VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE TEZLER...11...

Özgür DENİZ - 19.05.2011

‘’Biz peygamberlerimizi KESİN KANITLARLA gönderdik, insanlar arasında ADİL BİR DÜZEN kurulsun diye. Onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü indirdik.’’ Hadid-25

 

Evet, bir ayet var. Allah göndermiş. Aziz önderimizle göndermiş. Bizim, onunla, doğru yolu bulmamızı istediği Kitapla göndermiş. Peygamber diye bir olgudan söz ediyor, doğru mu? Doğru. Kesin kanıt diye bir söz var mı içinde? Var. Adil düzen var mı? Var. Ölçü var mı? Var. Hülasa, her şey, sarahaten ortadadır. Yani şimdi bu ayetten, insanları mülksüzleştirin ve devletin kölesi yapın diye bir anlam çıkarılabilir mi? Çıldırsanız da, kafayı sıyırsanız da, böyle bir çıkarım muhal ender muhaldir. Ya da bütün mülkü birkaç kişinin tekeline verin ve insanları onların hizmetinde çalıştırın anlamı çıkar mı? Kabil-i mümkün değildir, zira ‘’servet, aranızda birkaç kişi arasında dönüp duran bir devlet olmasın’’ diyen Rabbimizdir. Veya mülkte tam eşitlik olmalıdır ve bunu sağlamak için peygamberler gönderdik anlamı çıkar mı? Ne yaparsanız yapınız, ne kadar derinine inerseniz ininiz, böyle bir anlamı da, ne bu ayette, ne de Kur’an’da asla bulamayacaksınız. Eğer bunu buluyorsunuz da, hala kitapta yoksul kavramının olduğunu ittihaz ediyorsanız, kusura bakmayın iddialarınız çürük olmaya mahkûmdur ve siz kuru mantıkçılığın kurbanısınızdır. Zira mülkte tam eşitlik demek, yoksul diye bir olgunun ilgası demektir. Hem Kur’an’da, hem de Önderimizin (sav) sözlerinde, hem birinci dünya da, hem ikinci dünyada yoksulların olacağına dair muhkem ifadeler mevcut mudur? Buyurun aksini iddia edin! Çünkü mülkte tam eşitlik diye bir şey olsaydı ya da olabilmesinin imkânı olsaydı yoksul diye bir şey olmazdı ve kitapta da bulunmazdı. Önderimiz (sav), niçin Ebuzer’e; ‘’yalnız yaşayacak, yalnız ölecek ve yalnız haşrolacaksın’’ dedi acaba? Yani, o bir Resul, Elçi, Önder (sav), her sözü muhakkak bir anlam ifade eder ve bir derinlik barındırır. Canımız Önderimizin (sav), temiz ve mis kokulu ağzından, boş söz çıkması kabil midir? Sümme hâşâ, iddiası ve tahayyülü bile iğrençtir ve çirkindir. Binaenaleyh, vallahi, bu söz üzerinde, yıllarca tefekkür etseniz yerindedir. Veyahut bu minvallerde bir düzen için gelindiği anlamı çıkar mı? Hayır dostlarım, kesinlikle hiçbirisi çıkmaz. Bilakis önderin izinde, kitabın izinde ve ahlak-ölçü ve adalet temelinde bir düzen kurulması gerektiği sonsuz derecede sarihtir, nettir. Ve olması gereken, yapılması gereken, insanların davet edilmesi gereken şeyde kesinlikle budur. Gerisi hoştur belki, ama boştur. Bütün kitap, baştan sona değin, buna şahittir. Kitap her bir ayetinde, mutlak şekilde, her ama her yönde ahlaklı olmayı emreder, adaletli olmayı emreder, ölçülü olmayı emreder. Zaten AHLAK-ADALET varlığın özüdür, canıdır. ‘’Yer ve gök, adalet üzerinde durur’’ demezler mi zaten aziz, sıddık, emin Önderimizde(sav)? Mutlak mülksüzlükte, mutlak mülklülükte, mülkte tam eşitlikte kesinlikle adaletsizliktir, temelsizdir, ham hayaldir, absürttür, din dışıdır, insani öze mugayirdir ve ancak zor yoluyla tahakkuku mümkün olabilir. Bizim arzularımız hilafına da olsa, gerçekleri kabullenmek ve olduğu gibi izhar etmek, insani ve İslami sorumluluğumuzdur. Hani bazen, öyle güzel düşler kurarız, nefsimizin şehvetli oyunlarına kanarız ve hedefler belirleriz ya ve bir de bakarız yüce temeller bizi onaylamıyor ya ve hemen içten içe kızarız ya ve görmezden gelmeye çalışırız ya, işte bu zaaftan kurtulmak gerekiyor. Yani buna kimse yalan diyemez, bu saf gerçektir, psikolojik bir durumdur. Velâkin, bizleri, gerçek; özgür kılacak!

