BEN BİR VATAN HAİNİ DEĞİLİM...1...

Özgür DENİZ - 03.04.2010


Öncelikle, daha önce unutmuş olduğum bir mevzudan dolayı çok mustaribim. Bursa da, bir elim kazada, hayatlarını kaybeden maden işçilerimize, Yüce Allah’tan rahmet, devletimize, milletimize ve yakınlara başsağlığı ve sabır diliyorum.




Evet, ben bir vatan haini değilim.



Şerefli halkım!



Şayet duygulu ve temiz yüreklerinizde, ülkemiz, milletimiz, insanlık ve adalet için sevgiden bir zerre behre varsa dikkatlice dinleyiniz. Umutlarımızın parçalanışından, hayallerimizin duman gibi kaybolup gitmesinden şeytani bir haz duyan, daha öncelerde de olduğu gibi, hatta daha da vahim kirli oyunlar tezgâhlayan kalleşlerin varlığına tanıklık ediyoruz.



Bu dayanılmaz manzaraları gizlemeye bile gerek görmüyorlar. Artık gizliliğin anlamsız kaldığı anları yaşıyoruz. Yapılanların bile gizlenme gereği duyulmadığı anları yaşıyoruz. Yalanlarla yeterince kandırdıklarını düşünmüşlerdi, ama, olmadığını, tutmadığını gördüler. Aldananın, kananın kendileri olduklarını fark ettiler. Bu durum, onları, daha da gözü dönmüş yaptı. Oysa, kendilerini, kâinatın yıkılmaz efendileri sanmışlardı, ölüm ve hayata hükmeden tanrılar sanmışlardı kendilerini. Fakat, kızıl şafaklarla yapılan tazyikatlar ve bunun sonucunda yaşadıkları korku atmosferi, cesetler üzerindeki ve kan içerisindeki kirli şölenlerini dağıttı.



Oysa, bizler, insan olmaya, insan kalmaya ve insanca yaşamaya ahdettik. Mücadelemiz bunun için. Biz, menfaatlerimiz için yaşayamayız. Biz, yaşatmak için yaşarız ve ölürüz. Biz, hayatımızı ölüm ve yaşam ihtimalleri üzerine kurmadık ve kuramayız. Bunu herkes beynine kazımalıdır. Bizlere zincirle yaşamanın bir zillet, ülke, millet ve insanlık için ölmeninse ebedileşmek olduğu belletildi. 



Bize diyorlar ki; bütün umutlarınızdan vazgeçin, beyhude haykırışları bırakın. Hayır, ne umutlarımızdan vazgeçeceğiz ne de haykırışlarımız susturulabilecek. Bu ülke, tam bağımız oluncaya; bu topraklarda, hakiki adalet ikame olununcaya ve kendi ülkesinde paryalaştırılan halk, gerçek özgürlüğü tadıncaya dek haykırışlarımız asla susturulamayacak ve umutlarımızı hep diri tutacağız. Ve, hiçbir zaman, ucuz ve küçük hesapların adamları olmayacağız. Ve, doğrudan da ayrılmayacağız. Kimseyi onursuzca yargılamayacağız. İyi şeyleri alkışlayıp kötülükleri lanetleyeceğiz. Partici değiliz, lider tapıcısı değiliz. Ülkemiz içiniz, milletimiz içiniz, insanlık içiniz, adalet içiniz.



Bakınız, bu ülkenin varlığı, dirliği ve birliği adına bazı güzel şeyler yapılmaya tevessül edildi. Ama, bu şeylerin bizzat kendileri için olduğunu göremeyecek kadar kör olan ve hayatları hep ihanetler üzerine kurulu olanlar tarafından akim bırakıldı. Bu işe soyunanlar vahim bir tuzağa düşürüldü. İhanet şebekesi yine ihaneti tazeledi. Güvenilmezliğini tescilledi.



Önceden düşündüğüm gibi çıktı. Mevcut yapı bir tuzağa çekildi. Bu işin geri dönülmezliği dikkate alındı. Çünkü gemiler yakılmıştı. Dönüş yok oluş demekti. İhanet şebekesi, halk meclisinden ekarte edildi. Millet sinesine dönülme sinyalleri verildi, ama yenmedi. Fakat, büyük görünen küçük ve sefil cani akıllı davrandı. Halkın, bu kirli oyunu, tepeceğini anladı ve atik davranarak meclise dönün dedi. Zira, artık kendisinin pek ehemmiyeti kalmamış olduğu fark edilecekti. Zavallı robotlarda halk meclisine dönüş yaptı ama düğmelerine İmralı’nın bastığını söyleyerek açık adres verdi ve gerçeği örttü. Halkın reddettiği gerçeğini. Yani, kendilerinin de bir parçası oldukları büyük oyuna hizmet etti. Tabi millet yerse. Tükendiklerinin farkındalar ama gizleyebildikleri kadar gizlemeye çalışıyorlar. Artık, Kürtlerde oyunu fark etti.



