KARMAKARIŞIK...3...

Özgür DENİZ - 10.04.2010

Sayın Dr. Devlet Bahçeli’yi sonsuz takdir ediyorum. İşte disiplin budur. İşte irade budur. Olayın derinlerine tabiatıyla bigaeneyiz ve zevahire göre söz ediyoruz. Çünkü gerçeğin ne olduğunu bilecek konuma ve imkana sahip değiliz. Herkes insan olmalı. İşini adam gibi yapmalı. Sayın genel başkan malum kişiyi hem görevden aldı hem de istediği randevuyu vermedi. Bulunduğu kurumu halkın kaynaklarını sömürmek için kullanan bir kamburu sırtından söküp attı. Bu yapılan, aslında bu tür durumlarda yapılması gereken şey ama bizim siyasetçilerimiz pek oralı olmuyor ve zaten de sanki bu işleri yapmak için orada bulunuyorlar. Zat-ı âlinize kalbi saygı sunuyorum sayın başkan! Keşke, Milli davanızda, üstat Nurettin Topçu’yu teorisyen ve rahmetli şehidi-Muhsin reisi-başkanı pratisyen olarak ittihaz etseniz de, hem teşkilatınız, hem gençliğiniz, hem de ülkemiz ihya olsa olmaz mı? Ama ne hazin ki, yol arkadaşlarınızdan bazıları indinde, bu ülkenin-bu milletin-bu gençliğin-bu dinin karasevdalısı bu iki yiğit adam dönek! olarak görülmektedir. Bu şerefli ve soylu insanlara dönek gözüyle bakanların beyinlerini şahsen bendeniz çok merak ediyorum. Ve bu ülkeye sadakatlerinin derecesini de.

 

Bu dönek mevzu ile ilgili KATÜ öğretim üyesi ve zamanın Kurultay Gazetesi yazarı sayın Talat Ülker abi ‘’Lider-Doktrin-Teşkilat’’ başlıklı bir yazısında da değinmiş ve ‘’o kıymetli münevverleri dönek! ilan etmekle hareket ne kazandı?’’ diye sormuştu. Elbette bir şey kazanmadı ama çoook şeyler kaybetti. Ve maalesef ilim-irfan-kültür gidince yerini kuru hamaset nutukları aldı. Plan çizmek değil çizilen planlara uymak kaldı.

 

Ayrıca sayın başkan, bir insan var Yıldıray Çiçek adında. Malum Ortadoğu Gazetesi yazarı. Ayrıca sizinde danışmanlığınızı yapıyormuş galiba. Sayın başkan bu adamı okurum.

Bu adamın yazıları kuru hamaset kokar. İçinde zerre felsefe bulamazsınız. Bu adamın ülkücülükle bir alakası olduğuna da pek ihtimal vermiyorum. Ayrıca bu adam bu ülkenin aziz ve asil bir değeri olan büyük şair Abdürrahim Karakoç’a da küfür etmeye yelteniyor. İnsanda biraz edep olur değil mi? Sen kim Abdürrahim Karakoç ağabey kim? Yani o güzel insanın tırnağı olabilir misin ki küfre cüret edecek cesareti buluyorsun kendinde behey divane ademoğlu? Üstelik mazisi asaletle dolu olan bir camianın içindesin sözde. Bana göre kesinlikle ülkücü değilsin. Türk’ün hangi töresinde bir kaide var senin tavrını onaylayan? Din de var mı diye soracağım amma dinden haberin var mı bilmiyorum. Ki Türklük’ten bile yok. Arkadaş bir defa bu hareketi hareket yapanlar kimler sen onu söyle bana, tabi mazinden bihaber değilsen. Şimdilerde Ozan Arif’e de küfredilir oldu. Oysa bu ozanlar, bu şairler vb münevverler olmayaydı siz olur muydunuz koçum? Hareketi hareket yapıp bereketlendiren bu insanlar. Şimdi kalkmış hem bu temel taşlarına küfredecek cüreti buluyorsun hem de zerre hayâ duymadan zerre katkın olmayan bir işin kaymağını yiyorsun. İnsan biraz utanır. Türk demek aynı zamanda hayâ etmeyi bilen demektir. Bilmiyorsan bir bilene sor ve öğren ve ona göre hareket et. Türk’ü Türk yapan ve bugünlere taşıyan soyluluğu, yüce imanından doğan yüce ahlakı ve kökleşmiş töresidir. Kuru hamaset değildir. Büyüklere hörmetsizlik hiç değildir. Köküne küfretmek mi, asla değildir. Sayın başkan büyüklerine saygısızlık yapan ve töreyi çiğneyen bu insanı ve teşkilattaki benzerlerini lütfen azlediniz. İşte o zaman teşkilat teşkilat olacaktır. Ocak ocak olacaktır ve daha gür tütecektir. Amma bu şekilde kalınırsa hiçbir şey kalmayacaktır. Ve bereket gidecek hareket bitecektir.

