VARLIĞIN TEMELLERİ ÜZERİNE...7...

Özgür DENİZ - 08.05.2011

                                                                     

Mülk nedir? İlk evvelde, hangi kaynaktan bakarsanız bakınız dünya-dünya malı anlaşılır, mülk dendiği zaman. Lüzumsuz boğuntuya gerek yok.  İnsansız, anlamsız olan, bir etkisi olmayan, ancak kullanıldığı zaman anlam taşıyan ve varoluşa matuf eylemlerde aracılık etkisi gören ama asla başkaları üzerinde doğal egemenlik hakkı doğurmayan şeydir. Mülkü insanlar üzerinde egemenlik kurma aracı olarak kullananlar haysiyetsizdirler, zira kendilerine böyle bir hak verilmemiştir. Ki bu, filhakika şirktir. Ve bunlara karşı mücadele etmek insanlık vazifesidir. Büyük mülk vardır, küçük mülk vardır. Büyük mülk, bütün doğadır. Bütün insanlar o doğa üzerinde güçleri yettiğince çalışırlar ve küçük mülklerini elde ederler. Küçük mülk, büyük mülk üzerinde, bütün gövdeni ortaya koyarak, sarf etmiş olduğun emeğin karşılığında elde etmiş olduğun özel mülktür. Zira herkese çalıştığı vardır. Ve insan özgüdür, özgürce çalışır, haram yola sapmadıktan ve muktezasınca hareket ettikten sonra da kazandığının sahibidir ama emanet bilinciyle, aksini yapan Allah’a havaledir. Ve burada, insan-doğa-toplum ilişkilerini regüle etmek, toplumun ortak mutabakatının tecellisi olan devlet-kamu otoritesi devreye girmelidir. Tabi bizlerde kadim ve temel yasalar üzerinde, devlete yardımcı olmak adına, adalet için mücadele etmeliyiz elbette. Ki servet birkaç kişi arasında dönüp duran bir devlete dönüşmesin. Ama bu mücadele zulmü tevlit etmemelidir, birilerinin helal yoldan kazandıklarını zorbaca gasp etmek adına olmamalıdır. Zira başkalarının ter-kan-yaş akıtarak kazandıklarına el koyamazsın, bu ihanettir, ahlaki ve adil değildir. Yani, birinin bütün varlığını ortaya koyarak kazandıklarına el koymak nasıl bir iştir?

 

Evet, bütün mevcudat bir mülktür ve sahibi Allah’tır. Ve bu büyük mülk, önce kavimler arasında, sonra da insanlar arasında bir nevi pay edilmiştir kadim zamanlarda. Nasıl olduğu mevzumuz dışındadır. Zaten izahı da kolay değildir. Ve bugüne kadar da bu mevzuda tek bir izah yapana şahit olmadım. Hiçbir kitapta buna dair bir açılım görmedim. Ama mülk üzerinde serdedilmiş izahlar ve yazılmış kitaplar okudum.  Fakat şurası da bir gerçektir: Âdem babamızın ve Havva anamızın oğulları olan Habil ile Kabil’in de malları vardı. Kabil buğday tarlalarına sahipti, Habil ise koyun sürülerine ve otlaklara sahipti. Demek taksimat yaratılışın özünden gelmektedir. ‘’biz kiminizi kiminize, derecelerle üstün kıldık’’ diyen Rabbimiz değil midir yani? Her şeyinde cevabını bilmemiz gerekir ve bilmeliyiz diye bir şey de yoktur ve olamaz ve badema da olmayacaktır. Bu alıklıktır. Başka cevabı olan buyursun! Ve ikisi de bir şekilde malları ile imtihan edilmişlerdi. Fakat Kabil imtihanı kaybetmişti. Bu dünyada, herkes, malı ve canı ile imtihandadır. Bu asla nisyana terk edilmemelidir. Bilakis dünyada kaybolmak ve ahirete kalmamak mukadderdir ve bu hüsrandır. Geçelim. Gelir getiren ya da yaşamın idamesini sağlayan bir kazanç kapısı olarak da ifade edebiliriz basit anlamda mülkü. Ya da rızık kaynağıdır. Daire, dükkân, toprak, fabrika vs. dir. Öyle büyük laflarla(!) mevzuyu belirsizleştirmeye ve boğmaya lüzum yok. Doğa genel rızık kaynağımızdır, iş yerimizse özel rızık kaynağımızdır tabir caizse. Doğa sarih, hayat sarih, olgularda sarih. Peki, bunca sarih olguları muğlâklaştırmaya lüzum var mıdır?

 

 

BİDİĞİMİZ İNSAN

 

 

                Bu yazıyı, yüreğimin derinliklerinden süzülüp gelen bir içtenlikle, saf bir samimiyetle yazıyorum, eğer yanıldığım yer varsa, küfretmeden izah edebilirsiniz ve konuşarak hal yoluna gidebiliriz. Asla kardeşliği bozmak için yazmıyorum, bilakis kardeşliğin idamesi adına yazıyorum. Zira kardeşlerin, en önemli görevlerinden biri de, kardeşlerini uyarmaktır, uyandırmaktır, muhtemel tehlikelerden haberdar etmektir.  

 

 

Küresel şebeke, dünyaya yeni bir düzen biçme derdindedir. Toplumsal sarsıntıların, arka yüzünde, bu derin şekillendirmenin etkisi vardır. Bu sarsıntıların, özellikle İslam dünyasında meydana gelmesi düşündürücüdür. Sürekli darbeler yiyen ümmet yine bir darbe yemektedir. Kanları dökülmekte, kardeşlik bağları çözülmektedir. Tağutun, ümmetin bağına bağladıkları köpekleri, gelirken ısırarak gelmişti, giderken de ısırarak gitmektedir. Zira toplumlar burunlarından solumaya başlamışlardı ve ahlaksız-adaletsiz diktatörlerin eceli gelmişti. Bu derin çıldırmayı sezen küresel şebeke, hemen işe el attı ve toplumların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmelerinin önüne geçti. Zira hangi toplum olursa olsun, kendi kaderini kendisi tayin ettiği takdirde, kürsel şebekenin seddinde bir delik açılmış olacaktı. Bu yüzden şebeke, asla, toplumlara kendi kaderlerini tayin etmek fırsatı tanımamaktadır. Toplumları şekillendirme din üzerinden yapılacaktır muhtemelen. Zira gerçek İslam tehlikelidir ve tehlikesi giderilmelidir, tefsiye edilmelidir, törpülenmelidir ve bu arada halklarda avutulmalıdır, İslami düzenin geldiğini düşünmesini sağlayarak. Tahrif ve tahrip edilmiş din, yeni şekillendirmede bir araç olarak kullanılacaktır muhtemelen. Ve toplumlara bununla yetinmesi söylenecektir. Velâkin, bu asla, istenilen düzen olmayacaktır. Bu, küresel şebekenin daha ileri ki çok daha tehlikeli hedefi için bir ön planlamadır. Gelecekte kuracağı yeni düzen için kullanacaktır, şu an kurmaya çalıştığı düzeni. Tabi halklar tam olarak uyanırsa ya da uyandıracak birileri ortaya çıkarsa, bütün bu stratejilerin akamete uğraması da söz konusu olabilir ki, inşaallah öyle olur. ‘’Tuzak kuranların en hayırlısı Allah’tır.’’ Allah.