Çok iyi biliniyor ki, mevcut yapı dağdakileri ve hücredekini dikkate alırsa ortalık toz duman olacak, almazsa da ihanet şebekesi güya barışa yanaşmayacak. Ve tezgâh tutacak. Bu yola girildi artık geri dönüşü olmaz diyorlar. Zira her iki durumda da yolu açan kaybeder diye düşünülüyor. Oysa çok ahmaklar. Şebekenin her iki ucu da çok basiretsiz davranıyor. Bu taraf gerçeği görmelidir. Kürtler de, kendileriyle zerre bağı olmayan şebekenin gerçek niyetini ihsas edip onları kaderleriyle baş başa bırakmalıdır. Kürtler, büyütülmüş caniye ve küçültülmüş robotlarına unutulmayacak bir ders vermelidir. Gerçekte çok derinlere inseniz belki de büyütülmüş caninin ve küçültülmüş iradesiz robotlarının Kürtlerle hiçbir yönden asla bir bağı olmadığı anlaşılabilir. Zira, Kürtler akıllı olmalı, büyük bir arbedenin kimlere kaybettireceğini idrak etmeliler. İnanalım ki, büyütülmüş küçük caniye ve küçültülmüş iradesiz robotlarına bir şey olmaz. Olan yine Kürtlere olur. Acıyı onlar tadar. Sefalete onlar mahkûm olur. Ve aynı şekilde bu taraftaki gariban ve masum Anadolu çocuklarına olur.


Filhakika, dağdaki silahlı şebeke ve şehirde ki kravatlı şebeke tamda bugünler için yaratılmıştı. Hücredeki büyütülmüş cani bugünlere planlı şekilde getirildi ve büyük planın bir parçası olarak bu ülkeye teslim edildi. Bu, kirli ve karanlık örgüt, asla Kürt kardeşlerimizin yararına yapılandırılmadı ve hiçbir zaman Kürt kardeşlerimizi de düşünmedi. Yemin ediyorum en keskin ve en derin gerçek bu. Aynı zamanda, en acı olan gerçekte bu. Namuslu olan her vicdan bunu görür, yeter ki istesin. Hücredekini de zannediyor musunuz ki beyni ve beynine enjekte edilmiş sahte idealler büyütüyor, ya da Kürtlerin bağlılığı büyütüyor. Kesinlikle hayır, onu büyüten ve bilerek büyük gösteren ve Kürtlerin kendisine bağlı olduğu yalanını savuran MOSSAD ve CIA gibi evrensel terör şebekeleridir ve içimizdeki kiralık kalleşlerdir. Belki, bağlı olan küçük ve ciddi etkiden mahrum bir kitle olabilir. Onlar da önemsenmeye değmez. Ne kadar da önemsenmeleri istense de ve önemsenmeye layık olacak kadar etkili gösterilmeye çalışılsa da kiralık kalleşler tarafından.



Düşünün bir kere, devlet denilen devasa yapının bazı kurumlarının desteği olmasa, yani bir nevi kökleşmiş mevcut yapının denge hesapları olmasa, o karanlık gördüğümüz örgütler varlıklarını sürdürebilirler mi? Bu mümkün mü Allah aşkına? Tıpkı, bunun gibi büyütülmüş caniyi de büyüten dışarısının gizli desteğidir. Nefeslerini üflemeyi bırakıversinler yemin ediyorum balonun havası boşalıverir. Yani inanmayalım. Ve gerçek şebekenin Batı, Abd ve Siyonistler olduğunu görelim. Kartımızı ona göre açalım ve oynayalım.



Her sistem ve o sistemi oluşturan kurumlar zihni bir altyapıya ve bu altyapının temeli olan bir ideolojik zemine dayanır. İşte, o ideolojiyi de önce zihinlerden kazıyıp, sonra da hayattan devirdiğinizde, ideolojik zemin üzerinde yükselen sistemi de devirmiş olursunuz. Ve, o sistemden mütevellit bütün sıkıntılardan kurtulmuş olursunuz. Haddizatında, burada derin bir meselenin de anlaşıldığı görülüyor. Yani mesele kurumlarda değildir. O kurumları yönlendiren zemindedir. Kurumları yok etmek ve kurumlara düşmanlık beslemekte böylece ahmaklık olmuş oluyor.