 

Görevini su-i istimal eden ve makamını soyguna alet eden devlet görevlileri dört duvar arasına sokulmalı ve son nefesine kadar orada kalmalıdır ve bu aynı yolda gidenlere şiddetli bir uyarı olmalıdır. Girdikleri hücrede de kurtlu yiyecek içecek verilmelidir ki dünya kaç köşe öğrensinler. Hiç kimse devletin imkânlarını haysiyetsizce-şerefsizce-soysuzca kullanarak bu şerefli milleti soyma hakkını kendinde göremez. Bu alçaklıktır, katıksız kahpeliktir. Herkes bulunduğu makamı bu şerefli millete-güzel yurda hizmet yolunda kullanmalıdır. Her makam adaleti sağlama konusunda demir yumruk olarak kullanılmalıdır. Şayet bu makamları soygun ve vurgun için kullananlar varsa alınlarından kurşunlanmalıdır. Aslında bu tür soygunlarda herkes suçludur. Sanki bu tür olayları kimse bilmiyor mudur? Bence biliyordur ama bir menfaati vardır ve söylemezdir. Bunu yapanda alnından kurşunlanmalıdır. Artık bu güzel yurt ve bu masum halk bu kahpeleri kaldıracak sabrını tüketmiştir.

 

 

Siyaseti soygunculuk mesleği derekesine düşürürseniz vatan gençliği siyasette ikbal aramaya tevessül eder ve eğitimi arka plana iter. Bu meydana atılmak namına her değerden taviz vermeye başlar. Bu, bir vatan-millet için felakettir. Gençliğinize kıymayınız. Adam gibi siyaset ediniz. Gençliğe şerefli önderlik ediniz. Şerefsizliği-soygunculuğu-ihaneti ahlak diye sunmayınız. Sizler bulunduğunuz makamlarda birer toplum muallimisiniz. Meclis aslında bir maariftir ama bunu ancak beyni olan anlar. Bu yurda ihanet edeni, bu yurdun ne üstündekiler ne de altındakiler asla affetmeyecek ve bir gün muhakkak zincirlere vuracaktır. Hesap gününe göre hesap yapınız.

 

 

