KOMÜNİSTTEN-MİLLİYETÇİDEN- İSLAMCIDAN ÖZÜR...

Özgür DENİZ - 10.10.2010

 

                ‘’Tefekkür bir arayıştır. İçtimai bir arayış. Yazarın tek düşmanı vardır: bağnazlık. Düşüncenin bütün huysuzluklarına, bütün hoyratlıklarına, bütün çılgınlıklarına selam.’’ Cemil Meriç.

 

                Üç düşünce. Üçü de belli bir fikirsel temele dayanan ideolojileşmiş düşünceler. Ya da varlığa dair çıkarımlarını sistemleştirerek ideolojik kalıba sokmuş düşünceler. Kendi temel olgularına münhasır söylemlere, sloganlara, ritüellere, işaretlere sahip düşünceler. Ve olguların bu tezahürleri ile kendilerini ifade etmeye ve kendilerine destek bulmaya çalışan düşünceler. Ayrıca köklü ve tabanı olan düşünceler. Üçünün de dayandıkları bir değerler manzumesi var. Üçünün de bir dünya nizamı hedefi var. Üçü de insanlığın kaderine hükmetme gayesine ulaşıp kendi inançlarına göre dünyayı şekillendirmek istemektedirler. İnsanlığın problemlerine dair çözüm önerileri var. İnsana, dünyaya, varlığa, Tanrı’ya, kâinata, toplum yönetimine dair düşünceleri ve önerileri var. Üç düşünce de katı kanunlara tabi olan somut dünya üzerinde savaşım veriyor. Üç düşüncede kahir ekseriyeti zalim, cahil ve nankör olan insanlığa hitap ediyor. Ve çoğunlukla değindik bunlara. Evet, bu değinilerimizde bazen kırdık, bazen yapıcı ve sevindirici olduk belki ama gerçekten samimi yaklaşımlarda bulunduk ya da bulunduğumuza inanıyoruz. Bizim değerlendirmelerimiz genellikle bu düşünceleri temsil seviyesinde olan, düşüncelerin siyasi düzlemde savunusunu yapan, düşünceler adına yönlendirmelerde bulunan ve yerel ya da küresel ilişkiler ağında aktif rol alan kişilere yönelikti. Hiçbir zaman bu düşüncelerin ayağına (tabanına-temeline) yönelik sert ve kırıcı, incitici ve yaralayıcı mülahazalar serdetmedik. Bilakis hep yapıcı ve düşündürücü mülahazalar serdettik. Çünkü biliyorduk ki, düşüncenin yürümesini, ilerlemesini, ayakta kalmasını sağlayan toplumsal ayağı suçlu değildi düşüncelerin pratiğinde. Ve toplumsal taban genellikle samimi idi, ne kadarda, kahir ekseriyetle, bilinçsizlikle malul olsa da. Çünkü toplumsal taban sadece zevahirden haberdardı ve batından haberdar olması kabil değildi. Zira batından haberdar olması bütün büyüyü bozabilirdi! Zaten efendilerde buna asla izin vermezlerdi.

 

 

                Evet, sevgili dostlar! Bu üç düşüncenin samimi müntesiplerinden kalpten özür diliyorum. Şayet kendilerinin alındıkları ve kırıldıkları bir duruma meydan verdiysem. Yemin ediyorum özrüm lafta değil, dil ucunda değil. Yüreğimin en dip derinliklerinden süzülüp gelmektedir ve söz halinde size ulaşmaktadır. Fakat bu üç düşüncenin, toplumsal ayağını kullanarak, kendilerine rant üreten, umutları çalan tepe kodamanlarından asla özür dilemiyorum. Çünkü üç düşüncenin toplumsal ayağında samimi dostlarım var. Bu yazımı o yoldaşlardan, kardeşlerden, ülküdaşlardan okuyan olursa şayet lütfen beni anlasınlar ve özrümü kabul etsinler. Ama şurası da var tabi ki; ben düşünceleri tartışmayı seven, fikirler üzerine fikir teatisinde bulunmayı seven, varlığa dair çıkarımlarda bulunmaktan hoşlanan bir insanım. Çünkü arayan bir bireyim. Bazı değerlere susuzluğu ve açlığı olan bir bireyim. Tabi bu şekilde olan sadece ben değilim, bilakis hepimiziz. Ne tamam oldum ne de ideolojik düzeyde mutlak doğru buldum. Bilakis hep yolda oldum. Ne yolun sonu geldi, ne de ben yoldan çıktım. Ve hala da aynı şekildeyim. Yol ve yolcu ikilisi olarak serüvenimiz devam ediyor. Uzun ince bir yoldayım. Gidiyorum gündüz gece.