Tarihe baktığınız da, devlet denilen yapının olmadığı bir topluma rastlayamazsınız. Belki, devlet adı altında değil ama onun nüvesi denebilecek organizmalar mevcuttur. Bunun inkârı imkânsızdır. Tıpkı muayyen bir gücünde var olduğu gerçeği gibi. Ordu gibi misal. Devlet devasa bir iş merkezi mahiyetinde bir yapıdır. Mücerrettir. Bu yüzden olmadık zamanda devleti itham etmek ve devlete küfretmek abesle iştigaldir. Devlete hayatiyet veren ve bir anlam kazandıran, onu oluşturan kurumlardır. Devlet kalıptır. Kurumlar özdür. İş merkezinin duvarının ne suçu vardır içeride olanlardan Allah için? İş merkezinin bünyesinde de bir sürü dükkân vardır. O iş merkezi, o dükkânlarla bir anlam ve hayatiyet kazanır. Bilakis, o devasa duvar anlamsızlaşırdı. İşte devlet ve kurum ilişkisi de bunun gibidir. Bir dükkânda oynanan oyun o yapının bütünlüğünü zedeler. Tıpkı bir kurumdaki çürümenin, bütün bir devlet yapısını çürüteceği gibi. Binaenaleyh, kurumlar dürüst olmalıdır, onurlu olmalıdır, görevlerini adam gibi yapmalıdır.



Şimdi düşünün, bir grup var, halk adına hareket ettiğini söylüyor, ama o grubun içine halk ile uyuşmayan biri sızmış olsun. Biteviye, agresif hareketlerle iştigal etsin, halka ve değerlerine küfretsin ve bu yönde eylemlerde bulunsun. Grubu yanlış yöne kanalize etsin. Ne olur Allah aşkına? Halk bu grubu lanetler, dışarıdan belli etmese de içten içe düşmanlık besler. Oysa, o grup kendindendir. Ama halkta çaresizdir. Suç asla halkta değildir, o gruptadır. Ve, o gruba, kendisini desteklediği için, yanlışlarını söylemeyen ve uyarısını yapmayan halkın bir kesimindedir. Grubun başı, halkla uyuşmakta zorluk çeken parçayı defetmelidir bünyesinden. Kesin çözüm budur. Kurumlarda bünyelerindeki, halk ile uyuşamayan, halkın değerlerini kabullenemeyen, devlet gücünü bireysel menfaate tahvil etmeye tevessül eden parçayı def etmelidir bünyesinden. Bilakis hem kendisi yok olacaktır, hem devlet duvarı çürüyecektir, hem de halk acıya gark olacaktır. Oysa taş yerinde ağırdır ve yerinde kalmalıdır, ta ki; kalkması gerekene kadar ve kalktığında da, kalkışına, devasa bir kitlenin hak vereceği zamana kadar. Lütfen akıllı olalım.




Evet, yaşamakta olduğumuz zamanlarda, bu ülkenin ordusu hiç kuşkusuz yıpratılmak istenmektedir. İnanıyorum ki mevcut yapıda bunun idrakindedir. Ne hazin ki, bu güzide kurumumuz kendi içindekiler tarafından kirli oyuna alet edilmektedir ve böylece yıpranması sağlanmaktadır. Böylece aydın makyajlı bazı kötü niyetlilere de küfretmeleri için fırsat yaratılmaktadır. Hiç kimsenin, evet, kurum içinden de olsa, hiç kimsenin bu güzide kurumu yıpratmaya hakkı ve haddi olamaz ve olmamalıdır. Ordu bir bütündür ve her parça bu bütüne hizmetle mükelleftir. Bu bütünde halkına hizmetle yükümlüdür. Ordu, her faaliyetini takım ruhuyla yapar ve yapmalıdır. Kimse, bireysel hesaplar içerisine giremez bu takımda. Her parça hayati bir rol oynar. Herkesin bir işi vardır ve onu layıkı ile yapmaya çalışmalıdır. Bu takımda ki hiç kimsenin halkla bir hesabı olamaz asla. Bu takımdaki her türlü sadakatsizlik adaletli bir demir yumruk bulmalıdır karşısında.