Hukuk, bir devleti ayakta tutan ve güçlü kılan şey hukuktur. Adil hukuk. Hukuk adaleti bırakıpta sapıtmışsa, kıyak ve kayak merkez üssü olmuşsa o ülke bitmiş ve batmış demektir. O ülkenin insanları mutsuzdur. O ülkenin insanlarının yüzlerinde yaşam sevincinden bir emare görmek hayaldir. O ülkede gariban-torpilsiz-çulsuz sürünmektedir. Kodamanlar-hedonistler-satanistler-şerefsizler kişnemektedir. O ülkede saf vatan çocuğu girdiği mahkeme kapısından çıkamaz suçsuz olsa bile. Zindanlarda çürütülür. Ama bir kodaman kapıdaki polisin yüzüne bakıp it gibi sırıtarak çıkar gider. Sonra da küfreder kendini tutuklayanlara. Hatta gelmez bile mahkemeye. Evinde film izlerken, meyve soyarken halleder işini. Hukuku öldürmeyiniz. O ölürse siz sürünürsünüz. Gerçek vatan çocukları hukukun dirilmesi ve yerli yerinde olması için çalışır. Bir vatansever kendi çocuklarını yiyen bir hukuku savunamaz. Bir vatansever Türk’ün töresine düşman olanların çizdiklerini karalar ve kendi çizer kaderini tayin edecek çerçeveyi. Gerisi hikâyedir ve ihanettir. Laf-ı güzaftır. Boş sözdür. Yanlış özdür. Gerçek doktor hapı yut diyorsa sahte doktorlara kanmamak icap eder.

 

Senin gerçek doktorun ve gerçek şefin, kalbindir, ey vatan çocuğu, memleket evladı! Dinle kalbini, ver kararını, at okunu, vur on ikiden ve çiz kaderini. Diril, diren, yücel, yüksel yeniden.

 

Sevgili dostlar bu tür mevzularda bir hakikat var, üstelik hayatın dayattığı ve asla kaçamayacağımız bir hakikat: Çok istediğiniz bir şey için hiç istemediğiniz bir şeyi yapmak zorunda kalabilirsiniz. Hayat sizi buna mecbur edebilir. Asla tereddüt etmemelisiniz. Özgür ve bağımsız bir yaşamı size sunacak şeyleri gerçekleştirmek için hiç sevmediğiniz bir kişiye, gruba vs destek vermek zorunda bırakabilir hayat sizi, kesinlikle tereddüt etmemelisiniz. Onlar amaçları doğrultusunda bir şeyler kazanacaksa sizlerde yaşamın tadını (kısmende olsa adaleti-hürriyeti) kazanacaksınız. Az mı?

 

Ardahan’daki cinayet olayı tam bir muammaya döndü. Hatta rezil bir hal aldı. Acilen düzeltilmelidir. Emniyet teşkilatımız güven kaybına uğramamalıdır. Söylentilere göre teşkilatta kaygı verici zafiyet görülmektedir. Daha öncede savcılık bilgilendirilmiş ama katil yakalanamamış söylenenler doğruysa. Bu tam bir rezalettir. Sonra teslim olmaya geldiğinde yakalanmış ve yakalayanlar ödüllendirilmiş. Bunun aslı varsa bu tam anlamıyla iğrençtir. Aslı yoksa da bu haberi verenler hakkında ciddi işlem yapılmalıdır. Özel ya da tüzel. Ayrıca azami dikkat gösterilmelidir, emniyet üzerinde kirli oyunlar oynanmaktadır. Emniyet halkın gözünden düşürülmeye çalışılıyor. Dikkat! Dikkat!

 

 

Ülkem ne de garipleşti, birileri eşcinselci olmuş, orduya bile eşcinsel sokuyor. Birileri, birilerini vatan haini ilan ederken, kendisi hainlerin başına özgürlük olsun diyor ve salıverelim toptan olsun diyor. Vatan çocuklarına her türlü mezalim hoşgörülürken birilerine yan gel yat, ekrandan bir laf at savunma ver deniyor. Birisi imtizaç etmiş iki yüce değeri(din-milliyet) ayırma itliğine soyunuyor. Görevi talebelik olanlar soytarılık yapıyor, boyundan büyük şeylere tevessül ediyor. Bir vatan çocuğu çıkıpta bütün pislikleri o pisliği saçanların yüzüne vursa ve halka ifşa etse olmaz mı? Bir toplumda ki zuhur eden toplumsal bozukluklar o toplumun öncülerinin dile gelen günahlarıdır. İşlerini adam gibi yapmadıklarının emareleridir. İnsanlar bite, pireye, tahtakurusuna, b.k böceğine kızıyorda onları üreten pis vücuttan iğrenmiyor ne garip bir paradoks.