 

Allah, daima, mülk ile şımaran, haddi aşan, sapıtan, şirk koşan müstekbirleri uyarmıştır, lanetlemiştir, tehdit etmiştir. Bunlara karşı, sürekli, öğütte ve uyarılarda bulunmuştur. Peygamberde-Önderde (sav) aynısını yapmıştır. Altına ve gümüşe tapanları lanetlemek ne zamandan beri altını ve gümüşü lanetlemek olmuştur Allah aşkına? Ve bu yolda lanetlenenlerin ve helak olanların hepside önce Allah’tan isteyip sonra kendi aklıyla ve gücüyle kazandığını ve istediği gibi tasarruf edebileceğini iddia edenler değil midirler? Karun’un sonunu belirleyen sahip oldukları mıdır yoksa sahip olduklarına yaklaşımı mıdır? Yani lanetlenen, olgular değil algılardır ve bu algıların doğurduğu sapkınlıklardır, müstekbirleşmeler, tağutlaşmalar, kendini müstağni görmelerdir. Hülasa, yanlış bakış açısı ve yanlış algıdır işin özü. Doğru ve bütüncül bakış ve doğru algı, doğru sonucu doğuracaktır ve Allah buna bir şey dememektedir. Bakış açımız sakattır ve düzeltmek zorundayız ve Kur’an-ı bütüncül olarak telakki etmek mecburiyetindeyiz. Allah çalışmayı emretmiştir ve herkese çalıştığının karşılığı vardır demiştir. Evet, insan istiyor ki, ben istediğim gibi çalışayım devlet karşılığını ödesin. Gerektiğinde tembellik yapayım, gerektiğinde çalışayım. Ama bu insanı atalete, haksızlığa ve zulme sevk diyor. Zaten böyle bir şeyde, böyle bir sistem de kesinlikle yoktur ve olamaz. Ama bilmeden yahut bilerek, vardır denilerek, insanlar aldatılıyor. Belki kendimiz böyle düşünürken bunu normal karşılıyoruz ama çalışmayan ve asalak gibi yaşayan birini gördük mü dehşeti görüyoruz ve müthiş kızıyoruz.

 

 

                                                    TEMEL MESELELER

 