 

 

Yenidünya düzeninin önemli figüranlarından biri, müstakbel düzenin en önemli payandası olarak telakki edilen tahrif edilmiş dinin temsilcisi konumunda olan, hatta bizatihi dini tahrif eden şahıs olan, BİLDİĞİMİZ İNSANDIR. İnsanlığı barış, hoşgörü masallarıyla uyutmak, bu zatın görevidir. Çok acı bunu söylemek, ama karşımızda ki resim bu maatteessüf. Bir nevi İslam dünyasını Hıristiyanlaştırmaktır, yaptığı. Tabi zihnen. Beden değişmez, değişen zihinlerdir. İşte dünyada İslam en büyük tehlikedir diyen şeytan, o büyük tehlikeyi tehlike olmaktan çıkarmak için, İslam’ı tahrif etme yoluna gitmiştir ve bu yolda da BİLDİĞİMİZ İNSANI maalesef kullanmaktadır. Bu güneş gibi apaçıktır. Yani karşısında, direnen bir güç bulmaktan ziyade, insanları tepkisizleştiren, kaderciliğin mahkûmu kılan böyle bir zihniyet daha makuldür Batı için. Zira gelir, istediğini yapar ve gider. Kimse ses etmez, direnmez. Eyvallah beyim çeker. E bir yere destursuz girip, yiyip, içip, eğlenip çekip gitmek kimin işine gelmez. Bu yüzden bu deli Türkleri ve Arapları (!) biraz akıllandırmak icap etmektedir değil mi? biraz kılıcını yumuşatmak iktiza etmektedir. Bir yanağına vurursan diğer yanağını döndürecek olgunluğa (!) eriştirmek iktiza etmektedir değil mi?

 

 

 

Liberal Demokrasi denilen aşağılık, alçak, kahpe, melun, müşrik zihniyet ise, bu yeni düzenin ideolojisidir. Bu ideoloji, toplumları, devletleri bölmek parçalamak yutmak içindir. Demokrasiyle kanunlar yumuşatılır, toplum ve devleti parçalayacak kıvamda dizayn edilir. Böylece devlet ve toplum zahmetsizce yok edilir, esir alınır. Çünkü her şey göz önünde ve çoğunluğun onayı ile yapılmaktadır. Toplumları kendi ülkesinde boğmaktır aslında bunun adı. Toplumu kirletmenin, gençliği zehirlemenin, toplumsal bağları zayıflatmanın en kolay, en zahmetsiz yoludur bu yol. Dini, tümden ref etmenin, en kestirme yöntemidir. Ahlaksızlığı, bir zehir gibi, toplum damarlarına akıtmanın, en tepki çekmeyecek taktiğidir. Zira her şey orta yerde yapılmaktadır. Güya İslam’a dokunulmamaktadır amma öyle bir dokunulmaktadır ki kökten hal yoluna gidilmektedir. Tabi idrak edecek yetimiz varsa!

 

 

İncil’i ve Kutsal Kitabı okuduğunuz zaman, her şey sarahaten ortaya çıkacaktır. Küresel şebekeler-tağutlar, yeni bir düzen inşa etmede, tahrif ettiği kendi kutsal kaynaklarını kullanmaktadır. Oyun kurucusu İngiliz, tetikçisi İsrail, topyekûn vurucusu Amerika’dır. Diğer Batı ülkeleri de payandalarıdır. Hepsinin genetik özelliği ise; Haçlı Sürüleri olmalarıdır. Ülkelerin bağrına bir yılan gibi salıverilen bütün teröristler taşeron görevi görüyor. Ülkeleri istikrarsızlaştırıyor, toplumların enerjisini boş yere heba etmesine sebep oluyor. Kardeşlikleri baltalayıp nifak tohumları ekiyor. İşte böyle bir ortamda Ilımlı İslam da, gerçek İslam’ı örtme ve insanları hayali bir yöne yönlendirme görevi görüyor. Yani tepkisizleştirme, gönüllü teslim olma, bir nevi manen Hıristiyanlaşma görevi görüyor. Yani toplumlar terörün ve özü alınmış dinin arasında sıkışmış kalmış durumdadır. Ilımlı İslam’ı payanda kılarak, kullanarak, Liberal Demokrasi denilen laneti kökleştiriyor ki, teröristler eliyle de zamanı gelince kırılmayı tetiklesin. Zira bütün zehirler ancak böyle bir ortamda toplum bağrına akıtılabilir.

 

 

Dünyada ki oyunların asıl özünü DİN teşkil ediyor. Dünya başından beri İNCİL ve KUTSAL KİTABA göre şekillendiriliyor. Planların, projelerin, taktiklerin, stratejilerin altyapısını tahrif ve tahrip edilmiş kitaplar oluşturuyor. Batı kendi dininden hiçbir zaman kopmadı, evet Allah’ın dininden koptu ama kendininkinden asla. Siz Batı’da ki Ateizme falan inanmayın. Bu bir oyundur. Ateizmin bütün aktörleri, bilim-sanat-edebiyat-felsefe vs. alanda ki bütün aktörleri siyonizmin ajanıdırlar. Diğer dünya milletleri içinde ki uyuyanları uyutmaya devam etme oyunudur. Toplumların içine bu hastalığı sızdırıp, değerleri çürütme yöntemidir bu. Dünyada, insanlığın kanını emen, değerleri kirleten, ahlakı çürüten, ruhları çalınmış hastalıklı tiplerdir. Bunlar kanla beslenirler, dünyayı kızıl nehirlere döndürüp içinde yüzerler. Bu hastalığın adı; Darvinizm, hastalığın yegâne ilacı ise; İSLAM’dır. Batıyı daima din yönlendirmiştir, yönlendirecektir. İncil ve Kutsal kitap, bir din kitabı olmaktan ziyade, bir siyasi kitaptırlar. Dünya da ki işgal planlarının, katliam planlarının, Müslümanları terörist ilan etme oyunlarının, dini tahrif ve tahrip etme ihanetinin altında din kitapları vardır.