 

 

                Gerçekten yüreğimde derin bir sızı var. Hep, sanki kırdığım, üzdüğüm dostlarım varmış gibi ve böylece, umarsızca, ömrümü sürdürüyormuşum gibi acı çekiyorum. Her yazımı acaba bir insan kardeşimi yine kıracak bir şey yazıyor muyum düşüncesiyle yazıyorum. Gece gündüz bu düşünceyle yatıp kalkıyorum. Bu dünyaya kırmaya değil doğrultmaya geldiğimize inanıyorum. Kötülük yapmaya değil iyiliklerle gönül almaya geldiğimize inanıyorum. Ve kocaman bir gönül evi inşa etme yükümlülüğümüzün olduğuna kaniyim. Katılmadığımız düşüncelerimiz varsa bunların konuşularak, tartışılarak halledileceğine inanıyorum. Düşünsel düzeyde birbirimizi tasvip etmesekte dost olarak kalabilmemizin mümkün olduğuna inanıyorum. Gerçekten bu olabilir. Zira sürekli ideolojilerle yatıp kalkan, ideolojilerle karın doyuran, ideolojilerle konuşan insanlar değiliz ve bu mümkünde değil. Ortak insani değerler ekseninde iletişim kuruyoruz ve buna mecburuz da. Çünkü başka seçenek yok. Bu dünyada ortak bir dil mümkün. Bu dünyada insanların buluşabileceği müşterekler mevcut. Bu yüzden sürekli farklılıkları gündem yapıp birbirimizi kırmak anlamsız. Birbirimize uzak düşmek mantıksız. Birbirimizi düşman görmek gerçekten saçma. Zira farklılıklarımızın tadını çıkarmaktan mahrum kalıyoruz. Körü körüne kavga ediyoruz, kalp kırıyoruz, birbirimizin canına kast ediyoruz, bir bardak çay eşliğinde bir yudumluk muhabbetten haz almaktan mahrum oluyoruz ama nice zaman sonra aklımız başımıza geldiğinde sonsuz pişman oluyoruz. Ve sürgit acıların tutsağı oluyoruz. Acı çekmeden, sızı duymadan gerçeği göremiyoruz. Gördüğümüz zamanda iş işten çoktan geçmiş oluyor. Kimi ipte oluyor, kimi cipte oluyor. Bizim yüreğimizse acılarla, kederlerle, ıstıraplarla doluyor. Kimi mazgallardan dünyayı seyrederken, kimisi güneşin tadını çıkarıyor.

 

 

                Aslında biraz gayret etsek gerçeği görebilmemiz mümkünken bunu kendi elimizle imkânsız yapıyoruz. Ve ben buna çok kızıyorum. Canım sıkılıyor. Zira bu tür basit ve anlamsız şeyler yüzünden ve bilinçdışılığın esiri olmaktan dolayı yaşamı ıskalıyoruz. Umutlarımız çalınıyor. Hayallerimiz kirletiliyor. Rüyalarımızı kaybediyoruz. Düşlerimizin üzerine karabasan çöküyor. Biz ağlarken birileri gülüyor. Emin olun ki peşinden gittikleriniz kurduğunuz hayallerin gerçekleşmesi için çalışmıyor. Bunu bilmelisiniz. Çünkü dünyada ki sistemde bu şekilde işliyor. Hayallerin sürekli gerçekleşme ihtimali mevcutmuş gibi sunum yapılıyor sizlere ve sizler inandırılarak sömürülüyorsunuz. Aslında hiçbir düşüncenin, istediği dünyanın, bu şekilde gerçekleşme ihtimali asla mümkün değil. Ama mümkünmüş gibi sizi aldatıyorlar ve üzerinizden devasa rant götürüyorlar. Herkes kendine verilen rolün icaplarını ifa ediyor. Öndekiler, sizi, gittiğinizi sandığınız dünyalara götürmüyor. Sizler bile bile oyalanıyorsunuz. Ama bu oyunu görmekten de korkuyorsunuz. Çünkü çok acı çekeceksiniz bu yüzden. Öyleyse sert gerçekle karşılaşmaktansa tatlı avuntularla oyalanmak evladır diyorsunuz içinizden.