BİR: Türkiye de çok ciddi bir zımni silahlanma var. Sol gruplarda ve PKK nın alt yapısını oluşturan kitlede. Hesaplar büyük ve emeller tehlikeli. Çok dikkatli olmak gerekiyor. Siz bazen silaha karşı çıkıyormuş gibi yapan ve durmadan havlayan köpeklere (liberal bozmalarına vb.) aldırmayın. Onların niyeti istemedikleri tarafın silahlanmasını engellemek içindir. Derinlerde çok netameli oyunlar dönmektedir. Denizlerde olan farklıdır, kıyıya vuran farklıdır. Gönüller kinle doludur amma dillerden insanlık akmaktadır. Yeni yeni birilerinin aklı başına gelmiş ki bahsetmeye başladılar. Oysa yıllardır söylediğimiz bir şeydir bu. Çünkü bu ülkede iç savaş hazırlıkları biteviye devam etmektedir. Topyekûn aklımızı başımıza almazsak bu kaderimiz olacaktır. Bütün sol müttefiktir derinlerde, tıpkı Batı gibi. Ve sağ kendi içinde parçalanmaya çalışılmaktadır. Sağ küçük ve ucuz çıkar hesaplarıyla boğuşurken, sol plan üstüne plan yapmaktadır. Siyonist’te buna çalışıyor. Silahlandırmayı hızlandırmak içinde sivilliği kullanıyor. Siz terörün siyasallaşması olayını sıradan görmeyin. Derinliğini tahmin edemezsiniz. Daha kolay silahlanabilmenin yoludur bu yol, daha kolay kitlelere ulaşabilmenin aracıdır bu yol. Zira niyetlerin belli olduğu dönemlerde iş yapmak zordur ve niyetlerin belirsizleştiği dönemler can simidi gibidir netameli işler için. Bu toprağın çocukları artık ahmaklığı ve küçük-ucuz hesapları bırakmalı ve ittifaka yönelmelidir. Tefrikaya son vermelidirler. Manevi temelli Milli siyaset ortak aklımız ve yolumuz olmalıdır. Herkes bir aymazlık içindedir. Aslında kitleler arasında da uçurum yaratmak ve birliği engellemek istiyorlar. Zamanı gelince toplumun bir olamaması adına gayret ediyorlar. Zira tek tek yemeye bakıyorlar. Kuru mantıkçılıkla olaylara yaklaşıyoruz. Basite allıyoruz her şeyi. Düşman çok uyanıktır oysa.

 

İKİ: Farz edin ki; çiftçisiniz ki; gerçekten de birer çiftçiyiz dünya tarlasında ekip biçen. Bir traktör, taşlı tarlada mı daha rahat ilerler yoksa otlu tarlada mı? Bir tarla satın almak istiyorsunuz. Üç tip tarla var: taşlı, otlu ve taşlı-otlu. Hangisini tercih edersiniz? Elbet mevkisi falanda önemlidir amma faraza böyle bir tercihle karşı karşıyasınız, tercihiniz ne olurdu? İlk evvelde otlu tarlaya talip olurdunuz, sonra taşlı-otlu tarlaya, en sonunda da taşlı tarlaya değil mi? Hatta taşlıya hiç bakmazdınız bile. Çünkü taşlı tarlada iş yapmak çok meşakkatlidir, size çok pahalıya mal olur, belki de canınıza bile mal olabilir. Tarlalar ya otlu ya taşlı olur, tam anlamıyla tertemiz tarla bulmak mümkün değildir. İyi düşünmek gerekiyor. Ürün almak istiyorsan taşlı tarlayı değil otlu tarlayı tercih etmelisin. Çünkü taşlı tarlayı çok görmüşsünüzdür ve taşlı tarladan muzdarip olanlara çok şahit olmuşsunuzdur. O zaman bile isteye lades demek biraz alıklık olur değil mi? Zira taşı temizlemen çok zordur amma otu ayıklaman fazla zorluk çıkarmaz. Çok iyi düşünmek gerekiyor. Yıllarca taşlı tarlalarda ekim yapmak zorunda kalmanın semeresi hepimizce malumdur. İlerlediğimiz mesafe de malumdur. Aldığın ürün verdiğin zahmete değmiyor. Geçmişini bilmeyenler bir gelecek inşa edemezler. Nefislerine göre hareket edenlerin kaderleri acı çekmektir. Ottan feryat edenler taşın altında kalmaya mahkumdurlar.