 

 

Yılmaz Erdoğan ‘’çok güzel hareketler bunlar’’ isimli rezil programla ifsada yol açan bir müfsiddir. Üstelik isimde çok tehlikeli. Güya icra edilen hareketlerin çok güzel olduğu, yapılabilir olduğu derinden derine saf zihinlere zerk ediliyor. Ahlak kesinlikle çürütülüyor bu programla. Zira güya espri diye yutturulan şeylerin hepsi bel altı şeyler. Yoksa güldürebilecekleri bir yetenekleri yok. Zaten bu tür şeylere bir bakınız Allah ve insanlık aşkına. Hangisinde ciddi ve kaliteli bir espritüellik var? Yok, hepside bel altı şeylerle güldürmeye çalışıyorlar. Yoksa kaliteli bir şey yapıpta hem ruhu hem beyni eğitmiyorlar, gerçek bir tebessümün-kahkahanın tadına vardırmıyorlar sadece ifsat ediyorlar. L.K ya bakınız aynı, N.U a bakınız aynı. Hülasa sanat diye bir şey yok ortada. Bunlara değer verenlere, bunları sanatçı yerine koyanlara yuh olsun. Yazık. Bir tek Cem Yılmaz da pek görmedim gibi, birkaç tane CD sini izledim. Ama bu kişiyi de sanatçı yerine koymuyorum tabi ki. Zira sanat büyük bir şeydir ve herkes sanatın büyüklüğüne layık olamaz. İşte bizleri böyle böyle haşlıyorlar. Fark ettirmeden. Tıpkı kurbağa gibi. Bilirsiniz bu kurbağa hikâyesini. Ve bizler bakıyoruz öyle saf, masum. Oysa oyun büyük ve tehlikeli. Demokrasi var değil mi? Ha öyleydi! Her türlü müptezellik ortalığa saçılabilir öyleyse. Haydi meydana açılmaya!

 

Daha çok demokrasi, daha çok ahlaksızlık demek ki, zaten ortaya çıkıyor. Bu demokrasi bir gün, kendini zorlamayla sahaya sürenleri dev tekerleğiyle ve zehirli oklarıyla yok edecek. Demokrasi yemin ediyorum Müslüman’ın hayrına ol-ma-ya-cak. Milli varlığımıza kast eden bir canavardır bu melanet. Size yalan söylüyorlar. Demokrasi yalnız İslam ve millilik düşmanlarına yarayacak lanetli bir silahtır. Ki İslam ve Millilik yüreklerden sökülünceye değin bu silah kullanılacak. Ki ayan beyan görüyoruz her şeyi. Ne kadar sefil varsa bu iki yüce değere salya akıtıyorlar. Demokrasi vardı öyle ya!

 

Arkadaşlar! Her şeyin bir bedeli vardır. Cennet kolay değildir. Bu dünyada şöhretin bile bir bedeli vardır. Kaç kadın namusundan, kaç erkek şerefinden feragat ederek şöhret merdivenlerinin basamaklarını tırmanmaktadır. Her iki tarafta büyük tavizler vererek şöhrete ulaşmaktadır yoksa şöhretin zirvesine ulaşmak muhaldir. Zira bu alan tamamen haysiyetsiz tayfanın-mason uşağı tayfanın hükümranlığındadır. Ya bunu istemeyeceksiniz ya da bedelini ödeyeceksiniz. Şimdi bunu söyledik diye kimse kızmamalıdır. Zira bu bir seçimdir. Ve her seçimin bir bedeli olur. Şayet kızıyorsanız, çok hoşsunuz çok güzelsiniz sevimli bayanlar ve fiyakalı baylar derim. Sizi takdir edelimde Türk kızları-erkekleri sizleri idol olarak mı bellesinler? Sizleri mi taklit etsinler? Zoru seçerseniz acı düşer bahtınıza. Kolayı seçerseniz de şerefinizden ve namusunuzdan ödün vermek zorunda kalırsınız. Hayat böyle dostlar naparsınız! Hayat kolay yoldan yürümek isteyenleri silindir gibi ezer geçer. Ama zor yoldan yürümek isteyenleri de kendine kaptan seçer. Kolay olan bişey yok. Ve varsa da bedeli onursuzluktan başka bir şey değildir. Hangi ünlülerin hangi patronların kucağından geçtiğini hepiniz işitmişsinizdir. Malum, şerefli! Basınımızda çok değinildi bu mevzulara. Ve basınımızın kalantorları yabancı değildirler bu gibi durumlara.

