıyı. Biricik düşmanımız; Türk-İslam medeniyeti. Sesimi Dündar Taşer’in sesiyle gürleştirerek haykırıyorum: Tarihte tek mucize vardır: Osmanlı mucizesi. Türk kanıyla İslam dininin kaynaşmasından doğan bir mucize.’’ CEMİL MERİÇ.

 

 

Tarih: 09.06.2011 Okunma: 641

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?