 

 

                Yoldaşlarım, gardaşlarım, ülküdaşlarım hangi siyasetçi bugüne kadar size doğruyu söyledi? Hangisi sizi düşündü? Hangisi pervasızca doğruları haykırdı? Hangi gazeteci sert gerçekleri yazabilme yürekliliği gösterdi? Ne dendi her daim? Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu her yerde söyleme. Peki, üç günlük dünyada bildiğim ve inandığım doğrular bana kalacaksa ve insanlığa bir katkısı olmayacaksa ne mantığı ve anlamı var o doğrunun ve ne hükmü olabilir? Ve o doğrunun söylenmemesi insanlığa ne büyük kayıplar vereceği biliniyor mu? Bunun kadar saçma bir şey daha görmedim. Yani niye umut besliyoruz o zaman? Niye bir ideal uğruna mücadele veriyoruz? Aynı zamanda hangi sanatçı gerçekleri oynadı, yazdı, çizdi? Hangi bilim adamı bulduğu hakikati yüreklice ifşa edebildi? Hayır dostlarım, ben, yemin ediyorum sizleri de düşünüyorum. İşte bu yüzden tepede ki namussuzlara kızıyorum. Ama burada şöyle bir paradoks var. Tepedekiler sizi kendilerine inandırdıkları için onlara bir laf söylendi mi bu laf kendinize söylenmiş gibi çıldırıyorsunuz. Çünkü sizi hayallerinize götürecek insanlar olarak görüyorsunuz onları ve zarar gelmesini istemiyorsunuz. Oysa asla böyle davranmamalısınız. Yanlışları varsa ortaya çıkmasını sağlamalısınız ve çıkarana destek vermelisiniz. İdeallerinize ancak bu şekilde daha güçlü destek olabilirsiniz. Düşüncelerinizde ki, eksiklikler, kusurlar söylendi mi deliye dönüyorsunuz, kırıp döküyorsunuz, incitmekten imtina etmiyorsunuz. Oysa bu sürekli aldanmanızı sağlıyor. Hep kuru hayallerin mahkûmu olmanızı tevlit ediyor. Otokritik yapmak size kazandırır, düşüncelerinizin olumsuz taraflarını görmek, kabullenmek ve düzeltmek sizin iyiliğiniz içindir. Yoksa hep aldanışlar içinde olmanız kaderinizdir.

 

 

                Burada bir durum izahına lüzum vardır: şimdi bir adam var. Bu ülkeye yıllarca egemen olmuş. Topluma nasıl olupta kendini izlettiyse egemen olmayı başarmış işte. Gerçi burada ki en büyük suç bile isteye aldanan bir grubundur. Üstelik dini temelli bir grubun. Şimdi onlara ne diyem ki ben? Bu adama toplumda bir eleştiri geldi mi eleştireni yerden yere vurmaya başlarlardı. Neler yaptığını saymaya yeltenirlerdi. Vs vs bir sürü sefillik. Ve bu grubun müntesiplerinden hala aynı yolda olanlar var bu gün. Ve bunlar kendilerini güya İslam’a hizmete adamış tipler. Oysa izinden gittikleri İslam Âliminin düşüncelerinden bile bihaber bu zavallılar. İşte insan peşinden gittiğini layüsel görürse, tenkitten azade tutarsa geleceği durum budur. Şimdilerde ne düşünüyorlardır bu grup müntesipleri gerçekten merak ediyorum. Çünkü bu adamın bütün durumları açık olmuş durumda. Bu adam bu günlerde çok ilginç ifşaatlarda bulunmaktadır ayrıca. Geçmiş zamanın, kanlı ve kara gününün, baş aktörünün kirli oyunlarından bahsetmektedir. Ve bilmeyenleri şok edecek şeyler söylemektedir. Gerçi bilenler için gayet doğal. Ve bu adam çok önemli şeylerde söylemiyor. Burada benim değinmek istediğim asıl şey: ülkücüler ve solculara yöneliktir. Şimdi görüyorsunuz değil mi arkadaşlar? Her şey niçinmiş? Sırf kanlı ve kirli ellilerin egemenliği içinmiş. Dava falan palavraymış. Faşizm, komünizm palavraymış. Masumların kanları üzerinden egemenlik hayalleri kuruluyormuş. Şimdi bunları söyleyen adam bu doğruları o zaman söyleseydi ölür müydü? Doğruların zamanında haykırılmamasının kaybettirdikleri şimdi daha iyi anlaşılıyordur umarım. Burada durup düşünmeliyiz dostlar. Ölenler niçin öldü ve onları ölüme kim gönderdi mutlaka bulmalıyız ve bilmeliyiz. Ve o alçaklardan hesap sormalıyız. O kara günü yaşatanları perişan etmeliyiz. Doğduklarına pişman etmeliyiz. İşte kesin inançlı ve kör itaatli olmanın doğurduğu acı sonuçlar. Daha önce ki yazılarımızda da değindik, alçakların yarattıkları ve nice masum insanların kanına girdikleri bu kara güne. Devletin yok ediliş sürecinin kıvılcımının çakıldığı güne. Milletin paramparça edilmeye doğru, yönünün kaydırılma hamlesine start verildiği güne. Artık zaman uyanma ve sorgulayarak yaşama zamanı dostlarım! Artık şeytanın ve çocuklarının oyunlarını bozmanın zamanı zaman.

