BİT(İRİL)MEYEN –DERİN- SAVAŞ...

Özgür DENİZ - 09.08.2010

‘’’Sizi yönetenlerin damarlarında dolaşan kana dikkat ediniz, Zira yarın, mukadderatınız üzerinde belirleyici olacaklardır.’’ Mustafa Kemal Atatürk

 

‘’Ayrıca, sizi yönetenlerin yüreklerine ve beyinlerine hükmeden değerlere dikkat ediniz, yarın üzerinizde o değerleri hâkim kılmaya çalışacaklardır ve kaderinizi tayin edeceklerdir.’’ Bendeniz                                                                                                                                                                                                                                                 

 

 

Bu ülkede, kim ne derse desin, gözlerin gördüğü, vicdanların duyumsadığı, yüreklerin dağlandığı, servetlerin berhava olduğu dar cepheli ve düşük yoğunluklu müşahhas bir savaş vardır. Bu savaş derinliği tahminsiz boyutlarda olan küresel savaşın sadece bir yansımasından ibarettir. Bu savaş, taraflarının iki yakasında da masumların öldüğü bir savaş. Tabi bir tarafında boş yere ölenler diğer tarafta ise şehit olanlar vardır. Bir taraf resmiyet temelinde görevi gereğince ve ülkesi için çarpışıyor, diğer tarafında cebren ve hile ile siyonizmin hedefleri için savaştırılıyor. Şöyle ki, düşman cephedeki tarafın üst kademesi tamamen siyonizmin güdümünde olan çakallardır ve güya özgürlüğü için çarpıştıklarını söyledikleri bir halkın evlatlarını –üstelik bu halkla organik bir bağları da yok- cebren ve hile ile bir hiç uğruna yok etmektedirler, afedersiniz, it gibi gebertmektedirler. İki tarafta üst düzeyde ölenler olsa da bu kişiler kesinlikle bu kirli savaşın, perde arkasını bildikleri için, bitmesini isteyenler ya da güya ihanet etmiş gibi gösterilenler oluyor. Yani ölenler, ölmesi gerekenler oluyor. Birilerinin derin ve kadim çıkarlarının yaşaması, hedeflerinin gerçekleşmesi için. Çünkü bu savaş gerçekten masumların kurban olduğu büyük bir çıkar savaşıdır. Hem de uluslar arası boyutu olan. Ve siyonistin (ABD-BATI-İSRAİL yönetmektedir bu savaşı- bunların üçü de son tahlilde siyonizmin güdümündedir) yönlendirdiği.

 

 

Şöyle ki, siyonistin bu ülkeyi de kapsayan hedefleri vardır. Ve bu ülke üzerinde ki emellerini Ermeniler (soykırım palavrası) ve Kürtler aracılığı (PKK- tabi bütün Kürt kardeşlerimizi bu dağ fareleriyle irtibatlandırmak hakkaniyete sığmaz) ile gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Aslında en derinlerde ki gaye doğu bölgemizde ki, Ermenilerinde gözü olan, yerleri koparmak (su, maden ve petrol yataklarının-kaynaklarının bulunduğu) ve Ortadoğu’nun tam göbeğinde –stalinist rejimle yönetilecek- tampon bir siyonist devletçik ikame etmek- görünürde Kürdistan isminde olsa da-. Çünkü siyonizmin gelecek korkusu vardır ve kendini garantiye almak istemektedir. Ama kaderden kaçılamayacağını bilemeyecek kadar ahmak, aptal ve geri zekâlıdır, onca uyanık görünmesine rağmen. Ülkemizde ciddi manada etkindir siyonist lobisi. Ve masonlar bu lobinin ayağıdır. Medya bu lobinin dilidir. Gerek masonlar aracılığı ile, gerek büyükelçilikler aracılığı ile, gerekse yerli olarak bilinen uşaklar aracılığı ile planlarını işletmektedirler. Söyleyin bana bu ülkede yapılan hangi şey bu ülkenin çocuklarının yararına olmuştur ve olmaktadır? Peki, bu ülkenin ve milletin rağmına olan şeyler nasıl gerçekleşmektedir? İyi düşünmek gerekiyor. Bu ülkede siyonistin elleri, dilleri, ayakları olmasa, siyonist nasıl istediği gibi hareket alanı bulacak ve istediklerini yapabilecektir bu topraklarda? Ama hainlerle dolu olunca devletin kurumları, istediği gibi at sürüyor siyonist Yahudi, bu topraklarda.