 

 

Şu ifadeleri dikkatle okuyun lütfen: ‘’ Bir ülke kendi içinde bölünmüşse o ülke ayakta kalamaz. Bir ev kendi içinde bölünmüşse o ev ayakta kalamaz. Şeytanda kendine karşı gelip kendi içinde bölünmüşse ayakta kalamaz, sonu gelmiş demektir. Hiç kimse güçlü adamın evine girip onun malını çalamaz. Ancak önceden o güçlü adamı bağlarsa onun evini soyabilir.’’ İncil.  ‘’ Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak ve evleri çapul edilerek, karıları kirletilecek.’’ Tevrat.  İşte şeytan da aynen bu temelde strateji belirlemektedir. Güçlü adamı, terörle ve kof dinle bağlıyor ve bütün benliğini soyuyor, çiğniyor, şerefini ayaklar altına alıyor, istediğini yaptırıyor. Kendi arasında da muhkem bir birlik kuruyor, Türk-İslam âlemine karşı. Böylece bütün planlar tıkır tıkır işliyor. Nasıl olsa kitlelerde, tepkisizleştirilmiş ve sessizleştirilmişlerdir. Bir yanağına vurursanız, diğer yanağını çevirecek kemale de erişmişlerdir(!)

 

 

 

Hani FUKUYAMA diyordu ya: ‘’en büyük tehlike İSLAM’dır’’ diye. İşte o büyük tehlike olan İslam’ı, BİLDİĞİMİZ İNSAN aracılığı ile tehlike olmaktan çıkarmıştır Batı. Zira BİLDİĞİMİZ İNSANIN özü Hıristiyanlıktır. Batının İslam dünyasına bakışı neyse BİLDİĞİMİZ İNSANIN bakışı da odur. Batı dünyada terörizm istememektedir, Batı dünyanın kendisine boyun eğmesini istemektedir ve aynısını BİLDĞİMİZ İNSAN da istemektedir. Bu yüzden de sürekli direniş hamlelerini kıracak şekilde açıklamalar yapmakta, direnenleri tıpkı Batı gibi terörist ilan etmektedir. Hatta daha da ileri giderek, direnenleri uyuşturulmuş, hastalıklı tipler olarak görecek derecede izan ve insaf sınırlarını aşmaktadır. Haddizatında BİLDİĞİMİZ İNSAN, yüreğinin sesini dinleyip bir dakikacık akletse ve sonra da İlahi sese yüreğini ve kulağını vererek dinlese gerçekten bu söylediklerinin yanlış olduğuna, en azından aşırı olduğuna kani olacaktır. Bir insan âlimdir diye, günahlardan münezzeh değildir, hatasız değildir, layüsel değildir!

 

 

Oysa direnenlerin hepsi de, ülkeleri için, özgürlükleri için, değerleri için direnmektedirler. Ali Şeriati, Seyyid Kutup, Hasan el Benna, Şeyh Ahmet Yasin, Ebu Hanife, Cevher Dudayev vb. acaba terörist oldukları için mi katledilmişlerdir. Sahi bunlar, hangi terörist faaliyetleri organize etmişlerdir? Şeyh Ahmet Yasin, tekerlekli sandalyeyle, İsrail’i işgal mi etmiştir de, bir namaz çıkışında alçakça bir harekâtla siyonist köpeklerince şehit edilmiştir? Şeriati, hangi katliamından dolayı, hangi İsrailli çocuğun başını taşla ezdiğinden dolayı, kahpe evladı İngiliz ajanlarınca yardım edilerek, domuz yavrusu Savak ajanlarınca katledilmiştir? Yani insanların değerleri, ülkeleri, kaynakları ve milletleri için mücadele vermeleri ne zamandan beridir suç sayılmıştır? Çanakkale de ölenler niçin ölmüşlerdir? Kurtuluş Savaşı’nda ölen Mehmetçiklerimiz niçin can vermişlerdir? Batı denilen batasıca barbarlara boyun mu eğselerdi yani? Bunu mu istiyorsunuz? Şimdi bunlar tümden terörist mi oldular? Bunlar uyuşturulmuş tipler midirler de Batı’ya kafa tutmaktadırlar yoksa haysiyetlerini, namuslarını koruma davası mı vermişlerdir? Siz batıya boyun eğerek mutemet adamlar mı olmaktasınız? Faydalı insanlar mı olmaktasınız? Teröristlikten mi kurtulmaktasınız? Namuslarını, şereflerini, özgürlüklerini, kaynaklarını, kadınlarını peşkeş mi çeksinler istiyorsunuz?

 

 

BİLDİĞİMİZ İNSAN, bir kasetinde müritlerine hâkim, avukat kiralayabilirsiniz demektedir ve bir de ben size güvendiğim için bunu söylüyorum, her şeyi burada unutun tamam mı diye göz kırpmaktadır. Gerçek bir Müslüman şahsiyetin söyleyeceği şeyler değildir bunlar. Zira özellikle belli konumda olan bir Müslüman ahlaksızlık telkin edemez. Bu ihanettir. Belki alttaki insanlardan beklenebilir bu. Zira nefsine uyabilir amma bunu bu yolda ciddi merhale kat ettiği söylenen, âlim olduğu ifade edilen ve ciddi bir kitlenin lideri olduğu söylenen kişi söylüyorsa orada durmak ve düşünmek icap eder. Zira bizler; ‘’Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’’ diyen bir Önderin (sav) ümmetiyiz. Peki, Öndere layık olmak sorumluluğu nerede kaldı? Büyük imam bunu yaparsa cemaat ne yapacak?

