SAĞ-SOL OYUNU...2...

Özgür DENİZ - 03.08.2010

Çağın modası ve bilinen geleneği şöyledir: sol bilimseldir, gerçek ilericidir. İşçilerin ve köylülerin haklarının savunucusudur. Emperyalizmin ve faşizmin amansız düşmanıdır, güya.

 

 

 

 

Bu durum, böyle sürdükçe, bu değerleri papağan gibi ezberleyen yöneticiler, bu yöne eğilim gösterirler. Londra ve Washington’da planlanan oyun, yöneticilerce kabul edildikten sonra, Moskova-Pekin-Belgrat gibi şekli bölünmelerle son bulur. Planlanan oyuna, bir de bilimsel, ilerici, aydınlanmacı, antiemperyalist, özgürlükçü, bağımsızlık aşığı gibi niteliklerde kazandırılınca muhtelif kesimlerin, yazarların, askerlerin, köylü ve işçilerin bir bölümünün desteği kazanılır.

 

 

 

 

Bu durum, bütün perdeleri yırtarak, kendisi perdenin ardında gizlendiği halde, dama taşlarını oynatan gerçek elleri, insanlara göstermek için haykırmak isteyen inanmış, şuurlu ve akıllı bütün sesleri boğar.

 

 

 

 

Oyunun bu şekline ‘’Otoriter Batı Solu (Abd-İngiltere)’’ demek mümkündür. Bu oyunla ilgili derin ayrıntıları, Miles Copheland’ın ‘’Devletler Oyunu’’ adlı kitabında bulabilirsiniz. Kitaptaki bilgiler, doğrudan, oyunun içindeki aktörlerden alınmıştır. Jefferson Geofrey, Raymond Head, George Warsort gibi Abd büyükelçilerinden yani. Bu adamın kendisi, Suriye’de konsolos vekilliği yapmış, CIA’nin kuruluşuna destek vermiş ve Ortadoğu’da görev yapmıştır. Ayrıca büyük şirketlerde çalışmıştır.

 

 

 

 

 

Bu oyunla ilgili, birde, Prof. Dr. Nebih Abdurrabbin isimli zatın ‘’Totaliter Amerikan Solu’’ başlığıyla, Lübnan’ın Şihab isimli dergisinin üç sayısında yayınlanmış incelemesi vardır.

 

 

 

 

Batı solu ve ülkelerdeki kolu dile getirilirken, sağın savunulduğunu sananlar, çok saf ve aptaldırlar. Zira iki tarafta bu oyunun aktörleridirler. Biz ise, ‘’vasat’’ olmakla emrolunmuş bir ümmetiz, milletiz.

 

 

 

 

Biz, bir ümmet olarak, varlığımızı ortadan kaldıran, birliğimizi bozan ve tarihimizi mahveden hem sağa hem de sola karşıyız. Biz, sadece, Allah’ın şu kesin emrine tabiyiz:

 

 

 

 

‘’Sizden, her kim olursa olsun, onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır.’’

 

 

 

 

‘’Sizlerden, onları dost edinenler, zalimlerin ta kendileridirler.’’

 

 

 

 

Biz, Kur’an-ın belirttiği gibi, ‘’orta’’ da yer almak zorundayız. Yani ‘’denge’’ de olmak zorundayız.

 

 

 

 

‘’İşte, böylece sizi, vasat(orta) bir ümmet yaptık, insanlar üzerinde şahitler olasınız ve Resul de size şahit olsun diye.’’

 

 

 

 

Evet, sağa sola sallanıp durduğumuzu görürcesine, Kur’an, bize, bu buyruğu hatırlatıyor sürekli. Copeland’ın şu sözünü unutmayalım: ‘’oyun kar getirmiyorsa oyuncuları değiştir.’’