 

 

Yani düşünebiliyor musunuz sevgili dostlar, bir savaş ki 30 yıldır sürüyor ve 800 bin kişilik bir kuvvete karşı ne azalan ne artan 5000 kişilik bir çete çarpışıyorlar. Bu nasıl bir paradoks arkadaşlar? Bunu düşünmeyeyim mi yani? Benim canlarım gidiyor. Niye gidiyor? Nasıl gidiyor? Bunu sormak hakkım değil mi? Benim emeklerin heba oluyor. Benim umutlarım berhava oluyor. Ülkem çatırdıyor. Milli servetim berhava oluyor. Yaşam nedir tatmadan, bilmeden büyüdüm ve büyüyorum, milletim daim sefaletin şarkısını terennüm etmek zorunda kalıyor. Eğitimim mefluç durumda, bu sebebplerden dolayı payı eksik kalıyor ve yeterli çalışmalar yapılamıyor. Ekonomi masası, küresel kompradorların beslemelerinin etkin olduğu bir şerefsiz zümrenin inhisarındadır. Peki, politikacılar niçin hiç sorgulamıyorlar bu savaşın bu kadar süredir nasıl devam ettiğini? Kimlerin siyoniste çanakçılık yaptığını niçin bulmaya çalışmıyorlar? Bu ülkede siyonist lehine iş yapanların kimler olduğunu biliyorlarsa neden deşifre etmiyorlar, bilmiyorlarsa niçin tahkik etmiyorlar? Onca vatan evladı şehit olurken nasıl rahat uyuyabiliyorlar? Onca teşkilat üyesi şerefsizce kalleş pusularla katledilip şehit olurlarken yürekleri nasıl huzur içinde olabiliyor? O kadar patlama oluyor ve onlarca masum insan katlediliyor şehirlerimizde, hiç mi gözleriniz yaşarmıyor, vicdanlarınız sızlamıyor, beyinleriniz durmuyor?

 

 

Bu sorularımı bir önce ki yazımda da sordum malumunuz ama dayanamadım tekrar sordum. Napayım yani yürek yanıyor. Şimdi bu savaşta kim suçlu Allah aşkına? Hükümet deme kolaycılığına mı kaçacaz yani? Kusura bakmayın ben bunu yemem. Çünkü bir terörün mazisine bakarım bir de bu hükümetin. Tabi bu hükümetin hiç mi suçu yok? Elbette ki var hem de affedilemeyecek derecede olanlar da var? Ama önce bu terörün derinliğini, çıkış noktasını ve yukarıda da söylediğimiz gibi bütün yönlerini çok iyi tahlil edelim ve bütün boyutları ile çözüme kavuşturalım. Sonra sıra diğerine gelsin. Yani ben koyun değilim beyler. O öyle her düdük çalınan yöne yönelecek ve bir tutam otun peşinden karambola gidecek. Ben insanım beyler. Beynim var, yüreğim var. Düşünen ve acı çeken bir varlığım. Acılarım ve şahit olduklarım sorularımı çoğaltmakta ve sertleştirmektedir. Cevap verip vermemek sizin inisiyatifinizdedir. Ama beni her halükarda insan olarak algılamak ve ona göre davranmak mecburiyetindesiniz. Bilakis zarar benim için değildir. Ben öyle otur diyenince oturup, kalk deyince kalkacak iradesiz bir mahlûk değilim. Sizlerde bende hadlerimizi bilmek zorundayız. Ben göz göre göre haksızlığa eyvallah çekemem. Ben sorgusuz sualsiz bir takipçi olamam. Birilerinin kirli çıkarlarına alet olamam. Yanlış yapan bedelini ödemelidir. Kimseye duygularımı sömürtmem. Düşüncelerimle oyuncakmış gibi oynattırmam. Birileri istediğini yapacak ve ben susup oturacam, her denilene inanacam ve bir ömrüm yalan söyleyenlerin izinde olmakla geçecek ve kendi ülkemde yaşamak bana haram olacak. Böyle soytarılığın içine tükürürüm.