 

 

                Bu dünya bir oyun alanı dostlarım. Bir oyun kurucular var, birde oyunun figüranları. Ve oyun kurucular cüzdan üzerine bir oyun kurmuşlar. Figüranlar rollerini ne kadar gerçekçi ve iyi oynarsa cüzdanlar o kadar hızlı ve kolay dolmaktadır. Ama dünyanın özünde birlik vardır. Ve sizleri birlik kurtaracaktır. Adalet, özgürlük, ahlak davasında birlik. Yani, tevhid. İnsan olmak ve insanca yaşamak davasında birlik. Oyunu sezme ve bozma kararlılığında birlik. Devrim inancında birlik. Bizdendir diyerek kimseye peşinen inanmamalıyız. Peşinden gitmemeliyiz körü körüne. Ve kimsenin kalbini kırmamalıyız tepedeki kodamanlara laf söylediler diye. İnandığımız değerlerde açık arıyorlar diye.  Bal tutan itler parmağını yalıyor dostlarım. Sofralara pervasızca dalıyor pezevenkler dostlarım. Bizlere de aldanmışlığın zehir gibi acısı kalıyor dostlarım. Biz bize yardım etmezsek kimse bize yardım etmez. Makûs talihimizi ancak biz değiştirebiliriz. Yoksa hep inkisarları yaşarız.

 

 

                İşte dostlarım, bu yüzden bana gücenmeyin. Ben umutlarımın peşindeyim. Kaybolan yıllarımın peşindeyim. Yaşamın peşindeyim. Hayallerimin peşindeyim. Anlamın peşindeyim. Ve kısır kavgaların, anlamsız ayrılıkların, sloganik haykırışların beni yiyip tüketmesine hayır diyorum. Bu yüzden de aldatanlarla hesabım var. Sizlerle asla sorunum yok. Bu yüzden beni anlayın, hoşgörün. Bana kızmayın. Üzdüysem de haklarınızı helal edin.  Eşit ve mutlu bir toplum kurmanın sevdasındayım. Bu yüzdendir edebiyat ve felsefe otağlarında gezinmem, kelimelerle sevişmem. Düşünce vadilerinde volta atmam. Vahşi isyan sahibi olmam ve düşüncelere sert yumruklar indirmem. Zira bizi var eden düşünce olduğu gibi güzel bir dünyayı var edecek olanda düşüncedir. Yani sözdür. Çehresinden ızdırap akan insanların acılarının dinmesi içindir bütün kavgam. Komünisti, milliyetçisi, İslamcısı, hepsi içindir kutlu düşlerim, tatlı özlemlerim. Kâinatın ebedi raksını birlikte izlemektir tek dileğim. Kardeşçe, eşitçe.