 

 

 

 

 

Bu oyun, aynı zamanda, insanların duygu ve düşünce yönünü de hedef almıştır. Ve, düşünceyi, duyguyu, şuuru ve vicdanı temel alan edebiyata el atması, ne kadar da iğrençtir. Oysa, bu vb sosyal alanların, siyasi çatışmalardan ve pisliklerden kendini uzak tutması icap eder. Namus ve şeref yoksunu hilekârların, ulaşamayacağı yerlerde olması gerekir. Hiçbir coğrafi sınır ve engel tanımayan dinler ve halklar arasında, ayrım yapmayan objektif ölçü ve değerleri koruması iktiza eder.

 

 

 

 

Fakat, ne acı ki, her şey, ifade edilenin ve istenilenin aksine gelişmiştir. Ve öyle de devam etmektedir. Bu alanda da, her şeyi, tespit ve tayin yetkisi, Siyonist’in inhisarındadır. Ödüller, kesinlikle, hak etmeyenlere ya da daha sonra kullanılabilecek karakterde olanlara veyahut kendilerine yaşamsal yönden benzeyenlere-benzemeye çalışanlara verilmektedir. Ödüller, her zaman, sağcı-solcu edebiyatçılar arasında gidip gelmektedir.  Müslümanlar ise, kadim nasipsizlerdendirler. Dinine ihanet edenler müstesna.

 

 

 

 

 

Bu alanda, en meşhur organizasyon olan, ‘’Nobel Ödülü’’ dağıtan jüri, aslan payını, her zaman, Yahudilere vermek için gayret sarf etmektedir. Yahudilerin, hem sağda hem solda bulunmaları mümkündür ve örnekleri çoktur. Yani, her iki safta, Yahudi tesirine açıktır. Dolayısıyla, ödüllerin, iki saftan birine verilmesinde sakınca yoktur. Neticede, Yahudi’ye gitmektedir. Ya da Yahudi’ye hizmet edene.

 

 

 

 

 

Boris Pasternak, Rusyalı bir edebiyatçıdır. Romanı ‘’Dr. Jivago’’ da, sosyalizm tecrübesini reddetmeyi işlemektedir. Ve sosyalizmin, insan hakkındaki görüşlerini, şiddetli bir şekilde eleştirmektedir. Kitap, Rusya’nın takibindedir. Bu yüzden, İtalyanca’ya tercüme edilerek, piyasaya sürülmüştür. Rus Edebiyatçılar Birliğini karıştırmıştır. Şiddetli hücumlara uğramış ve lanetlenmiştir. Gerici burjuva değerlerini övmekle itham edilmiştir. Sağcılıkla damgalanmıştır. Ama, nihayetinde, 1952 yılında, Nobel edebiyat ödülünü almıştır. Jüri de lanetlenmiştir, solcu edebiyatçılarca. Bunun üzerine, solcuları susturmak için ve sırtlarını sıvazlamak adına, birkaç sene içerisinde, bu sefer de ‘’Ve Durgun Akardı Don’’ romanıyla Rusyalı bir solcu olan Mihail Şalohov’a ödül verilir. Yine tekrar ‘’Gulag Takım Adaları’’ romanıyla Rus bir solcu olan Soljenitsin’e verilir ödül. Yani, şimdi, bu kişilerle aynı zaman insanı olan ve bunlardan daha kaliteli eser üreten bir tek Müslüman şahıs yok muydu yer üzerinde ve istense bulunamaz mıydı?

 

 

 

 

 

 

Yahudi olmayan milletlerin yüz binlerce bilgini arasında, Nobel Ödülü alanlar, yüzde biri bulamazken, Yahudi bilginlerin yüzde ellisi bu ödülü alabilmektedir. Bu durum, Yahudilerin, daha zeki, daha bilimsel ve dünya çapında sanatlar üreten kişiler olduğunu zımnen dünyaya pompalayıp, diğer insanları, Yahudi karşısında komplekse itip, Yahudilerin üstün olduğunu kabul ettirmekten başka niyet taşımamaktadır kanaatimizce. Komisyon, hiçbir zaman, Siyonist muhaliflere acımamıştır.