 

 

Ulan kirli bir çark kuracaksın. İki üç tane zibidi dikeceksin başına. Açacaksın sermaye musluğunu. Vereceksin her türlü teçhizatı. Bulacaksın bir sürü kurşun asker. Vereceksin iki üç komprador şerefsizin hizmetine. Tutulan itler salınıp, iki üç bomba patlatıp, kaos çıkarıp, halkı tedirgin edip ülkeyi karanlığa götürecekler. Medya denilen yılan zehrini akıtacak, ortamın daha da gerilmesini sağlayacak. Dürüst insanları itham edecek, iktidarları aciz gösterecek (bu iktidarın dönemi için söylemiyorum her dönem böyle olmaktadır, kimse inkâra yeltenmesin.) Kendi istediklerinin gerçekleşmesini sağlayacak. Kurumlara onların ve efendilerinin istedikleri kişiler atanacak. Sonra milletin başına ‘’Ali kıran baş kesen’’ olacak. Halkın anasını ağlatacaklar. Çocuklarını boş yere öldürecekler, servetleri yağmalayacaklar, yürekleri yakacaklar. Kazanan şerefsiz baronlar ve kompradorlar olacak. Ama yanan ben olacağım. Acı çeken ben olacağım. Eğitimsiz kalan, yoksullaştırılan benim halkımın çocukları olacak. Vatanım derinden derine çatırdayacak. Milletimin emeği metropollerdeki pezevenklerin itlerine gidecek. Ben ülkem de tatil yapmakta bile zorlanacağım. Ülkemin en güzel yerlerini sadece TV denilen pislik yuvasından izleyebileceğim. Çalışan, yorulan, üreten benim halkım olacak ama yaşayan bu it enikleri olacak. Kabul edilebilir bir şey midir ulan bu? Ben geri zekâlı mıyım? Halkım köle mi ulan? Bu ülke sizin çiftliğiniz mi it soyları?

 

 

Bu kirli, karanlık ve lanetli savaşta ülkem ve halkım kaybetmektedir. Gençliğimin umutları berhava olmaktadır. Evlatlarım daha hayatının baharında kara toprağa düşmektedir alkanlar içinde. Siyonist bu savaşta ülkemde ki bazı yerleri kullanmaktadır. Özellikle satılık olan, siyonist uşağı medyayı. Halk aldatılmaktadır. Derin ihanetler sezilmektedir ve nicesi gizlenmektedir. Bu kirli çarkın kırılması zamanı gelmiştir. Halkın kararını verip iradesini gösterme zamanı gelmiştir artık. Kirli çarkın nasıl döndüğünün ve kimlerce döndürüldüğünün halka açıklanması zamanı gelmiştir. Artık ihanet edenler en ağır şekilde bedelini ödemelidir. Bu ülke terör kıskacından kurtarılmalıdır. Servetler boş yere heba olmamalıdır. Şehit adayları niçin şehit olacaklarını bilerek mukaddes yolculuğa çıkmalıdırlar. Artık aydınlanmalıdır her şey. Bütün kurumlar yerli yabancıların tasallutundan kurtarılmalı ve hâkimiyet Müslüman-Türk çocuklarına geçmelidir. Ve herkes sorumluluğunun gereğini yapmalıdır. Haddini ve hududunu bilerek. Herkes kim olduğunu ve nerede durduğunu bilecek. Hiç kimse öyle bencilce ve şerefsizce çıkarları sebebiyle durumdan vazife çıkartamayacak. Evet, hakkını ara ama haddini de bil. Yani taş yerinde ağır olacak ve düştü mü tam düşecek ve yerini bulacak.