 

ÜÇ: Tercihlerimizi, herkesi aynı yerde tutarak yapmalıyız yoksa aldanırız. Misal kişiler arasında tercih mi yapacağız? Onların hepsini insan olma durumlarıyla ele alacağız. Kimini melekleştirip kimini şeytanlaştırmayacağız amma mazilerine ve pratiklerine de bakacağız. Yani beri ki kötü de karşı ki iyi diye bişey ok. Herkesin iyi kötü bir mazisi vardır ve bizler tarihleri teğet geçemeyiz. Tarihte kötü nam salmış insanları hemen iyilik meleğine dönüştüremeyiz. Tarihleri kirli olanları pir-ü pak olarak göremeyiz. Taşlı arazilerden neler çektiğimizi asla nisyana terk edemeyiz. Tarihi daha oluşmamış olanları da hemen şeytanlaştıramayız. Çok dikkatli olmak gerekiyor. Nefsi hareket etmemek gerekiyor. Ve bir Müslüman asla nefsiyle hareket edemez. Elbet küçük aldanımlar olur amma hayatının bütününü nefsine göre ayarlayamaz. Zira kaybeden tek bir fert değil bütün bir millet-ümmet olacaktır. Siz kendinizi milletin-ümmetin bütünlüğünden asla bağımsız göremezsiniz. İsteseniz bile bunu yapamazsınız. Zira dünya da fert olarak, toplum olarak, devlet olarak mutlak bağımsız bir olgu yoktur. Her şey zincirin halkaları gibi birbirine geçiktir. Ahmaklık para etmiyor. Birileri bir hata yapıyor, hemen onu şeytanlaştırıyoruz ve gerçek şeytanların kucağına oturmaya çalışıyoruz. Bu büyük felakettir. Kim hatadan münezzehtir âlemde? ‘’Mümin kişi kardeşini terk edip onu zelil duruma düşürmez’’ diyen bir Önder’in (sav) ümmetiyiz biz.

 