 

 

Üniversiteler çok dikkatli olmalıdırlar. Bir adım ileri iki adım geri taktiği işliyor. Ve millilik-dindarlık düşmanları bütün unsurlar, perde ardında ittifak halindedirler. PKK ya hararetle karşı gibi görünenler bile ortak çıkarları için perde gerisinde dostlar ve sevgililer. Bunu bahusus milliyetçiler düşünmelidirler. Ve kimlerle birlikte hareket ettiklerini kontrol etmelidirler. Her adımlarını sıkı bir otokontrolden sonra atmalıdırlar. Dindardan zarar gelmez ama gözünü kan bürümüş ve vatan çocuğunu faşist diye damgalayan kızıldan zarar gelir. Vatan evladına silah sıktıran ve sıkan teröristten zarar gelir. Şu zamanda herkes uyanık olmalıdır. Özellikle hassas konumda bulunanlar. Misal, güzel reisin mirasçısı olan yiğit ve yağız Alperenler.

 

 

Halk, bazı müptezeller şu halkı sevemedi gitti. Kimi göbek kaşıttırır kimi de ense. Kimi bidon kafa yapar kimi dağa tırmamandan. Ulan başka çareniz mi var ki halka düşman olursunuz. O cahil dediğiniz halk sayesinde sefa sürüyorsunuz bu yüce yurtta. Onun ürettiklerini zıkkımlanıyorsunuz. Onun sırtına basıyor ve yükseklere tırmanıyorsunuz. Ama istiyorsunuz ki, o, sizin belirlediğiniz çizgiyi aşmasın ve görevini yapsın ve aklının ermediklerine söz etmesin. Terk edin ulan rezil herifler bu yüce Türk yurdunu. Siz kimsiniz? Kaç kuruşluksunuz? Nereden geldiniz? Bu toprağın-bu memleketin çocuklarına hakaret edecek cüreti nereden buluyorsunuz? Geldiğiniz yere fırlayın gidin. Ben halkımı sevmeyeni sevmem arkadaş. Ben ülkemi sevmeyeni sevmem arkadaş. Ben alçakları tanırım arkadaş. Sen de sevme sen de tanı sevgili halkım! Yılanları, çıyanları, aşımıza göz koyanları, soyup kaçıp doyanları, vatanın dibini oyanları, haram servet sayanları ve ALÇAKLARI iyi tanıyalım ey bu memleketin namuslu ve vefakâr evlatları.

 

Bir de, daha kendisi adam olamayıpta, halka nasıl adam olunacağını! anlatmaya yeltenen sefili-sefilleri de iyi tanıyalım.

 

Büyük insanlar, yine ciğeri beş kuruş etmeyen tipler bu halkın bağrından çıkan gönlüyle-beyniyle büyük insanlara söz ediyor. Ulan, sizin zekânız, o kıymetli memleket çocuklarının zekâsının yüzde yarımı kadar varsa ben dünyanın en soysuz insanıyım. Yok, yemin ediyorum birde işte, yok. Tabi o güzel insanlar sizin tekerinize çomak sokmuş ya, telin edilmelidir tabiatıyla. Ama sizin adınıza ne acı ki, bu halk sizi de o ölümsüzleri de çok iyi tanıyor. Ve bu arada;

 

‘’Köpeğin dudağı dedi diye deniz kirlenmez.’’ Mevlana.