 

 

Bir saray var ve karşı tarafına kondurulmuş bir de gecekondu var. Saray eşrafı fiyakalı. Giyimleriyle, yiyimleriyle, eğlenceleriyle muazzam bir donanıma sahip. Üstelik müthiş bir teçhizata ve bu teçhizatı kullanacak kadroya sahip. Saray çok tehlikeli. Çünkü bu saray kadim bir tarihe sahip. Kadim bir kültüre sahip. Kadim bir cesarete sahip. Kadim stratejilere sahip. Yıkılması imkânsız yani. Ama bir şekilde, illede, bu saray tesirsiz kılınmalı. Peki, bu nasıl olacak? Elbet Bizans oyunu gerek. İçten çökertilmelidir. İçeriye bir iki eleman ikame edersin. Sonra onlara o sarayın geleneklerine mugayir faaliyetler yaptırırsın. Hem sarayın kendi çevresinde hem de halkta bir antipati doğurursun ve kendi kendine yumruk vurdurursun. Ve o sarayın beynini değiştirirsin. Kadim beyni türedi beyinle diskalifiye edersin. Ve sarayı türedi beyne göre dizayn ederek, hareketleri de o istikamette ayarlarsın. Türk-İslam geleneği yerine darvinist geleneği oturtursun. Ve bu dizayna göre düşmanlar dizayn edersin. Zaten bu türedi geleneğe göre vuruşmak esastır ki vuran ayakta kalacaktır. Ama nice canlar yanacaktır. Ocaklar sönecektir. Fakat vuruşmanın da bir sonu olmalı değil midir? Türk-İslam geleneğine göre evet. Çünkü Müslüman-Türk Milleti hiçbir zaman çıktığı seferden hezimetle dönmemiştir. Ve sefer asırlarca sürmemiştir. İhanetler sonucu akim kalanlar müstesna. Ama türedi darvinist geleneğe göre hayata sürekli bir vuruşma egemendir. Böyle olunca da vuruşmalar elbet vuruşturanların işine yarayacaktır ve yegâne gayeleri olan, sarayı yıkmak gayesi, gerçekleştirilmiş olacaktır. Çünkü o sarayı yıkmak demek sarayın nezdinde Türk-İslam Devletini-İmparatorluğunu yıkmak demektir.

 

 

Şimdi bu vuruşmada cebir var, hile var. Çünkü demir var. Saray var. Karşıda bir gecekondu var. Sarayda beyler var. Gecekondu da çapulcular sürüsü var. Ama o gecekondu bilinçli ve kaçak olarak inşa edilmiş. İleri ki hedefler için. Gecekonduya hâkim gelenek malum. Bu geleneği saray eşrafından bir iki beyne de enjekte etmişler. Etkin olan beyinlere. Ve oradan da diğer beyinlere sirayet ettirilmeye çalışılmış ama şükür ki fazla tesirli olmamış. Bilakis felaketin boyutları tahminsizmiş. Sayrın çöküşü mutlakmış. Saray bütünlüğe dayanıyormuş. Her verilen can bütünlük içinmiş. Ve sarayın dayandığı kitle bu şekilde ikna ediliyormuş. Gecekonducu çapulcularda dayandıkları tabanı özgürlük, bağımsızlık safsataları ile oyalıyorlarmış. Orada da onca canlar gidiyormuş. Ama giden canlar gecekonduyu idare edenlerden olmuyormuş ve bu yüzden önemli değilmiş. Bu tarafın içinde de yerleştirilmiş elemanlar mevcutmuş. Gecekonducuların tek gayesi şeytanın ideallerine hizmet etmekmiş. Çünkü varoluş şartı buymuş. Sarayın kuvveti gecekondunun kuvvetine yıldız saydırırmış. Ama bir türlü vuruşma bitmezmiş ve bu paradoks çıldırtıcıymış.