DÖRT: SOL (küçüğü büyüğü, radikali, ılımlısı fark etmez), bu topraklarda, normal durumda iktidar olmaz, olamaz ve olmakta istemez. Çünkü normal bir yaşam seyri sol’u tolere etmez. Zira herkesin özgür olduğu bir âlemde sol gelse ve bir şey yapamasa ideolojisi gümler. Ki yapamayacağı içinde gümleyecektir. Öyleyse niçin toplumun suçlamasında haklılık payı olacak şekilde iktidar olsun. Ne iktidar olur, ne suçlanır, ne de kötü gözükür. Sol akıllı. İktidar olmadığı için, bir şeyle suçlanmıyor ve topluma sürekli şirin gözükmeyi beceriyor ve toplumları derinden derine dönüştürmeyi başarıyor. Zaten gerçek görevi de budur solun. Toplumları istendik hale getirmek, milli ve manevi temelleri sarsmaktır temel gayesi. Sol ancak şiddetli bir darbeyle-ihtilale iktidar olabilir ve olmakta ister. Zira öyle bir durumda istediğini yapar, kimse gıkını çıkaramaz, ideolojisini falanda umursamaz. Toplumun ne düşüneceği ırgalamaz kendisini. İstediği gibi at oynatır. Çünkü artık mutlak egemendir. Şimdi şöyle düşünün: diyelim sol iktidar oldu. Bir toplum var. Bu toplum iktidarlardan hizmet bekler. Ve her iktidardan ideolojisine göre bir şeyler umar. Solun ideolojisi nedir? En temelde Marksizm’dir yani hayata yansıması olarak komünizmdir. Bu ne demektir? Zevahire ve yalan rüzgârlarına göre; adalet demektir, aş demektir, eşitlik demektir, iş demektir, yoksulluğun yok olması demektir, yani bu minvaldekiler hep böyle demiyorlar mı? Marksizm olursa işte şöyle olur diye bol keseden nutuk çekmiyorlar mı? E iktidar olunca da toplum bunlardan bunu isteyecek tabiatıyla. Peki, bunların gerçekten olabilme imkânı var mıdır? Hayır. En azından normal seyreden bir yaşamda bunların bir anda tahakkuku mümkün değildir. Kısmi başarılar elde edilebilir amma tam anlamıyla başarı muhaldir. Ve sol, toplumu, bunların mutlak tahakkuku mümkünmüş gibi göstererek aldatmaktadır. Gerçi normal seyretmeyen yaşamda da mümkün değildir. Ki zaten solun böyle bir derdi de asla yoktur ve olamaz da amma varmış gibi nutuk atmaktadır. O zaman vaatler gerçekleşmeyecektir. Peki, vaatler gerçekleşmeyince toplum ne düşünecektir? Resmen küfredecektir. Sadece iktidara değil, zihniyete de. Böylece iktidardan olmakla kalınmayacak, sürekli bir iktidar alanı açan zihniyette göçecektir, kralın çıplak olduğu anlaşılacaktır. Gerçek gibi sunulan her şeyin masal olduğu anlaşılacaktır. İşte bu yüzden mutlak darbeye kadar sola iktidar yasaklanmıştır. Dünyada böyledir. Çünkü ideolojiye birgün çok ihtiyaç olacaktır. Çok derin düşünmek gerekiyor. Asla solun kumpaslarına gelmeyin. Sol sadece gelebilmeyi başarırsa gelir, yer, içer, gider. Bir adım ileri giderse iki adım geri gider ve böylece büyük hedefe (siyonizmin dünya hâkimiyeti) doğru peyderpey ilerler. Şans eseri geldi mi de, bişey yapmazsa da illa bahane üretecek bir şeyler bulur, suçlayacak birilerini bulur. Kendinde suç görmez. Zira o pir-ü paktır. Bu oyuna gelmeyin. Solun yapacağı tek şey vardır: ferdin mana âlemini boşaltmak ve ferdi milli benliğine düşman etmektir. Marksizmin dünya da becerdiği yegâne şey budur. Toplumlara verdiği zerre iyilik yoktur, var diyen ispatla yükümlüdür. Zaten marksizmin yegâne gayesi de siyonizmin dünya egemenliğine katkı sunmaktır, asla ezilenlerin kurtuluşu değildir, ezilenler edebiyatı yaparak mağdur kitleleri hedefine ulaşmada bir araç olarak kullanmaktadır. Ve Marksizm temelinde yürüyen radikal ya da ılımlı hiçbir sol yapıdan insanlığa zerre fayda gelmez ve gelmeyecektir. Sadece aldanacağız, gelir diyorsak. Nostaljik rüzgârlar estirip bizi yüreğimizden vurmak istiyorlar. Asla zerk edilen duygusal rüzgârlara kendimizi kaptırmamalıyız. Şiirler, marşlar bizi aldatmasın. Bizi ilgilendiren masallar değil, gerçeklerdir.

 