 

ERMENİ DÖLÜ, bizim insanımızın, çok kızgın anlarında ekseriyetle siyasi konular mevzubahis olunca söylediği bir laftır bu ve doğrusu hakaret yüklü olarak ifade edilir. Bendeniz ise, şu an hakaret babında söylemiyorum bu sözü. İnsanca anlaşılmak isterim. Sen tut Türk Milleti’nin mevcudiyetine kast et. İslam dinine kin güt. Dinin ve milliyetin türap olması adına her türlü melun suikastı tertip etmeye yelten, bu memleket çocuklarının istikbaline kast et. Bu topraktan beslendiğin halde bu toprakları kirletmeye yelten, bu ülkeyle ilgili acı ve olumsuz bir olayda sızlanma ama Ermeniler vs herhangi bir milletle ilgili durumlarda yan da yan ve durmadan ağıt yak ve üstelik bu ülkeyi töhmet altında bırakma kahpeliğine tevessül et, sonrada haklı tepkilerden gocun. Hayır hayır bayım, tepkiler haklıdır ve yerindedir. Sen, tam bir Ermeni dölüsün oğlum.

 

 Bu, hakaret değil, bu vatanın çocuklarını ihtar olur olsa olsa. Memleket çocuklarının, dikkatli olması ve uyanık kalması adına çağrı olur. Yani, bu tür baylar ya da bayanlar Ermeni dölüdür ey vatan çocukları dikkatli olunuz uyarısıdır! Bu türlerin, olaylara nasıl giriş ve çıkış yaptıklarına dikkat edin hatırlatmasıdır. Bunların planlarını fark edin ve aldanmayın ikazıdır. Tepkileri pasifize etme gayretlerine de kanmayın iradıdır. Mağdur pozisyonunda huzurunuza gelmelerine sakın inanmayın duyarlılığıdır. Tepki yerinde olursa yapıcıdır müsterih olunuz.

 

Bu hakaret gibi görülen ifade, bu türlerin maskeli görüntüleri ile güya barış minvalinde verdikleri mücadele, gerçekte verdikleri hain mücadeleyi görmenizi engellemesin ikazıdır. En azından bendeniz için bu anlamdadır bu söz. Misal, Türk Dölü ifadesini de kullanabiliriz. Yani argo gibi görünebilir bu tür ifadeler ama kötü bir ifade değildir normal şartlarda. Lakin, Türk Dölü olan ama tohumuna sadakatli bir şahsiyetten de ihanet beklenmez. Şayet, ihanet varsa da, tohum çürümüş, bozulmuştur.

 

Burada, Hrant Dink’i, ayrı tutuyorum. Ki öldürülmesini de kınıyorum. Ki olay anında da kınamıştım zira. Ve o insanın da, zaten kendi soyundan olanlarında parmağının olduğu karanlık ellerce öldürüldüğünü düşünüyorum. Ki insanları öldürmenin de çare olacağına inanmıyorum ama tespit edilip perde gerisinden otokontrole tabi tutulabilir. Eylemselliğe geçesiye kadar insanlara dokunulmamalıdır. Ve sözle açıktan ihanete yeltenesiye kadar. Yani aleni olarak tahrike, fitne ve fesada tevessül edene dek.

 

Yusuf Hallaçoğlu, PKK ‘nın yüzde sekseni Ermeni demiş ve tam isabet etmiş. Kesinlikle, çok doğru bir söz ve buradaki derin gerçekte, güya evlattan sözde tehcirin intikamını alma olayıdır. Yani, bu yolla, hem öç almak, hem de ülkeyi zafiyete uğratmak ve enerjisini boş yere harcatmak. Gücünü kırmak. Buna herkes yüzde yüz emin olup, inanabilir şahsi kanaatimce. Derin bir dalış yapın düşüncenin merkezine doğru, gerçeği bütün çıplaklığı ile göreceksiniz. Şimdi, siz, gelinde, bu melun örgütün, zehirli yılanın baş aktörlerinin Türk-Kürt dölü olduğuna inanın inanabilirseniz. Umarım, canımız Kürt kardeşlerimiz çok geç olmadan saf gerçeği fark ederler, görüler ve lanetleyip def ederler bu melun örgütü ve destekçilerini başlarından.