 

 

Bu vuruşmanın iki tarafında da can verenler varmış. Saray tarafından can verenler sarayları ve devletleri için seve seve can verirken, gecekondu tarafından can verenler baskı ve hile ile kuvvete ekleniyor ve istemeyerek can veriyorlarmış. Ama iki tarafta da darvinist geleneğe bağlı olan realistler hep yaşarken, inandıkları için vuruşanlar hep ölürlermiş. Bu tenakuz hiç çözülemezmiş. İnandıkları için ölenler varsa da bunların ölümü netameli ve gizemliymiş. Ölenler bu vuruşmanın şifresini çözmeye çalışanlarmış. Bu vuruşmanın iki tarafında dayandıkları tabanlar arasında ebedi tefrika yarattığına inanırlarmış ölenler. Bu vuruşmanın kirli bir vuruşma olduğunu ve sürekli kaybettirdiğini bilirlermiş. Ama bu bilinç ağır gelirmiş ve hemen toprağa düşürürmüş sahiplerini. Ama bu bilinçli kişilerin ölümü kirli çarkın dönmesi, vuruşmanın sürmesi ve şeytanın gülmesi içinmiş. Çünkü bunun devamından devasa rantlar üretenler varmış. En başta şeytan olmak üzere. Çünkü böylece sarayı zayıflatacak, gecekonduyu üstünmüş gibi gösterecek, sarayın tabanını saraya karşı soğutacak ve hedefine ulaşacakmış.

 

 

Fakat bu arada, umutlar berhava olup gidiyormuş, hayaller uçuyormuş, yarınlar kararıyormuş. İlerleme, güçlenme, huzur içinde kardeşçe yaşama kuruntudan ibaret kalıyormuş. Büyük ve güçlü Türkiye, mutlu ve müreffeh Türk Milleti, üniter ve bağımsız devlet safsatadan ibaret kalıyormuş. Yani kirli bir oyun bir milleti, bir devleti fasılalı olarak yok ediyormuş. Gerçek bir türlü algılanamıyormuş. Ama son durumlar bütün tezgâhı paramparça etmiş. Ve vurulmak istenen en büyük darbe de böylece vurulmuş. Hem güya oyun deşifre edilmiş. Hem de saray gözden düşürülmeye çalışılmış güya. Ama necip Türk Milleti bu tuzağa düşmez ve düşmeyecek İnşaallah. Sadece gelenek değişimiyle saray yine kadim yerinde duracak. Ve bu sefer tam onikiden vuracak. Kaybolan yılların hesabını kitapsızlardan soracak. Kaybolan yıllar yeniden yaşanacak. Yıkılan ocaklar görülecek hesapla mamur edilecek. Heba olan servetler inşaallah yüze katlayacak. Yıkılma ve bölünme aşamasına getirilmiş devlet yeniden tahkim edilecek. Yorulmuş bir millet yeniden şahlanacak ve Yüce, güçlü, bağımsız, büyük ve yarınların Türkiye’si işte şimdi kurulacak.

 

 

Bu topraklarda bu toprakların gerçek sahipleri hiç yaşamadı, eğlenmedi, yemedi, içmedi, gezmedi, sevişmedi ve gülmedi. Sırf bu kirli, karanlık ve bitirilmeyen vuruşma yüzünden. Çünkü bu dünyanın en yüce ülkesi, bu ülkenin gerçek sahiplerine bırakılmayacak kadar önemli bir ülkeydi, bu yüzdende yerli görünen yabancılara teslim edildi. Ve bizler hala bu gerçeği görmemekte inat ediyoruz. Ve çıkan gerçekler karşısında şok oluyoruz. Ama ideolojilerin sürüleri olduğumuz müddetçe bu durumlar karşısında hep şok olacağız, oysa hakikatin kölesi olanlara bu durumlar ta ilk baştan beri doğaldır. Bu devletin kimin olduğunu öğrendiğimiz zaman hiçbir şey şaşırtıcı gelmeyecektir bizlere. Ve hiçbir olay bizi şoke etmeyecektir. Ve bu devlet, bu ülke ancak yerlilerin olduğu zaman şahlanacak ve şok edici olaylar zuhur etmeyecek. Ne zaman gerçek Müslüman Türk çocukları bu vatanda hâkim olur, o zaman bu millet dünyaya hâkim olur. Yoksa hep sürünürüz. Bu devlete hâkim olanın kim oldukları bilindiğinde de olan şeyler normal karşılanacak. ‘’Büyük’’ gösterilen ama ‘’küçük’’ olan ve mide bulandıran PKK dostunun ‘’Şebeke’’ isimli kitabının son sayfalarında ki belgeye bakınız ne demek istediğimi anlarsınız. Gerçekte Moiz Kohen olan ama kendini Tekin Alp olarak kakalayan ve bu ülkede ilk defa Şeriata küfreden kişi olan lanet pislik orada diyor ki; ‘’bu ülkeyi biz kurduk ve bu ülke Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir.’’ Şimdi algılıyor musunuz canım dostlarım olayın derinliğini? İşte bu yüzden bu ülkeyi bu ülkenin çocuklarına emanet etmemekte diretiyorlar. Bu ülkenin her kurumunda, bu yüzden, bu toprağın çocuklarının ruhuna aykırı düzenlemeler yapılabilmektedir. Bu ülkede şerefsiz çakma beyazlar egemendir bu yüzden. Bu topraklarda, tek damla kanı, tek damla gözyaşı, tek damla alınteri olmayan şerefsizler yani. Bu ülke bu yüzden hep geri kalmaktadır. Bu ülke uğruna ölenler hep yerlidir ve yaşayanlar hep yabancıdır bu yüzden. Bu ülkede hukuk yoktur, bilim yoktur bu yüzden. Çünkü mutemet adamlar işlerini çok iyi yapmaktadırlar. Yani yalan mı? Ülkemizin ve milletimizin içinde bulunduğu durum malum değil mi?