 

 

                Dostlarım! Ben, bu düşünceleri yönlendiren öncü olsam, yeryüzünün bir parçası olan kendi ülkemde bu düşüncelerin hangisinde olursam olayım hâkimiyetini sağlarım diyebiliyorsam demek ki bize oyun oynuyorlar. Yani şimdi ben sağlayacağıma garanti veriyorum da bunlar bunu nasıl beceremiyorlar? Çünkü figüranı oldukları oyun bu hâkimiyeti becerememek ama becermek istiyormuş gibi görünmek üzere kuruludur. Zira kasalar, cepler hep bu yoldan dolmaktadır. İşte benim kızdığım en ince ayrıntı da burasıdır. Şimdi her şeyi karıştırıyorlar, dehşetli bir kaos yaratıyorlar. Kavramları karıştırıyorlar. İdealleri yamultuyorlar. Olmaması gereken hareketlere meydan veriyorlar. Yapılabilecek şeyleri yapmıyorlar. Ortak noktaları yok ediyorlar. Sürekli ayrılıkları besliyorlar. Sahtekâr oldukları halde size samimi görünüyorlar. Sonra da, sizi, bir gün iktidar olacağız diye avutuyorlar. Yemin ediyorum yalan. Oysa isteseler yarın iktidar olabilirler. Ama asla istemiyorlar. İnsanı sevmiyorlar. İnsanı tanımak istemiyorlar. Yani tutturmuşlar biri kavram onun peşinden gidiyorlar ahmakça. Ve kavramlara takılıp kalıyorlar. Oysa insanlığın derdi başka. İnsanlığın özlemleri başka. İnsanlığın sorunları çok başka. Ama görmüyorlar. Görmek istemiyorlar. Ve sizler hala bu kodamanlara inanmak istiyorsunuz ve birbirinize düşüyorsunuz.  Siz kavga ederken bu kodamanlar veletleri ile günlerini gün ediyorlar. Sizi politikacı, entelektüel, sanatçı olarak kuşatmışlar. Her biri bir yönden sizi kuşatmaya, avutmaya, geçici tatminlerle eğlendirmeye bakıyor.  Ve aranızdaki nifakı derinleştiriyorlar. Çünkü sizlerin birliği onların eceli olacak. Bunu çok iyi biliyorlar. Bunların bir gün iktidar olacağız yalanlarına asla kanmayın asla. Çünkü asla olamayacaklar. Oyun böyle kurulu ve oyunu bozmakta istemiyor hiçbirisi. Ama geçici iktidarlarla gönülleriniz bir süreliğine avutuluyor. İsyanınız boşaltılıyor o kadar. Şiddetli ve tehlikeli isyan şüphesi olanlara ise biraz daha uzun süreli müddet veriyorlar iktidar için.

 

 

                Dostlarım! Öfkeli ve hüzünlü gündüzler yaşıyorum ve korkunç ve kinli geceler geçiriyorum. Bir serçe kadar güçsüz düşüyorum bazen ve bir yanardağ oluyorum kimi zaman. Sizleri özlüyorum daima. Bir gün büyük bir birlik olabilme ihtimalinizi düşünüyorum. Karanlık suratlar ardında acı çeken gönüller görüyorum. Bazen olmadık korkular altında eziliyorum ve çoğalıyorum bazen büyük umutların heyecanıyla. Halkımın, yani sizlerin, büyük uyanışına şahitlik etmek istiyorum. Kurtuluşun büyük ve aydınlatıcı ateşini tutuşturduğunuza tanıklık etmek istiyorum. İnsan dalgalarının yeryüzünde ki görkemli dansını izlemekle şad olmak istiyorum. Zafer şarkıları eşliğinde sevgiliyle vals yapmayı düşlüyorum. Sevgilinin ıslak dudaklarından alacağım arzu dolu buseyle hayat bulmayı arzuluyorum. Yaşamayı özlüyorum dostlarım! Güzel yaşamayı, özgür yaşamayı velhasıl doğal yaşamayı.

 

 

                Dostlarım! Bilgisizliğin karanlığı ve karanlığın kudreti hep acılarımızı çoğalttı. Ruhsuz para baronlarının esiri olduk. Önümüzdekileri zincirlediler ve zincirlenmiş olanlarda bizleri zincirlediler. Artık zincirleri kırmanın ve karanlığı yarmanın zamanıdır. Acımasız sorgulama seanslarına başlamanın ve sahtekârları haşlamanın, düzenbazları taşlamanın zamanıdır. Anlamsız düşmanlıklara son vermenin, kin defterlerini dürmenin, ortaklıkları görmenin zamanıdır. İdeolojilerden kurtulmanın ve büyük bir birlik yaratmanın zamanıdır. Taptığımız liderimsilere isyanın, kusurlarımızı nisyanın zamanıdır. Düşüncelerimizi kontrol etmenin, hakikatin peşinden gitmenin, uzun-ince yollarda yitmenin zamanıdır. Vakit isyan vaktidir. Ödeyeceğimiz bedel doğacak güneşin nakdidir.