 

 

 

 

Misal, komisyon bir ara Asya’ya yönelmiş ve meşhur Hintli şair Tagor’dan yana tercih yapmıştır. Ama, ardı sıra, Doğu da ve Batı da şu sorular sorulmaya başlanmıştır ve günümüze kadar da cevapsız kalmıştır. Komisyon, aynı hakkı Tagor’un hemşerisi ve zamandaşı olan hatta aynı alanda daha üstün olan Muhammed ikbal’e, niçin, bu imkânı tanımamıştır? Bu işe Tagor kendisi bile şaşmıştır ve şöyle konuşmuştur: ‘’ İkbal’in, engin şöhreti, şiirinin ihtiva ettiği ebedi aydınlığa bağlıdır. Eleştirmenlerin, benim sanatımı, İkbal’in sanatıyla birlikte tartışma konusu yapmaları, sonra da kendi hatalarını işe bulaştırmaları üzülecek bir durumdur.  Bu durum, bütün insanlığa hitap eden engin bir edebiyata yakışmaz.’’

 

 

 

 

İkbal, bütün ömrünü İslam Davası’na adamış bir ilim-bilim adamıydı ve ödüle layık görülmemesine bu yönü en büyük sebepti. Muhakkak başka sebepleri de vardır ama nedir bilemeyiz.

 

 

 

 

Kuvvetin sesi daima sözün sesinden daha yüksek çıkmıştır. Tarafgirlik anlayışı, daima, tarafsızlık ve objektiflik anlayışından daha ikna edici olmuştur.

 

 

 

 

Bir çağ ki; bütün âlem, sağcısı, solcusu, Hıristiyan’ı, haçlısı, Siyonist’i ile İslam Âlemi’ne karşı. Herkesin savunacağı, bildik bir işaret beklediği, bölük pörçük ve yaralı İslam Âlemi’ne karşı.

 

 

 

 

Sağ-sol oyunu, siyaset alanında olsun, harp alanında olsun, düşünce-bilim-sanat ve edebiyat alanında olsun, tarihin genel geçer oyunu olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

 

 

 

 

Misal, Amerikalı bir yazar olan Vallace Favly tarafından kaleme alınan ‘’Sürrealizm Çağı’’ isimli bir kitap vardır. Kitabın, Arapçaya tercümesini, Franklin isimli bir Amerikan şirketi neşretmiştir. Kitap, en aşırı sağla, en aşırı solu bir araya getirmektedir. Sürreal önderler, sosyalizm ve liberalizm arasında, Washington ve Moskova düzleminde beşik gibi sallanmaktadırlar.

 

 

 

 

Siyonist protokollerden:

 

 

 

 

‘’Hangi neviden olursa olsun, bütün çalışmaları yayınlamadan önce, yayıncının söz konusu çalışmayı, yayınlayıp yayınlamama konusunda, otoritelerden izin istemesi gerekir. Edebiyat ve gazetecilik, bu ikisi çok büyük ve çok önemli bir ideolojik güçtür. Bundan dolayı, hükümetlerimizin, süreli yayınların büyük çoğunluğunu, satın alması gerekir. Bu vesileyle, müstakil gazetelerin, kötü tesirini ortadan kaldırır ve insan aklı üstünde gerçekten büyük bir egemenlik kurmayı başarırız.’’ (ülkemizde ki, yerli olan bütün yüceliklerin ve güzelliklerin düşmanı lanetli basını, düşününüz lütfen)

 

 

 

 

‘’Hükümetimizin, bu yolda kullanmak için, medeniyet içinde yer alan bütün güçleri elinde tutması zorunludur. Bu durum, yayıncıları, avukatları, doktorları, yöneticileri ve diplomatları daha sonra da ilerici özel okullarımızda yetişenleri yanımıza çekecektir.’’