Ordumuz, bu milletin ve bu muazzam ülkenin ruhuna uygun olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Bu kaçınılmaz hale gelmiştir. Türk Milleti de, bu meyanda pasifize edilmeye çalışılmaktadır kuşkusuz, fakat, bu, mevcut yapı eliyle değil farklı şekilde yapılmaya çalışılmaktadır. Filhakika kurumlarımızda bir Türk hâkimiyeti olduğu da söylenemez. Bu millet kendine gelmeli ve oyunları görmelidir.  Burada mevcut yapının külliyen suçlu gösterilmeye çalışılması asla adil olmaz. Herkes kendini gözden geçirmelidir. Söylemlerini, eylemlerini, kimlerle işbirliği yaptığını, kime çalıştığını ve niçin çalıştığını kontrol etmelidir, sorgulamalıdır. Mevcut yapıda azami dikkat göstermeli ve her daim teyakkuzda olmalıdır. Kendi cellâtlarına kendi eliyle urgan hazırlamamalıdır. Muhakkak bilmelidir ki, kendine dost gibi görünen bazıları asla dost değillerdir ve olmazlar. Fırsat kollamaktadırlar ve bulduklarında da ihanet etmeleri kaçınılmazdır. Çünkü kendileri Müslüman’dırlar. Bu millet ordusunu sever ve saygı duyar ordusuna. Ordusunun bir bütün olarak güçlü olmasını arzular. Güçlü ordu aynı zamanda güçlü ülke demektir bir yerde. Ordunun yapısını korumasını ama halkının hizmetinde olmasını diler, gönlünden geçirir ve ister. Bu güzel gerçek görülmelidir ve dikkate alınmalıdır. Ordumuz mezhepçi kişiliklerin oyun alanı haline getirilmemelidir. Malum bu durumu birkaç kişi (Murat Belge, Rasim Ozan, Emre Aköz vs) dile getirdi ve kuşkusuz doğrudur da. Tıpkısı yargıda da vardır ve eylemler bunu göstermektedir, ki bu durumda ifade edildi aynı kişilerce. Bu konu çok mühimdir ve üzerinde durulmalı ve halledilmelidir.


Aslında bizim ülkemizde şöyle bir paradoksta vardır. Ülkemiz bölünmüştür ya malum. Ve herkese de bir sıfat verilmiştir ya. Milliyetçi, Kemalist, İslamcı, solcu diye. Şimdi bizim ülkemizde İslamcı politika yapanlara fazla bir özgürlük alanı verilmemektedir. Ve, bunların, hedef kitlesine de özgürlüklerden fazla pay verilmemektedir. İktidar olması sağlanmaktadır ama asla muktedir olmasına müsaade edilmemektedir. Diğerleri ise her halükarda nimetlerden istedikleri şekilde istifade etmektedirler ve bu yüzden de düzenle uyuşmakta zorlanmamaktadırlar. İktidar olmakta umurlarında değildir. Çünkü zaten hükmetmektedirler gizli el olarak. Böyle olunca, bu tarafta, çaresiz, denize düşenin yılana sarıldığı gibi, batı denilen yılana sarılmaktadır. Fakat ne ilginç ki, bu sefer de batı uşağı olarak suçlanmaktadırlar. Oysa bu gizli ve devasa bir oyunun kuralıdır. İçerden birileri bastıracak ve böylece dışarıya mahkûm olunacak ve dışarının istekleri değerlendirmeye alınacak. Zira özgürlük ham hayal olacak. Ve İslamcı kesim müthiş bir cendereye mahkûm edilecek. Öyle olsa da oldurulmayacak böyle olsa da oldurulmayacak. Fakat bu durum bu ülkeye ve halka katıksız bir ihanettir. Kimse bunun aksini iddia etmesin. O zaman dürüst olacaksınız. Bu halkın çocuklarını kendi ülkelerinde paryalığa mahkûm etmeyeceksiniz. Değerlerini yaşamaktan yoksun bırakmayacaksınız. Birlikteliği sağlayacaksınız. Herkesin eşit olmasını güvence altına alacaksınız ve bu ülkenin bir kısmını oluşturan çocukları da batı denilen yılanın kucağına düşmeyecek. Tabi suç kendilerinde de var aslında. Yaşadıkları hayatta samimi olmaları gerekir. Halkın yaşamıyla kendi yaşamları uyum içinde olmaları gerekir ve politik kulvara girdiklerinde samimi tavrılar sergilemeleri gerekir.
Tarih: 03.04.2010 Okunma: 634

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?