 

 

Aynı şekilde, Papa’ya yazdığı bir mektubun sonunda ki ifadesi de gariptir, derin anlam ifade etmektedir. Şöyle diyor: ‘’RABBİN ACİZ KULU.’’ Bu ne demektir? Bu ifadeyi kimler kullanır? Bu çok derin ve manalı bir ifadedir. Bir nevi örtük kabul ifadesidir. Böyle bir ifadeyi bana hiçbir Müslüman şahsiyetin kullandığını kimse gösteremez. Buyurun iddianız varsa ispatınızda olmalıdır. Ben ömrüm boyunca hiçbir din âliminin kitabında böyle bir ifade görmedim. Bu Hıristiyanlığa tabiiyetin zımni ifadesidir. Ayrıca Önderimizi reddetmek kimin haddinedir, fakat BİLDİĞİMİZ İNSAN buna cüret edebilmiştir. Ben bunu bir eleman ile 10 yıl önce falan konuştuğum zaman şöyle demişti: ‘’işte her şeyin bir zamanı var, dinde takiye var, işte böyle söylemediniz mi İslam’ı kabul etmezler’’ gibisinden söylüyordu ve ben itiraz edince ne diyeceğini bilememişti. Şimdi bu nedir Allah aşkına? Bizler, ‘’hakkı bilerek batıl ile gizlemeyin’’ diye uyarı da bulunan Allah’ın kulları değil miyiz?

 

 

BİLDİĞİMİZ İNSAN, sürekli, şeytana karşı direnenleri terörist olarak göstermekten gizli bir zevk almıştır sanki. Dünyada en nefret ettiğim insan Usame bin Ladin diyebilmiştir. Amma dünyanın en aşağılık, en alçak, en vahşi kasabı olan Şaron’dan vb. nefret ettiğine dair tek kelime kimse duymamıştır. Çünkü buradan kendisi nemalanmıştır. Herkesi kendi saflarında toplamayı başarmıştır. Oysa kendisinin varlığı da o terörist dediklerine bağlıdır bir yerde. Söyleyin Allah aşkına, o teröristler(!) olmasaydı, BİLDİĞİMİZ İNSANA karşı Batı’nın tavrı ne olurdu? Oysa onlar var diye Batı’nın gözünde fasulye gibi nimetten sayılmaktadır BİLDİĞİMİZ İNSAN. Bilakis Batı’nın BİLDİĞİMİZ İNSANI bu kadar abartmasını bırakın, şimdiye gömmüştü bile. Peki, BİLDİĞİMİZ İNSAN bu derin ve keskin gerçeği idrakten aciz midir? Bilakis bu hareketlerin manası nedir? Çünkü Batı bütün İslam dünyasının bir gün birleşerek kendisine karşı güç birliği edip direnmesinden it gibi ürkmektedir. İşte burada BİLDİĞİMİZ İNSANA görev düşmektedir. Direniş kıvılcımlarını yok etmek, zihinleri dönüştürmek, isyan ahlakını budamak ve İslam dünyasını Batı’ya boyun eğdirmektir. Yani manen Hıristiyanlaştırmaktır. Müslüman görünmek amma Hıristiyanca yaşamak. Olay budur. Evet, BİLDİĞİMİZ İNSANI lanetlemeyin, kâfire karşı yanında olun amma bu oyunları da sarf-ı nazar etmeyin ve daima uyarmaktan geri durmayın. Fakat BİLDİĞİMİZ İNSAN tavassutu ile Türk-İslam âleminin kaderine etki etmek isteyenlere karşı da müteyakkız olun. Özellikle mevut hükümetimiz ve Sayın Başbakanımız bu konuda sonsuz teennili olmalıdır diye düşünmekteyim.

 

 

Şu bir psikolojik mücadele taktiğidir: radikal çıkışlar yap, taraftar topla, binaenaleyh zımnen dönüş yap, bunu yavaştan hissettir ve kitleni de dönüştür. BİLDİĞİMİZ İNSANI derin şekilde tahkik ettiğiniz zaman bunu ayniyle fark edersiniz. BİLDİĞİMİZ İNSANIN hareketi, Ali Şeraiti’nin, Seyyid Kutup’un, Mevdudi’nin, Hasan El Benna’nın, bizden biri olan Nurettin Topçu üstadın hiç fark ettirilmeden çekilmiş bir kopyasıdır amma yumşaltılmış, tahrif ve tahrip edilmiş bir kopyasıdır. Ve üzeride Said Nursi ile soslanmış bir kötü kopyadır bu. Öyle bir çıkış yapıyor ki, radikal (felsefi olarak kök değerler üzerinde yürümek demektir, yani birilerinin zihinlere sokmaya çalıştığı gibi kötü anlamı yoktur) dersiniz, mücahit dersiniz. Ama bunların hiçbirisi değildir. Fakat taraftar bulması için böyle bir yol denemiştir. İlk zamanlarda ki kasetlerine ve kitaplarına bakınız, Batı’ya lanet okur, Vatikan’a lanet okur, Seyyid Kutup’u takdirle sitayiş eder. Fakat belli bir güce ulaşınca yavaştan hepsini terk eder, söylemler değişmeye başlar. Zira hedefe büyük oranda ulaşılmıştır. Çember genişlemiştir. Rant çarkı hızlı dönmeye başlamıştır. Şimdi dönüşme sırasıdır ve her gelen hoşgörü bahçesine girecektir. Tarihin boyun eğdiremediği Müslüman-Türk’e BİLDİĞİMİZ İNSAN boyun eğdirmeye yeltenmiştir. Velâkin bu maya bozuktur ve tutmayacaktır ve Müslüman-Türk boyun eğmeyecektir ve boyun eğmemek için direnen bütün mazlumların arkalarında duracaktır. Zira bu Müslüman-Türk’ün en büyük görevidir. Tarihi sorumluluğudur. Müslüman-Türk, dünyayı aydınlatacak ve mazlumları ısıtacak bir güneştir, kâfirleri çarpacak bir yıldırımdır ve yakacak bir ateştir.  

 

 

Haddizatında bu söylediklerimi gerçekten üzülerek söylüyorum amma başka da çare yoktur. Gerçeği ifade etmek namus borcudur. Namuslu bir aydının görevi; gerçeği karanlıklar içinden alıp çıkarmaktır. Ve onu bir güneş gibi halkın ufuklarında yansıtmaktır. Aydın, kinle, basit ve küçük çıkar hesaplarıyla hareket edemez. Aydın, dinine, devletine, vatanına, milletine asla ihanet edemez.

Zira bizim değil BİLDİĞİMİZ İNSANIN dönüşüme ihtiyacı vardır. Bizler dinimiz üzereyiz, sapan BİLDİĞİMİZ İNSANDIR. Dini tahrif ve tahrip eden kendisidir. Dünyada vatanları ve namusları için direnen insanları, Amerika’nın afyonlayarak uyuşturduğu ve kullandığı gibi sözleri söyleyen kendisidir. Amerikasız Ortadoğu’ya yönelmenin, oralarda iş yapmanın mümkün olamayacağını ifade eden kendisidir. Küfrettiği Vatikan’a boyun eğen kendisidir. Yani gerçekte, afyonlanan, uyuşturulan ve kullanılan kimdir bilinmez değildir. İnsanlığın temel ahlak ilkelerini tahrip eden kendisidir.