Siyonizm, milleti kapitalizmle eziyor ki insanlar komünizme sığınsın. Siyonizm, dünyaya sorgusuz sualsiz tek adamlı rejimle hâkim olacak. Bu mutlak bir gerçekliktir. Aksi muhaldir. Bu rejimde komünizmdir. Marks ne demiştir? Kapitalizm komünizme nedendir. Peki, burada nasıl bir oyun gizlidir. Kapitalizmin it gibi ezdiği bir insan güya kurtarıcı komünizme sığınacaktır. İslam ve Millilik zaten biteviye kötülenmektedir, ya da bir şekilde kapitalizmin payandası olarak lanse edilmektedir. E o zaman ne olur? İnsanlar kapitalizmin zulmünden tabiatıyla komünizme kaçar. Tabi bilerek değil, bilmeyerek. Siz dünyada çok önemli otuz ülkenin komünizme geçtiğini dünseniz ya, nasıl olur? İşte siyonizmin kutsal kitabında da vaat edildiği yeryüzü egemenliği. Hiçte aptal değiliz be! Kendinde bir yaratıcılık olmayan yahudi, milletlerin yaratıcılığını boğmak için Marksizm denilen zehiri üretti. Sahi yıllarca bu güzel ülkem de ilimi-bilimi safsatalarla yasaklayan kimlerdi? Kemalizm maskeli Marksistlerdi. Keza kendisi çalışmayı sevmediği ve faizle insanları sömürdüğü için çalışan milletlerin alın terlerini emmek için de yine Marksizm zehrini üretmiştir. Düşünmek gerekir; devrim olan ülkelerde ki halkların emekleri kimlerin kasalarına aktarıldı acaba o karanlık ve sert yönetimlerde? Burası iyi düşünülmelidir? Ayrıca calib-i dikkat bir halde şudur: acaba tonlarca sayfalık Das Kapital gerçekte kimler için yazılmıştır? Hangi proleter tümünü okumuştur? Ya da yüzde kaç komünist okuma zahmetine katlanmıştır? Yüzde kaç komünist yoldaş, gerçekten Komünizmi idrak etmiş olarak mücadele vermektedir? Yoksa sadece bir avuç siyonistin dünya egemenliğine giden yolda, küresel siyonist şebekenin yol ve yöntemini belirleyen bir kitap mıdır Das Kapital? Bence bu sorular derin sorulardır? Ve soru güzel şeydir? Soru bazı şeylerin Azrail’idir. Ama yürekten fışkırıp gelen sorular olacak! Derin düşünmelerin sonucunda kurulan dürüst sorular olacak, arayış soruları olacak! Boş, basit, saçma ve lüzumsuz sorular olmayacak. Sizce insan sorarak yaşasaydı son durak neresi olurdu? ‘’Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez’’ diyordu değil mi Sokrates? Deli bu adam ya! Ne güzel yaşamak varken, beyin rahat, beden rahat; konforu bozmanın ne lüzumu var değil mi!?!

 

BEŞ: Bazen olumsuz ve karanlık zamanlarda istenmeyen durumlar meydana gelir. Karanlıktan hoşlanan yarasalar kendilerine kovuklar açar ve oradan ilikleri emer. Sağlam gövdeyi cılızlaştırır. Gövdenin dallarını yıpratır. Bu durumlardan çıkıp kurtulmak çok zor olabilir. O durumların oluşum sürecinde direkt ya da endirekt şekilde müdahil olanlarla, olumsuz ve karanlık dönemlerin yarattığı tahribatı temizlemek çok tehlikeli olabilir. Zira süreci yaratanla, sürecin tekrar düzenli işlemesi mümkün değildir. Bu yüzden temizlik harekâtı toplumun genelinin onayını almış, temel değerlere aykırı hareket etmeyen aktörlerle başarıya ulaştırılabilir ama bu harekât başarıyla ikmal olunduktan sonra ev yine kurucu dominant unsura geçer ve geçmelidir de. Fakat bu sefer daha teennili olmak icap eder. Şurası da akıllardan çıkarılmamalıdır: Birilerinin ev sahiplerinin soy ağacından olması onun mutlaka eve ve ev ahaline sadakatli olacağı manasına gelmez ve gelmemelidir, böyle düşünmek safdillik olur. Bu yüzden eve hükmedecek olanların sonsuz bir dikkatle intihabı çok önemlidir. Ev sahiplerinin soy ağacından olandan hanin çıkabileceği gibi, olmayandan da ev ahaline intisap etmiş sadakatli şahsiyet çıkabilir. Müteyakkız olmak icap ediyor. Kurucu irade bu yöne eğilmeli ve teğet geçmemelidir. Yaratılan sürecin nasıl ve kimler eliyle yaratıldığını iyi düşünmelidir. Olumsuz ve karanlık zamanları yaratanlar, kendilerinin kurucu iradenin bir parçası olduklarını söyleyerek yaratmışlardır.

Tarih: 19.05.2011 Okunma: 597

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?