 

 

 

 

 

Artık, bundan sonra, sağcı ya da solcu kampta bulunmanın bir ehemmiyeti yoktur. Sosyalizmin, devrimci ve ilerici bir hedef olarak sunulması ve önemli problemlerin Marksizm’le çözülmek istenmesiyle, Sürrealist Hareket’in kurucusu olan Andre Breton’un, 1942 ilkbaharında, ABD ye gidip Bill Üniversitesi’nde, ekolünü tanıtan konferans vermesinde, aynı şekilde, Picasso’nun sosyalizmi benimsemesinde, Andre Breton’un New-York’ta bir savaş bürosunda çalışmasında ve Rimbaud’un 1871 de Paris’te Komünist Parti’de ve Devrim Ordusu’nda görev almasında, şaşılacak, garipsenecek bir durum yoktur.

 

 

 

 

 

Sürrealist Hareket; kuralları, değerleri, ilişkileri, dili, dini, siyaseti, ahlaki ve içtimai müesseseleri tahrip etme konusunda, Yahudilerin elinde çok güzel bir alet olmaya devam ettikten sonra, bazı şeylerin şöyle ya da böyle olmasının pek önemi yoktur. Önemli olan: sürrealizmin; anarşiyi, bölücülüğü, cinsel serbestliği tahrip edici bir şiddetle yaymasıdır. Marks ve Freud, sürrealizm içinde, aşırı devrimci çıkışlarıyla benimsensin yeter.

 

 

 

 

Son tahlilde, sağ ve sol, sürrealizmin gölgesinde sevişmektedirler. Baudelaire ‘’umumi ruhun bir ifadesi olarak, çağdaş burjuvaziyi, akşamları törenlerde giydiği siyah elbiseler içinde, farkında olmaksızın, cenaze törenlerini yapan bir topluluk’’ olarak görmektedir.

 

 

 

 

Çağdaş Batı Medeniyetinin, Marksist ölçüler dâhilinde ortaya çıktığını unutmayalım. Favly, arzu edilen dengeyi kurabilmek için, ekolü şöyle büyütüyor: ‘’özgürlüğün en son derecesi ya da politik bir ifade ile liberalizmin son noktası.’’

 

 

 

 

Siyonist protokollerden:

 

 

 

 

‘’Hürriyet mefhumu, toplumu, mevcut bütün kuvvetlerle, hatta tabiatın ve Allah’ın kuvvetiyle çatışmaya sürükler.’’

 

 

 

 

‘’Zahiren, kavuşturma adı altında, bütün grupları ve fikirleri boğacağız. Efkârı umumiyeyi, ilerici ve özgürlükçü tanıtılması mümkün olan her çeşit kanlı ideolojiye doğru yönlendirmeye çalışacağız.’’

 

 

 

 

 

‘’Propagandasını yaptığımız özgürlükçü fikirler sayesinde, kanunlarının ve kurallarının itibarı kayboldu.’’

 

 

 

 

Haddizatında, özünde, muzır akımların hepsi, birbirlerinin kardeşleri gibidir. Misal; Andre Breton Marksizm’i benimserken, Karl Marks’ta sürrealizmi benimser.

 

 

 

 

Siyonist protokoller, bunların ve benzerlerinin teorilerinden, değerleri yok etmek, toplumları mahvetmek, insani ilişkileri parçalamak, ahlakın gücünü kırmak, terörizmi yaymak konusunda birer araç olarak bahseder.

 

 

 

 

Siyonist protokollerden:

 

 

 

 

‘’Açıklamalarımızın boş olduğunu sanmayın. Darvin, Marks ve Nietzsche’nin başarılarını, daha önceden planladığımızı düşünün. Bu ideolojilerin, milli kültürler üzerindeki gayri ahlaki tesiri bizim için çok açık olacaktır.’’

 

 

 

 

 

Sürrealistlerin idol kabul ettikleri üç isim vardır. Henry Bergson, Andre Gide, Sigmund Freud. Bunlar, sürekli, insanların şuuraltları ile uğraşmışlardır. Ve şuuraltının dışavurumunu sağlamaya çalışmışlardır. İnsanın, bütün faaliyetlerinin kaynağının, şuuraltı olduğunu iddia etmişlerdir.

 

 

 

Tarih: 03.08.2010 Okunma: 640

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?