 

 

‘’Topraklarınızı işgal eden ve sizi topraklarınızdan çıkaranlarla Allah yolunda cihad edin’’ diyen Allah’tır. Peki, bir Müslüman, toprakları işgal edildiğinde, namusu payimal edildiğinde teslim mi olsun? Direnmesin mi? Canını ortaya koymasın mı? Kaynaklarını korumasın mı? Bunun yolu zillet içinde izzetsizce yaşamaya çıkmaz mı? Peki, Allah’a iman ettiğini söyleyen bir Müslüman böyle şeyleri nasıl söyleyebilir? Filistin’de, başı taşla ezilen bir çocuğu gören Müslüman ne hisseder? Irak’ta, gözleri önünde kahpe dölü coni tarafından karısının ırzına geçilen bir Müslüman ne hisseder? Bu Müslüman’a terörist demek nasıl bir zihniyetin ürünüdür ve bu melun zihniyeti desteklemek nasıl bir ruh halinin ürünüdür? Peki, o Müslüman, karısının ırzına geçeni tebrik mi etsin? Hatta kendi elleriyle mi sunsun? Toprağı işgal edilen Müslüman; buyur gel, topraklarımız bize zaten fazla geliyordu, sende ortak ol, hatta biz kendimizi idare edemiyoruz sen liderimiz ol mu desin kâfire? Başı taşla ezilen çocuğun babası tebessüm mü etsin şeytana? Şeytan işgal edince mazlumdur, Müslüman direnince teröristtir öyle mi? Bu nasıl bir vicdandır? Tamam, kabul ediyorum; buyurun bana çözüm yolu söyleyin o zaman. Böyle durumlarda Müslüman ne yapmalıdır?

 

 

                Yani bugün dünyada terör üretim merkezi neresidir bilmiyor değiliz. Kimler teröristtir ve dünyada terör estirenler kimlerdir bigâne değiliz. Hangi Müslüman şahıs, toplum ya da devlet durduk yerde başkalarına zulmetmiştir? Başkalarının topraklarını işgal edip, namusunu payimal etmiştir, kaynaklarını yağmalamıştır? Hadi erkekseniz bir tek örnek veriniz. Amma Batı’nın katlettiği insan sayısını kim hesap edebilir? Yağmaladığı kaynakların hesabını kim tutabilir? İşgal ettiği toprakların ölçümünü kim ifade edebilir? Dünyanın baş teröristi Batı’dır kim ne derse desin. Adolf Hitler’in, ‘’insanlığı çürüten mikroplar’’ diye tarif ettiği, Schopenhauer’in ‘’yalanın büyük üstatları’’ diye tavsif ettiği siyonist pisliklerdir ve topyekûn Batı’dır. Batı barbardır, hayvandır, batı vahşidir, alçaktır, namussuzdur, batı şerefsizdir, domuzdur, maymundur. Bütün melanetlerin, ahlaksızlıkların mahreci Batı’dır. Şimdi namusları için, vatanları için, milletleri için direnen Müslümanları terörist olarak suçlamak nasıl bir ruh halidir, bütün bu apaçık gerçekler karşısında Allah aşkına? Üstelikte net bilgiye sahip olmadan. Bakınız İlahımız ve Önderimiz neler söylemektedirler? İlahımız (cc) diyor ki; ‘’Fasıklardan gelen haberlere, araştırıp sormadan hemen inanmayın.’’ Keza Önderimiz (sav) diyor ki; ‘’hakkında güneş gibi kesin bilgiye sahip olmadığın şey hakkında kesin kararını verme.’’ Peki, bize noluyor Allah aşkına? Biz nasıl insanlarız? Sahi bizler kimleriz? İnsanda biraz vicdan olur değil mi? Dünya medyasının ve onun yerel yavrularının sunduklarıyla mı olayları değerlendireceğiz yoksa Allah’ın istediği şekilde mi?  

 

 

 Bana ayetlerde ve hadislerde BİLDİĞİMİZ İNSANIN yolunu tasvip eden tek bir hüccet gösterin, kendimi bütün insanlığın önünde hayvandan daha aşağı bir mahlûk olarak ilan edeceğim ve yüzüme tükürülmesine ses etmeyeceğim, bunu yapmazsam şerefsiz evladıyım. Bakınız hoş ama boş konuşmuyorum. Laf olsun icabından da söylemiyorum. Bütün yüreğimle samimiyim. Ben bir şeyi kökleri üzerinden konuşurum, değerlendiririm. Ve gerçekten ikna olursam kabul etmekte tereddüt etmem. Fakat maalesef bu bizim toplumsal bir kusurumuz. Konuşuyorsunuz, anlatıyorsunuz, dinliyorsunuz ve mutabık oluyorsunuz amma daha sonra arkadaşım aynı şeyleri üfürmekte tereddüt etmiyor, daha önce savunulan şeyin yanlışlığında mutabık olduğumuz halde. O zaman niye okuyoruz, düşünüyoruz ve mücadele veriyoruz? Bence gerçekten biraz sahtekârız. Yazma olayında da aynı. Durup düşünmeden yazıyoruz. Laf olsun icabında yazıyoruz. Yazdıklarımızın ayağı yere basıyor mu basmıyor mu diye düşünmüyoruz. Söylediklerimizin çürütüleceğini bildiğimiz halde yazıyoruz. Yani gerçekten sanki yazmış olmak, ün sahibi olmak, kendimizi göstermek için yazıyoruz. Ve sonra da toplumda ki kötülüklerden şikâyetçi oluyoruz, insanların rezilliğinden şikâyetçi oluyoruz, niçin adaletsizlik-ahlaksızlık toplumu sarmış diye soruyoruz. Ayıp diye bir şey var be!