 

 

                Alışılmış zihinsel kalıpları kırmanın zamanıdır. Yeni düşüncelere ve ufuklara yelken açmanın zamanıdır. Devrim meşalelerini ateşlemenin zamanıdır. Düşüncelerimizin değişmesi, düzenlerin değişmesini tevlit edecektir. Hayat dalgalıdır durgun değil. İnsan sancılıdır yorgun değil. Yürüdüğümüz yol dönüşü olmayan bir yoldur. Zevk alarak yürümeliyiz. Zahmetini değil nimetini tatmalıyız. Doğal olmalıyız ve doğal yaşamalıyız. Kat kat örtüleri sıyırıp atmalıyız. Çünkü kat kat örtüler aradaki mesafeyi de katladı. Oysa doğal olsak özümüzle kalacağız. Neysek o olacağız. Niye geldik dünyaya? Ne yapıyoruz dünyada ve nasıl yaşamalıyız? Kabul edelim arkadaşlar bu soruları pek düşünmüyoruz, düşünsekte vicdani cevaplar veremiyoruz. Kendimizden korkuyoruz. Sürekli korkulardan besleniyoruz. Sevmekten korkuyoruz. Düşünmekten korkuyoruz. Gerçekten korkuyoruz. Konuşmaktan korkuyoruz. Yaşlanmaktan, unutulmaktan ve nihayet ölmekten korkuyoruz. Bütün hayatımızı korkular sarmış adeta. Ve bu yüzden durmadan duvarlar örüyoruz. Yaşamın sessiz şarkılarını duyamıyoruz. Varlığın tınılarını dinleyemiyoruz. Denizi seviyoruz ama dalgalar olmasın istiyoruz. Hayatı seviyoruz ama insanlardan hazzetmiyoruz. Uçmayı özlüyoruz ama düşmeyi unutmak istiyoruz. Oysa hayat zıtlıkların tekleştiği bir olgudur. Zıtlıklar iç içedir. Ayırmanız kabil değildir. Ama biz bunu görmek istemiyoruz. Özgürce yaşamayı beceremiyoruz. Doğal olmayı kabullenemiyoruz. Kendimize ait kılmaktan kurtulamıyoruz şeyleri. Sımsıkı sarıyoruz. Ama bu olmaz, olmamalı.

 

 

                Artık uyanmalıyız dostlarım! Yaşamın içine dalmalıyız. Sevmeliyiz. Konuşmalıyız. Sarmalıyız. Gönüllere girmeliyiz. Gariplere selam vermeliyiz. Ayrılıklara dur demeliyiz. Birlik olmalıyız. Güçlü olmalıyız. Kimseyi layüsel görmemeliyiz. Merak etmeliyiz. Durmalıyız. Düşünmeliyiz. Sormalıyız sorgulamalıyız. Varlık âlemini keşfe çıkmalıyız. Doğada ki güzellikleri keşfetmeliyiz. Zihnimizi ve kalbimizi doyurmalıyız. Sahiplenmemeliyiz. Olabildiğince doğal yaşamlayız. Bütün örtülerimizden sıyrılmalıyız. Bütün otoritelerden azade olmaya çalışmalıyız. Kastlı yapıları devirmeliyiz. Duvarları yıkmalıyız. Yaşamdan haz almalıyız. İnsanca ve eşitçe yaşamalıyız. Adalet demeliyiz. Özgürlük demeliyiz. Emek demeliyiz. Güzel ahlak demeliyiz. Tam bağımsızlık demeliyiz. Dinlemeliyiz.  

 

                Son tahlilde; sevgili dostlarım! Doğada ki edebiyatı keşfedin.

 

Rüzgârı dinleyin: bak! Hayat benim gibi geçip gidiyor, sen de öyle ol, soyun örtülerini ve dokun tüm bedenlere ve serinlet hepsini desin. Olduğun yere çakılıp kalma, yürü durmadan, gönüllere dokunarak desin.

 

Dalından düşen yaprağa kulak verin: fazla tutunma hayata, bir gün istesen de istemesen de sararıp solacak, dalından ayrılacak ve düşeceksin desin.