 

 

Bu ülkede yönetimde olanlar hiçbir zaman namuslu olmadılar ve namuslu olanlar da hiçbir zaman yönetici olamadılar. Yalansam izahla mükellefsiniz. Küfretmekle değil. Düşünceyle dövüşmek yüceltir ve insanlaştırır ama küfürle dövüşmek alçaltır ve hayvanlaştırır. Zaten insan beyniyle, hayvansa pençeleriyle dövüşür.

 

 

Son tahlilde; bu derinliği belirsiz kirli çıkar savaşı bitirilmeli, bu ülkede ki hâkimiyet bu ülkenin gerçek sahiplerinin eline geçmeli, bu ülkeyi kuranlar tekrar ön safta yerlerini almalı, kaynaklarımız ve servetlerimiz bu güzel ülke ve asil millet için kullanılmalı, kardeşlik çiçeklenmeli, barış baştanbaşa gönülleri sarmalı, sevgi hayata egemen olmalı ve aydınlık, güçlü, kudretli, büyük ve tam bağımsız Türk-İslam Devleti tesis olunmalıdır.

 

 

                GENEL BİR UYARI:

 

Küçük olan ama büyük gösterilen, bir fikri olmayan ama söyletilenleri üfüren, güçlü olacak bir durumu olmayan ama yallayan odaklarca şişirilen ve dikkate aldırılan adiler, alçaklar, şerefsizler var. Bu ülkeyle, bu milletle, bu devletle zerre organik bağı olmayan ama bu değerlerin, olguların kaderleri üzerine söz etmeye yeltenen sefiller siz kimsiniz ya? Bak önce sorduğum soruya ben cevap vereyim: belki bazı hayvansı becerileriniz olduğu için seçilmiş biri olabilirsiniz. Altınıza koltuk, yanınıza kadın, cebinize para konarak tutulmuşsunuzdur. Alçak bir cambazsınızdır. Edepsizsinizdir hiçbir şeyden utanmazsınızdır. Tam bir siyonist çocuğusunuzdur. Ama asla Türk değilsiniz. İslam da değilsiniz. Türkün töresinden çakmazsınız. İslam dininin kurallarından anlamazsınız. Türk’e düşmansınız göbekten, İslam’a düşmansınız öbekten. Kimse kimseyi kâfirlikle itham edemeze sığınırsınız ama işte ben ettim nolocak? Ya siz kimsiniz ki, bu ülkenin ve halkın kaderi hakkında ötüyorsunuz şerefsizler?