 

ÇANAKKALE DESTANI VS., şimdi Kurtuluş Savaşı olsun Çanakkale Savaşı olsun vs. bazıları, bu özel ve büyük günlerin hatırlandığı kutlama günlerinde ekranlarda ötüyor da ötüyor, bir övgü, bir yüceltiş sormayın. Ki sizlerinde malumunuzdur. Şimdi, şöyle bir düşünelim. Bu destanları kim yazdı? Elbette katıksız Müslüman olan asil ecdat. O ecdat ki, kitaplar kitabı Kur’an rehberliğinde hedefe atıldılar. Dillerinde yüce haykırışlarla. Ve uğrunda ölünebilecek en kutsal değerler adına: din-vatan-ahlak-bayrak-bağımsızlık. Dün, o destanlara imza atanlar, bugün yaşasaydılar şayet ve kendilerini övenleri de görselerdi ve yaptıklarına şahit olsalardı ne düşünürlerdi? Tıpkı o soytarı ve iki yüzlü alçakların, şanlı ve asil ecdadın kendi torunları hakkında ne düşünüyorlarsa aynen onu düşünürlerdi, ki o asil ecdadın torunları hakkında haysiyetsiz ve yalancı tiplerin ne düşündükleri malum. Onların, bu büyük destanlara düzdükleri övgülerin hepside, şerefim ve namusum üzerine yemin ederim düzmece. Bir kere o ecdadın ruhuna düşman olan o ruhun eserine nasıl saygı duyabilir? Bu mutlak olarak eşyanın tabiatına aykırıdır. İnanmayalım ey ehl-i vatan.  Büyük vatan şairi Mehmet Akif Ersoy’a duyulan kinin büyüklüğünü anımsayın ve o destanlara yönelik sitayişlerin ne kadar ahlaksızca ve riyakârca olduğunu görün, fark edin.

 

Yazılı kâğıt, bizim yazılı kâğıtlarımız, kızına tecavüz eden, oğlunu da katleden bir baba gibidir tıpkı. Vatanın çocuklarını ayyaş yapar. Eroinman yapar. Soyar. Benliğini kirletir. Kimliğine yabancılaştırır. Değerlerini çürütür. Karakterini bozar. Düşmanla teşrik-i mesai yapar. Ülkenin kaynaklarını peşkeş çeker. Gizli bilgileri satar. Teröre payandalık yapar. Vatan düşmanlarının sözcülüğüne soyunur. İnsanı ayakta tutan değerleri yıpratarak yok eder. Orduya-teşkilata kin duyar. Türk’e düşmandır göbekten. 

 

Misal, eşcinselliği över ama kendisi kabul etmez. Soyduklarını ekranlara çıkarır gençliğin maneviyatını tahrip eder ama kendisi yer. Sürekli alkol reklamı yapar ama sarhoş olmaz sarhoş eder. Çünkü, bu tür hastalıklara yakalanarak ahlakı tahrip olan gençlik kitlesi bunların çarklarını döndüreceklerdir. Bunların ürettiklerini tüketen birer zavallı olacaklardır. Zira, ahlaklı bir insan topluluğu, kendini yavaş yavaş-kurbağa gibi- öldüreni bilir, oyunları sezer ve oyun kurucuyu ezer. Olay budur efendim.