 

 

 

Haddizatında BİLDİĞİMİZ İNSAN dönüştürdüğü kitlenin içinde ki bir odak tarafından zımnen ekarte bile edilmiş durumdadır muhtemelen. BİLDİĞİMİZ İNSANIN ülkesine gelememesinin ardında, tamemen CIA ve MOSSAD’ın emrine girmiş kendi elemanları vardır. Ve Türkiye’ye gelmesini istememektedirler. Aslında zerre sorun yoktur gelmesinde. Fakat suni korkularla mevcut durum beslenmektedir, malum zat aldatılmaktadır. Hatta ben yaşadığından bile emin değilim. Bence BİLDİĞİMİZ İNSANIN yaşadığı yerde ki bütün elemanları ve burayla irtibat kuran, burada hâkim olan bütün elemanları CIA ve MOSSAD ile ilintilidir. Buz dağının ardı çok farklıdır. Hiçbir şey ekrana yansıtıldığı gibi değildir. İçeride de rahatsızlık vardır fakat yansıtmamayı başarmaktadırlar. Biraz da CIA ve MOSSAD sayesinde olmaktadır. Çünkü ciddi tehdit vardır.

 

 

 

İsterdik ve dilerdik ki, keşke, BİLDİĞİMİZ İNSAN daha açık, daha şeffaf, daha ehl-i hak, daha yerli, daha otantik bir yöntem takip etseydi. Şeytanın evine hiç iltica etmeseydi. İslam’dan milim sapmamış olsaydı, hakikati olduğu gibi aktarsaydı, önderin izini terk etmeseydi. Ömrü tükenesiye kadar takiye içinde olmasaydı. Ülkesinin ve milletinin özgürlüğü için mücadele vermiş olsaydı. İnsanları diriltseydi, ahlaki direnişin önemine vurgu yapsaydı. Önderin mukaddes izinden milim sapmasaydı. Kitabı olduğu gibi anlatsaydı. İstediğini (nefsinin istediğini) değil, istenileni (Allah’ın, Önder’in, Kitabın istediğini)yapsaydı.  Yani bir insanın illa eline silah alması gerekmez ki, illa meydana çıkıp önüne gelenle vuruşması gerekmez ki, yani illa bedeni ortaya koymak icap etmez her zaman, zihnen sağlam durmak çok önemlidir, temel naslara ihanet etmeden yaşamak çok önemlidir. Ama olmadı, yapmadı.

 

 

Ben burada naçizane fikirlerimi serdediyorum, kimsenin bana kızmaya hakkı yoktur. Fikre fikirle cevap vermek erdemliliktir. Ben küfretmiyorum, ağır hakaretlerde bulunmuyorum. Gerçekten bilgilendirilmek isterim. Yanlışım varsa görmek ve düzeltmek isterim. Madem diyalog, işte budur diyalog. Pençelerimizle değil, kalbimizle ve beynimizle hareket edelim. Yüreğimin inceliğine gerçekten inanabilirsiniz, bütün sertliğimin altında tahminsiz bir inceliğin olduğuna emin olunuz. Dünya kısa, ömür az. Eğilip bükülmeye zaman yok. Kâfire yüzsuyu dökmeye değmez. Kâfir karşısında izzetsice yaşamaya değmez. ‘’İzzet, şeref, güç ve üstünlük Allah’ın, peygamberin ve müminlerin yanındadır’’ der Allah. Peki, kâfirlerin yanında ne vardır? ‘’Onlar insanlığı çürüten mikroplardır’’, Adolf Hitler’in mutlak doğru ifadesiyle. Sözde bir hedef belirleyip, oraya varıncaya kadar bu mikroplara eyvallah çekmek ve insanlığı çürütmelerine müsaade etmek ne kadar insani ve ahlakidir? Laf icabı olsa da, şeytanı onare etmek ve hakkında net bilgiye sahip olmadığın Müslümanları tahkir ve tezyif etmek hatta lanetlemek, ayetlere ve hadislere uygun mudur?

 

 

Bugüne kadar zillet içinde izzetsizce yaşadıkta ne oldu? Biteviye takiye yaptık, elimize geçen nedir? Eğer zerre olumlu bir gelişme emaresi gösterin eyvallah çekip özür dilemezsem namerdim. BİLDİĞİMİZ İNSAN, Haçlıların Anadolu içlerine sokulmuş Truva atıdır sanki. En azından gördüğümüz resmin bize anlattıkları budur. Barış dolu, hoşgörü dolu bir dünya muhaldir. Bunu dünyayı bilen her insan bilir. Haçlı sürülerine bütün insanlık tabi olmadıkça dünyada mutlak barış asla olmaz. ‘’Siz onlardan (Yahudi ve Hıristiyanlardan) olmadıkça, onlar sizi asla kabullenmezler.’’ Allah. Peki, bu mümkün müdür? Asla. O zaman dünya barışı mümkün müdür? Asla. Dünya barışı kandırmacadır. Haçlı sürüleri insanlığı köleleştirmedikçe katliamlarına devam edeceklerdir. Dünya bütünüyle siyonist şeytanın yönetimine girmedikçe dünyada terörün durması muhaldir. Onlar biz katliam yapalım siz susun demektedirler. İşte bu yüzdende insanları susturmak için barış teraneleri, hoşgörü teraneleri okumaktadırlar. Yalandır bu. Şeytan senin topraklarını işgal edecek ve sen eyvallah çekeceksin. İşte bu olursa, belki lafta kalması koşuluyla barışta olur. Siyonist yahudi, yalanın mimarıdır. Mevcudiyeti yalan üzerinedir. Batı işgal ederse barış adına olacak amma Müslüman bu işgale direnirse terörist olacak. Tükürürm böyle vicdansızlığa be! İnsanlık diye bir şey var be. Vicdan diye bir şey var be. Ölüm diye bir şey var be. Hesap diye bir şey var be. Tevhid ile şirkin mücadelesi sonsuza değindir. Sabredenler kazanacaklardır. Aslında daha söyleyecek çok şey var amma geçelim diyelim. Zira hiçbiri bilinmiyor değildir.