 

 

Sizin hangi Türk’le, hangi Kürt’le bağınız var. Ha PKK ile ve dâhilde ki koruyucuları ile olabilir ve zaten varda. Siz bu ülkenin toprağına alın teri akıttınız mı ulan? Siz bu topraklar için tek damla kan akıttınız mı ulan? Siz bu ülke için tek damla gözyaşı döktünüz mü ulan soytarılar? Bu ülkenin yağmurlarında ıslandınız mı hiç? Bu ülkenin denizinde kulaç attınız mı? Bakınız işgal ettiğiniz koyları geçelim. Bu ülkenin camilerinde başınızı yere eğdiniz mi hiç ulan? Topraklarımda bulunan kiliseleri geçiyorum. Bu ülkenin bayrağına gönülden muhabbet beslediniz mi hiç? Yerlileriyle hiç hemhal oldunuz mu? Bu ülkede sizin yüzünüzden yoksulluğa mahkûm olanların hallerini sordunuz mu, merak ettiniz mi bir an bile olsa o yoksulların halini, çocuklarının nasıl yaşadıklarını, nasıl eğitim adlıklarını? Hiç bu ülkenin çocuklarının, dindaşlarının ve soydaşlarının acılarına tek damla gözyaşı akıttınız mı? Hiç bu ülkenin dağlarında kurşun yedi mi bir yakınınız? Peki, şerefsiz pislikler sizin konuşacak neyiniz var ki konuşuyorsunuz, ötüyorsunuz? Şimdi kalkıp ayrılıktan dem vuruyorsunuz. Haddinizi bilin ulan. Saltanatınız sarsılıyor değil mi? İmtiyazlarınızı kaybediyorsunuz değil mi? Borunuz ötmeyecek değil mi? Bu ülkenin Müslüman-Türk evladının hâkimiyetine geçmesinden korkuyorsunuz değil mi? Kanunlarla yaşamaktan, hukuk önünde eşit olmaktan ödünüz kopuyor değil mi müptezeller?

 

 

Sizler varya katıksız vatan hainisiniz. Sizler bazı kurumlarda el üstünde tutulmanızın sebebi de aslında bizde meçhul değildir asla. Siz gerçekte Türk Ordusu’nu da, Türk Emniyeti’ni de, Türk İstihbaratı’nı da, Türk Milleti’ni de, Türk Devleti’ni de asla ama asla sevmezsiniz hatta sevemezsiniz. Ama aşağılık, kirli çıkarlarınız için yalakalık yaparsınız. Seviyorsanız da, buralarca size bir yol açıldığındandır. Sizleri el üstünde tuttuklarından ve tutturduklarındandır. Ama bitti oğlum. Oyun bitti. Şife çözüldü. Sır ifşa oldu. Çark kırıldı. Düzen bozuldu. Şimdi çıplaksınız ve defolup gideceksiniz şayet insanlaşmaz ve hayvanlıkta inat ederseniz.

 

 

            BİR NÜANS:

 

            Ah bazıları, bazı yerleri altınla kaplayıp bir fanusla sarmayaydı ve layüsel görmeyeydi. Şimdiye oyun o zamandan bitecek, şifre çoktan çözülecek, sır ifşa olacak, çark kırılacak, düzen bozulacak ve hâkimiyet yeniden gerçek sahiplerine geçecekti. Ama olmadı. Bu derin yaralar açacak hatadan kaçınılmadı. İnsanın ne olduğu bilinmeliydi. Bir bütün ne toptan iyi olabilirdi, ne de toptan kötü olabilirdi. Her hazinenin içinde teneke de, altında olabilirdi. Ve bu ihtimal düşünülmeliydi. Ve bir tenekeyi altınla kaplasan da tenekeliğini kaybedemezdin. Bilakis kendisiyle kapladığın maddenin bozulmasına yol açardın. Zira kalıp değil öz önemliydi. Her şey özden fışkırırdı. İyilikte, kötülükte. Tohum çürükse üründe bozuk olacaktı elbet. O zaman dikkat edilmeliydi. Ama işte aldanmak var. Aldatılmak var. Şimdi kör gözünü açması gerekir. Yeniden bir yapım gerekir. Nice soluksuz serüvenler ve nice büyük başarılar için.