 

 Yağmuru dinle: kendine saklanma, düş damla damla gönüllere, doyur herkesi sevgi sağanağınla kurumadan gönül havuzun desin.

 

Güneşi dinle: gizleme ısını ve ışığını, aydınlat ve ısıt herkesi, bir gün söneceksin, dürülüp büküleceksin desin.

 

Toprağı dinle: kibirlenme, benim gibi ser kendini yere desin. Sar bütün bedenleri hor görmeden, ver herkese cömertçe desin.

 

DERİN DETAYLAR:

BİR: Bir gün bilinçlerimiz tam aydınlandığında, şuurlarımız tam uyandığında, kendi evimizin yolunu bulduğumuzda; bütün otoritelerden arî bir dünya kurulacak buna inanıyorum. İnsanın bağımlılıklarından sıyrılıp örtüsüz kalacağına inanıyorum. Doğal yaşamın kucağına kendini atacağına inanıyorum.

 

İKİ: Felsefe konfor bozucudur. Rahatları kaçırıcıdır. İnsanın zihninin derinliklerinde harflerden yapılmış bir soru bombası bırakır ve insanda dünyaya fırlatır o bombayı ve o bomba; rahat koltuklarda, pembe dünyalarda, görkemli şatolarda, fiyakalı bineklerde patlar ve alt üst eder her şeyi. Ve yine patlar yoksul yüreklerde, bir umut ve direniş kıvılcımı yaratır. Bu yüzden kalantorlar sevmezler felsefeyi. Ya boğarlar ya da tekellerine alırlar. Aynı şey edebiyat içinde geçerlidir. Edebiyatta kalpleri yumuşatır, gönülleri heyecanlandırır. Ve kalantorlar zalimdir, sevmezler edebiyatı. Ya bozarlar ya tutsak alırlar.

 

ÜÇ: Manyak bir dindarla, manyak bir dinsiz arıyorum. Benim düşündüğümün ötesinde düşünecek, benim konuştuğumun ötelerinde konuşacak. Sorularıma manyak cevaplar verecek. Dinsiz ya da dindar yapmak için bir gayreti olmayacak. Olabildiğince doğal ve samimi cevaplar verecek. Sadece olan ne ise onu izah edecek. Sonucun kendi aleyhine olacağını bilse bile gerçeği haykırmaktan korkmayacak. Namuslu olacak. Yani dinsizse ve olguları araştırırken ulaştığı netice dindarlara yarayacaksa bile söylemekten imtina etmeyecek. Ya da dindarsa ve olguları araştırırken ulaştığı netice dinsizlere yarayacaksa bile söylemekten imtina etmeyecek. Ali Şeriati misali.

 

DÖRT: Gerçek hissettiğindir. Hissederek yapıp, yaşamadıklarından tat alman muhaldir. Kalıcıda değildir. Ayrıca eylemin ateşi de hissetmektir.  Acıyı, yokluğu, yoksulluğu ve zulmü hissetmeyenler bu rahatsızlıkları ortadan kaldırmak için mücadeleye atılmaktan korkarlar. His korkunun muhalifidir. Sadece düşünmek asla çözüm değildir. Bu gün insanlığın sorunu: hissiyat ve hassasiyet yoksunluğudur. İnsanlığın az da olsa düşünmesi ama zerrece hissetmemesidir gerçek sorun. Ve hassasiyet hissiyatın çocuğudur. Devrimin tohumu da hissiyattır. Birey hissederse toplum sarsılır, sendeler.

 

BEŞ: Çoğaltmak, anlamı ve kaliteyi yitirmek demektir. Çoğaltmak aynı zamanda kaosa davetiyedir. Hem maddi hem manevi kayıp demektir. Bürokrasi denilen illeti çoğaltmayın azaltın.

Tarih: 10.10.2010 Okunma: 619

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

İsmail Hakkı Cengiz

14.08.2010 - 13:23

Üçüncü paragraftaki "avaşlar" kelimesini, "savaşlar" olarak düzeltir, özür dilerim.

ibrahim AKBAŞ

14.08.2010 - 14:53

SİZİ TEBRİK EDİYORUM

İsmail Hakkı Cengiz

14.08.2010 - 13:23

Üçüncü paragraftaki "avaşlar" kelimesini, "savaşlar" olarak düzeltir, özür dilerim.

ibrahim AKBAŞ

14.08.2010 - 14:53

SİZİ TEBRİK EDİYORUM