 

 

 

Kitaplarınızı okuduk, kasetlerinizi dinledik ve alkışladık, eyvallah çektik. Keşke hep aynı kalsaydınız be. Bunları yüreğimden söylediğime inanınız. Niye böyle oldunuz, böyle yaptınız? Keşke vatanınızda kalsaydınız, mücadelenizi topraklarınızda verip bir ömür vatan hasretiyle yanmayaydınız. Bıraksaydınız, içeriye tıksaydılar da kendinizde-evinizde kalsaydınız. Onlar utansalardı. Hakkı apaçık şekilde haykırsaydınız keşke. Güneşi bir elinize, ayı diğer elinize verseler de davanızdan caymayaydınız, davanızı katletmeyeydiniz. Takiye yapmak zorunda mıydınız be BİLDİĞİMİZ İNSAN ve bunu hala sürdürmek zorunda mısınız? Alışkanlık kader oluyor be. Bu yüzden ne acılar çektik. Değdi mi be? Reel olana teslim oldunuz ve bizleri de realist canavarlara teslim ettiniz be. Böyle böyle dünyanın esirleri olduk. Tecerrüt ettik. Artık dünyevileşmiştik. Tedricen bütün erdemlerimizden uzaklaştık. Müslümanların emperyalizm destekçisi olarak lanse edilmesine neden oldunuz. Değer miydi? Sömürüye karşı konuştuğumuz zaman, görüyoruz sizinkileri dediler. İçimiz acıyor be BİLDİĞİMİZ İNSAN. Doğduk doğalı acıların çocuğuyuz bu topraklarda. Borçlu doğduk borçlu ölecez. Hiç özgürlüğü tadamadık. Farazi serbestlikleri özgürlük sandık. Güya ibadetler yapılıyordu amma içi boştu. Dinimizin istediği gibi yaşayamadık bir gün bile be. Kaynaklarımızdan hakkımız olanı hiç alamadık be BİLDİĞİMİZ İNSAN ve size gülümseyen ve aynı zaman da küfreden Karunlar haklarımızı çaldı hep be. Adalet için mücadele veremez miydiniz be? Peki, bir ömrü böyle yaşamaya değdi mi ve değer miydi?

 

 

Belki size haksızlık yapıyoruz. Ama bizim gördüklerimiz bunlar. Belki siz başka şeyler söylediniz ama müntesipleriniz farklı algıladı ve yanlışlara imza attı. Ama uyarmak zorunda değil miydiniz? Tarihimize yabancı değiliz. Ne insanlar geldi geçti bu zaman nehrinin içinden. Direnenler oldu ve teslim olanlar. Bu dünyada hep haksızlıklar karşısında susacak hep otoritelere boyun mu eğeceğiz be? ‘’Haksızlık karşısında susanlar dilsiz şeytandırlar’’ diyen Önder (sav) kimdir? Hanelerimize umarsız dalındı sustuk. Hakkımız çalındı sustuk. Ekmeğimiz alındı sustuk. Evlatlarımız katledildi sustuk. Peki, ahirette mi konuşacağız? Ahirette mi hakkı haykıracağız? Ahirette mi dini sahibinin kılacağız? Ahirette mi izzeti kardeşimizin yanında arayacağız? Ahirette mi açık edeceğiz geçekleri? Evet, söyleyin lütfen. Eğer öyleyse susalım hep ve devam edelim kırılmaya, vurulmaya, hesap sorulmaya. Devam eldim boş yere yorulmaya. Devam edelim zillet içinde izzetsizce yaşamaya, devam edelim şerefi başkalarının yanında aramaya, devam edelim ömrümüzün sonuna kadar takiye yapmaya. Devam edelim, zer-zor-tezvir şebeksinin kulları olmaya.

 

 

                Son tahlilde; Allah varsa ben hakkım ama yoksa siz sayın hocam. Fakat ne mutlu ki; VAR.

 

 

Bir izah yapmak istiyorum: burada aklım ile düşünüp, vicdanım ile karar vermekteyim dostlarım. Ben gözlemlerimi, İlah’ım, Kitabım ve Önderim nazarıyla yapmaya çalışırım. Ne bir parti, ne bir kişi, ne bir kurum ya da ne de toplumsal normlar temelinde olayları değerlendirmem. Zira bunlar sübjektiftir ve dolayısıyla yanıltıcıdır.

 

 

Şöyle bir durum var: dünya da Batı ve Doğu olarak en temelde iki blok var mı? Tıpkı hak ve batıl gibi iki sınıfın olduğu gibi. Evet, en derinlerde böyle iki blok vardır. Bu iki blok yer üzerinde biteviye bir mücadele içerisinde midirler? Kör değiliz! Şimdi dünyada terörün anası-babası kimdir? Dünyaya ahlaksızlığı yayan kimdir? Adaletsizliğin müsebbibi kimdir? İnsanlığı çürütenler, yalanın üstatları kimlerdir? Müslümanların topraklarını metazori işgal eden, kaynaklarını vandalca yağmalayan, değerlerini harap eden, namuslarını payimal eden kimdir? Müslüman nesli katleden, aydınları şehit eden kimdir? Bütün şeytani planları tertipleyen, kardeşlikleri tahrip eden kimdir? Dünya borsasının, medyasının, petrolünün, altınının hâkimi kimdir? Bir âlim derler ki; ‘’eğer dünyanın bir ucunda bir Müslüman kadın esir düşse, diğer ucunda ki Müslüman’a onu kurtarmak farz olur.’’ Bu hakikaten çok namuslu ve genel kabul gören bir âlimin sözüdür. Bu ne ifade ediyor sizin için?

 

 

 

Bütün bunlardan sonra birkaç soru sormak ve izah yapmak istiyorum: şimdi, ben, bir Müslüman-Türk evladı olarak ne yapmalıyım? Hangi yönlü düşünmem iktiza eder? Hangi kararı vermeliyim? Ve bizler kimleriz ve neyle emrolunmuştuk? Bilmediğim, görmediğim, hakkında kesin bilgiye sahip olmadığım şeyler hakkında birini itham etmem ahlaki ve adil midir? Ayrıca ve ayrıca, şayet bir yerde savaş ya da etkin mücadele durumu varsa, orada işte şu olmasın, bu olmasın, o ölmesin, şu ölmesin diye tereddüt içinde kalmanın faturası ne olur ve sonuç kimin lehine olur? Ya da böyle bir durumda başka ne yapılmalıdır? Gerçekten soruyorum bunu. Evet, savaşında yasları vardır amma bir yerde de savaştır bu lanet olasıca şey. İstenmedik şeylerin olması kaçınılmazdır. Ve burada suçlu aranmaz, suçlu varsa da savaşı başlatandır. Toprakları işgal edendir. Dünyada ki Müslümanların hali bellidir. Anasına, babasına, bacısına tecavüz edilen bir Müslüman nasıl ruh haline sahiptir? Nasıl hareket etsin isteriz? Buyurun bir çerçeve çıkarın ve asın meydanlara ve ona göre hareket etsinler. Bir kişiyi değil Hakkı savunmak insanlıktır. Ve bizim yaptığımızda budur.