 

 

                DEMOKRATİK ÖZERKLİK:

 

            Aslında bu savaşla gelinmek istenilen noktaya gelinemeyince ya da ayrılıktan (ki buda ayrı bir kahpelik ve şerefsizlik zaten- GENEL BİR UYARI başlığında değindik) bahsedildiğinde batıdakilerin sürgünü gündeme gelince baktılar olmuyor bari demokratik özerklik (!) olsun dediler. Çünkü buda büyük hedefe hizmet edecektir. İnsanın kafasını, kollarını, bacaklarını vs ayırın bakalım ortada insan diye bir şey kalıyor mu? Varlıkta, birlik ve bütünlük esastır. Eee o zaman bu siyonist tohumları dillendirdikleri şeyle de Türkiye diye bir şeyin ortada kalmayacağını bilmezler mi? Bilmez olurlar mı hiç. Bal gibide bilirler ama kahpelik yaparlar. Ne amaçlanıyor bununla? Ülkeyi bölgeye ayrılacakmış ta, yerel yönetimmiş te, işte tepeye de gelirden pay verilecekmiş te, kalanı ile yerel yönetim kendini idare edecekmiş te. Eee daha ne? İşte bayrağı falan bırakacakmışız da başka yönlerden konuşacakmışız da. Ulan it soyu konuşacak ne var ki? Bayraksa bayrak var. Yönetimse yönetim var. Daha ne istiyorsun ki? Yönetim kötüyse daha iyi yapmak için mücadele verirsin. Bayraksa sevmiyorsan saygını gösterirsin. Şayet hiçbirini istemiyorsan defolur gidersin. Bu millet nice zamanlar düştü de yeniden dirildi. Ama düşürülme istekleri, planları hiçbir zaman durmadı bilakis hız kazandı ama yine dirilecek ve tek vatanda, tek bayrak altında (ancak bu milletin bedenini yansıtan bayrağın yanına, ruhunu yansıtan bir bayrak asılabilir asılırsa o kadar) tek yönetimle devam edecek. Ve bu ülkenin çocuklarının büyük birliği ve yüce kardeşliği ekseninde yaşanıp gidecek bu topraklarda. Kimse siyonist planların aleti olamaz ve olmamalıdır.

 

 

            Böyle bir şeyle ne hedefleniyor. Siyonist yerel yönetimleri ele geçirecek ve ülkeyi istediği gibi parselleyecek. Her kitle kendi yönetimini seçecek güya. Peki, kim seçilecek? Siyonistin istedikleri. O zamanda yönetimi siyonist ele geçirmiş olacak. Yani bu ülkede ki Müslüman-Türk hâkimiyeti ebediyen son bulacak. Ortada Türkiye diye bir şey kalmayacak. İleride de şimdi gerçekleştirilemeyen ileri hedefler gerçekleştirilecek.

 

 

            Bu it soylarının soysuz planları asla tutmamalıdır ve tutmayacaktır. Aslında bu yüce vatanı bu duruma getiren it soyları bir bilinse, teşhis edilse ve ifşa edilse de en ağır cezalar bir verilebilse her şey hallolacak ama olmuyor işte. Bu çok netameli bir tuzaktır ve tuzağa düşülmemelidir. Yemin ediyorum feci bir sonla bitecektir varlığımız, şayet bu ihanet gerçek olursa. Artık yüce temellerde tek can ve tek fikir olma zamanı gelmiştir ve büyük birlik gerçekleştirilmelidir.

 

 

            Son tahlilde: her oltaya takılmamalıyız. Bal gibi görünen her şeye konmamalıyız. Tarihimiz bellidir. Kültürümüz bellidir. Dinimiz bellidir. Vatanımız bellidir. Bayrağımız bellidir. Milletimiz bellidir. Bir’lerimiz bellidir. Birlikte birleşmeli asla parçalanmamalıyız. Parçalamaya çalışan kansızlara hadlerini bildirmeliyiz. Siyonistin dilleri ve kalem tutan elleri olan aydın kisveli şerefsizlere aldanmamalıyız. Hele hele bu vatanın ve bu milletin can ve kan düşmanı siyonist beslemesi yazılı paçavralara asla ve asla inanmamalıyız. Kesinlikle zerre inanç beslememeliyiz. Allah birliğimizi, bütünlüğümüzü, dirliğimizi ve düzenimizi bozdurmasın. 

Tarih: 09.08.2010 Okunma: 658

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?