 

Biz, zannederiz ki, bu yazılı kâğıtlar, Türk topraklarında yazılıyor ve yazanlar da Türk. Ama, olayın gerçek yönü asla öyle değil. Bu bir numara. Zira, sömürgeci bütün bunları bizzat yapsa, tepelenmesi işten değil. Ama elin oğlu akıllı, işi yerliye yaptırıyor ki, iş tam olsun. Ok hedefi  bulsun. Yani, yerli gördüklerinizin bir de öbür yüzlerini çevirin bakalım ne göreceksiniz sevgili ülkemin kıymetli evlatları.

 

Bir iş yaptıracaksan, yerli köpekler bul ki, havlayınca halk taş atmasın, bizdendir desin. Ve üstelik, ürene değil ürülene vursun. Oysa, havlanılan kendisidir ama farkında değildir. Zira, iyice kendinden geçmiştir.

 

Bilakis, Türk’ün yazılı kağıdının görevi bellidir. Bunu, kurucu Mustafa Kemal de ifade etmiştir. Lütfen dikkatle okuyunuz, aşağıdaki sözler ‘’sahte Kemalistleri sigaya çekiyorum’’ başlıklı yazımızdan iktibastır.

 

 

 ''Türkiye basını, milletin hakiki ses ve iradesinin belirme yeri olan cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale ihdas edecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basınla ilgili kişilerden bunu istemek cumhuriyetin hakkıdır. Bugün, milletin samimi olarak, birlik ve dayanışma içerisinde bulunması zaruridir. Umumun kurtuluşu ve saadeti bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu hakikati milletin kulağına, vicdanına gereği gibi duyurmada, basının görevi çok ve çok mühimdir.'' Mustafa Kemal Atatürk

                      

Acaba basınımız, bugün, dün olduğu ve yarınlarda da olacağı gibi, filhakika milletin sesinin yükseldiği ve iradesinin tecelli ettiği-etmesi gereken bir yer mi? Yoksa, milleti kendi emelleri ve tabi oldukları dış mihrakların emelleri doğrultusunda maniple eden şer güçlerin içtima ettiği fitne ve fesat yuvası mıdır? Bugün, cumhuriyetin, ülkenin ve milletin yükselip, yücelmesine mi hizmet etmektedirler? Yoksa, Atatürk tüccarlığı yaparak, bu ülkenin kaynaklarını ve milletin ulvi duygularını mı sömürmektedirler? Halkı, Atatürk'ün muteber ve mübrem gördüğü ittifaka mı davet etmektedirler, yoksa, bir gizli emelleri varda, halk arasında iğrenç tefrikayı körükleyerek emellerine vasıl olmaya mı çalışmaktadırlar? Zira, gün gibi aşikar ki; böl, parçala ve tahakküm et politikasını icra ediyorlar ki; yekpare bir topluluğa hükmetmek yürek ve güç ister. Bunlarda ise yürekliliğin zerresi yok, güçleri ise tamamen sahte, bunlar mukadder akıbetleri olan ölümden bile korkacak kadar zavallıdırlar. Atatürk, halkının saadetini ve necatını, ittifak-ı millette görürken, acaba, bunlar ittifak-ı millet fikrini, kendi mutlu ve kutlu dünyaları için bir dinamit olarak mı addetmektedirler? Milletin kulağına ve vicdanına duyurdukları Atatürk'ün bitmedi dediği Milli Mücadele mi, yoksa, manda ve himayenin yalancı ve süfli zevk-ü sefası mı? Bilin ki; devam eden bir mücadele bunlar için bir karabasandır. Uyan ey millet, Atatürkçülük kılıfı altında, hem tedricen tarih sahnesinden el çektiriliyorsun, hem de adi bir şekilde tarih, din, dil, ordu, emniyet, bağımsızlık ve halk düşmanlığı yapıyorlar.

 

 

            Tam bağımsız, büyük ve özgür bir Türkiye için ruhumuzu ısıtan ve aydınlatan GÜNEŞİ kucaklayalım lütfen sevgili halkım!

Tarih: 10.04.2010 Okunma: 653

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?