 

 

 

Nasıl dayanılır, başı taşla ezilen, kolu taşla kırılan bir çocuğu görünce? Yürek nasıl yanmaz, küçücük kızlarının namusuna tecavüz edilen bir ananın gözyaşlarına tanık olununca? Beyinler nasıl durmaz, gözleri önünde karısının işkencelerle ırzına geçilen adamın çaresizliğini müşahede edince? Ağlamamak elde midir böyle bir durumda? Ağlamayan yürek insan yüreği midir?

 

 

Kafası taşla ezilen Filistinli kimdir? Irzına geçilen Somalili kimdir? Başı kesilip, karnı yarılan Çeçenyalı kimdir? Ve bizler kimleriz? Dünyaya nizam vermiş bir ecdadın torunları değil miyiz? İslam’ın keskin kılıcı değil miyiz? Davasından dönmeyen Önderin (sav) ümmeti değil miyiz? Ben bu zulme direnmeseydim, benden sonra zulme direnecek tek kişi olmazdı diyen Hüseyin’in izcileri değil miyiz? Ve Hak davanın nice önderlerinin takipçileri değil miyiz? 40 kişi ile alçak Çin’in sarayını basan Kürşadların torunları değil miyiz? Askerleri bir bağın yanından geçerken tek meyve dahi koparmayan Yavuzların torunları değil miyiz?

 

 

Şiddetten zarar gördüğünü söylediğiniz ve direnenlerini teröristlikle damgaladığınız Müslümanlar demokrasiden hangi faydayı görmüşlerdir? Biri bana bunu namusluca izah etmelidir. Direnmek ne zamandan beri suç sayılmıştır? Ve demokrasi ne zamandan beri Hak yolun yegâne aracı sayılmıştır? Dünyada ki birkaç Müslüman’ın direnişi Müslümanların zararına olmuştur da, alçak, vahşi, kahpe şeytanın Müslümanlara getirdiği demokrasiden hangi Müslüman fayda görmüştür? Kıvırtmaya gerek yok. Erkek olmak gerek. Ve erkek olanın yeri er meydanıdır. Namusluysan, dürüstsen, kendinden eminsen er meydanı senin içindir.

 

 

Allah, bizleri, kendisine, önderimize, ecdadımıza layık kullar eylesin. Allah ruhumuzu ve beynimizi mutlak bilgiyle aydınlatsın. Allah bizleri kâfirlerin şerrinden ve tuzaklarından emin eylesin. Allah kardeşlik bağlarımızı muhkemleştirsin. Kardeşlerimize vicdan, akıl, insaf, izan versin. Uyarma görevimizi hakkıyla ifa etmeyi nasip etsin. Sonsuz âminler olsun.

 

 

Ve son söz Namık Kemal’in olsun. ‘’Köpektir zevk alan, sayyad-ı bî insafa hizmetten.’’

 

 

Bu ülke, bu millet ve ümmet MARKSİZM denilen kızıl beladan da, BİLDİĞİMİZ İNSANIN tahrif ve tahrip edilmiş dininden da uzak durmalıdır. Bilakis siyonistin kucağına oturması mukadderdir. Siyonisti bildiği halde o mikroba hizmet eden gerçekten alçaktır, köpektir.

 

Tarih: 08.05.2011 Okunma: 638

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Seyfeddin Karahocagil

11.03.2011 - 13:59

Değerli dostum ve aziz kardeşim. Yine hem güncel ve hem de önemli bir konuya parmak basmışsınız. Sizi bütün kalbimle tebrik ederim. Evet bir fadime olayıyla yine karşıkarşıyayız. Ama şükürler olsun ki Bu olayı örseleyen medya o günkü medya kadar becerikli değil.Kurgu üstüne kurgu, yalan üstüne yalan ve kiralanmış yüzlerce sahtekâr işte bugün bunlar yok.. Bir de bana bu komploların içinde sanki C.H.P. nin bizzat eli, var gibi geliyor. C.H.P. bir değişim uğruna dallarını buduyor.. Zatialinizin de bildiği gibi ben partici değilim. O bakımdan benim ifadelerimi A.K.P. yi savunma anlamına almayaın lütfen.Bizdeki siyasi ahlak değişmediği müddetce durumdan vazife çıkaranlar her zaman olur. Ama bana öyle geliyor ki bu komplo ençok C.H.P. nin işine yarıyacak. ve mazlumu oynayarak oyunu artıracaktır.Fadime olayı zamanındaki mazlumlar serbest bırakılsaydı, yani partileri kapatımasaydı tekbaşına iktidara geleceklerdi.Bugün böyle bir müdahele olmadığına göre mazlumlar kârlı çıkar bu işten..İleride buna benzer oyunlar A.K.P içinde oynanırsa şaşmam.. Zira birileri Türkiyeyi iki partiye indirmeyi düşünüyor olabilir. Allah sonumuzu hayreyleye.. Selam, sevgi ve sdaygılarımla.

Seyfeddin Karahocagil

11.03.2011 - 13:59

Değerli dostum ve aziz kardeşim. Yine hem güncel ve hem de önemli bir konuya parmak basmışsınız. Sizi bütün kalbimle tebrik ederim. Evet bir fadime olayıyla yine karşıkarşıyayız. Ama şükürler olsun ki Bu olayı örseleyen medya o günkü medya kadar becerikli değil.Kurgu üstüne kurgu, yalan üstüne yalan ve kiralanmış yüzlerce sahtekâr işte bugün bunlar yok.. Bir de bana bu komploların içinde sanki C.H.P. nin bizzat eli, var gibi geliyor. C.H.P. bir değişim uğruna dallarını buduyor.. Zatialinizin de bildiği gibi ben partici değilim. O bakımdan benim ifadelerimi A.K.P. yi savunma anlamına almayaın lütfen.Bizdeki siyasi ahlak değişmediği müddetce durumdan vazife çıkaranlar her zaman olur. Ama bana öyle geliyor ki bu komplo ençok C.H.P. nin işine yarıyacak. ve mazlumu oynayarak oyunu artıracaktır.Fadime olayı zamanındaki mazlumlar serbest bırakılsaydı, yani partileri kapatımasaydı tekbaşına iktidara geleceklerdi.Bugün böyle bir müdahele olmadığına göre mazlumlar kârlı çıkar bu işten..İleride buna benzer oyunlar A.K.P içinde oynanırsa şaşmam.. Zira birileri Türkiyeyi iki partiye indirmeyi düşünüyor olabilir. Allah sonumuzu hayreyleye.. Selam, sevgi ve sdaygılarımla.