FİKİR ARMONİSİ...

Özgür DENİZ - 03.06.2009

İMAN-AMEL…

            Bir defa şunu kesinlikle bilmeliyiz. Bir kişinin imanı, Allah’la ilişkisini tayin eder. Ameli ise, insanlarla olan ilişkisini tayin eder. Şimdi, bir insanın iman edip etmediğini mutlak manada bilemeyiz. Binaenaleyh, bu yönüyle insanlarla ilişki düzeyimizi belirleyemeyiz. Ama tavırları ve davranışları ile o kişi hakkında yargıya varabiliriz ve onunla ilişki kurmakta karar verebiliriz. Dürüst mü, güvenilir mi, şerefli mi, alçak mı, vefalı mı, sahtekâr mı, diğerkâm mı vs bu yönleriyle iletişim kurarız. Bu yüzden, kimse, ben iman ediyorum işte, insanlar beni sevmek zorunda, bana güvenmeli gibi safça düşüncelere dalmamalıyız. Dağlar kadar imanın olsa da beni ırgalamaz, ben senin ameline bakarım arkadaş. Yalancı mısın değil misin, şerefli misin şerefsiz misin ona dikkat ederim. Ha, tabi ki imanlı olursan bu güzeldir ve sevinirim, ki insanların büyük kurtuluşu beni sevindirir. Ama imanlı olupta şerefsizlik yaparsan senin imanın beni ırgalamaz, ben, farklı kulvardan biri de olsa, şerefliyse şayet, yani toplumsal değerelerle mütenasip yaşıyorsa, onu tercih ederim. Bazı kişiler bu ayrımı yapamıyorlar ya da yapmıyorlar sonra da ithamda bulunuyorlar. Beyler aptal olmayın. Müslümanlık iddiasında bulunanlar, müslümanlık öyle kimlikte islam mevhumunun yazmasıyla ya da ben müslümanım demekle olacak bir şey değildir asla, sahtekarlığa lüzum yok, bu derin nüansa çok dikkat etmelidirler derim âcizane. Bilakis dine tahmin edilemez derecede zarar veriyorlar ve dolaylı yönden toplumsal dönüşüme darbe vuruyorlar. Muhalif taraftaki samimi insanlar bu yüzden sığınacak bir liman bulamayıp hep yalnızlıkta dem sürüyorlar. Yemin ediyorum her şeye yazık ediyorsunuz ey ehl-i islam.  Üç kuruşluk menfaat için değer mi sizce?Bunu ancak derin düşünürseniz idrak edersiniz.

 

            REEL-İDEAL…

            Realiteden uzak, münhasıran ideal düzlemde yürütülen politika, insanı ruhen yorar, yalnızlaştırır, yabancılaştırır. İdealden uzak, münhasıran reel düzlemde yürütülen politika ise insanı çürütür, yozlaştır, maddenin mahkûmu kılar, çıkarların kurbanı yapar, hülasa, dünyaya alıştırır ve tutsak eder. İşte, bugünkü politikamız ne hazin ki münhasıran reel eksende icra edilmektedir ve toplumsal dönüşüme katkı sunamamaktadır, insanları mutlu edememektedir, refah düzeyinin yükselmesine katkı yapamamaktadır, bilakis toplumu tefrikaya itmektedir, insanları tedricen çürütmektedir. Hiçbir alanda kalkınma hamlesi gerçekleştirememektedir. Vizyondan ve misyondan mahrumdur. Ayrıştırıcıdır. Korkunun gölgesindedir. Basit ilişkilerin odağıdır. Seviyesizdir. Bu politikaya paralel olarak politika yapanlarda çıkar savaşlarının basit birer figürleridir, fikirsizdirler, uzak hedefleri yoktur, bir projeleri yoktur. Korkunun kölesidirler, emir eridirler. Bir an önce bu politik anlayıştan kurtulmak icap etmektedir yoksa felaket kapıdadır.  Bugün politika sularında yüzmeye başlayan kişiler kirleniyorlar ve kirletiyorlar. Politika insanın ve insanlığın öğütüldüğü bir değirmendir. Bugün politikaya atılan kişiler dehşetli bir kıskaca alınıyorlar, ideallerinden vazgeçmesi adına sürekli tahrik ediliyorlar, biteviye yanlış yaptırılıyorlar ki takipçiler nezdinde savunucuda savunulanda gözden düşsün. Hâlbuki, bir insan ki, politikaya atılıyorsa bile, asla değerlerinden vazgeçmemelidir, ta ki zor kullanılsa dahi, lüzum görürse hemen bırakmalıdır ve topluma da durumu izah etmelidir. Bilakis hem bitmekte hem de bitirmektedir. İşte burada Müslümanların durumu daha fecidir. Yüce değerler adına siyaset iddiasında bulunanlar, siyaset içinde tedricen mahvediliyorlar hatta kendi kendilerini mahvediyorlar. Şimdi politikaya giriyorlar ve feci bir kıskaç içinde buluyorlar kendilerini ve taviz üstüne taviz veriyorlar, hiçbir vaatlerini gerçekleştiremiyorlar, hiçbir ideallerini takip edemiyorlar ve zamanla menfaat çarkının göbeğinde buluyorlar kendilerini. Hâlbuki, ideallerinden ve ilkelerinden vazgeçmeseler ve kıskaca alındıklarında da onurluca her yolu denedikten sonra, kanunlar çerçevesinde tabi ki, kenara çekilseler ve durumu topluma izah etseler, bir dahasına hem daha güçlü gelirler hem de yüce değerleri tahribata uğratmamış olurlar ama ne hazin ki tam tersi oluyor. Yazıklar olsun bu tip sefillere. İşte böyle böyle ulviyetleri insanlık nezdinde aşağılara düşürüyorlar ve insanların değerlerden uzaklaşmasına sebep oluyorlar. Azcık insaf ve haysiyet Allah aşkına.

 

            DİZİLER-TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM…

            Diziler, hiç kuşkusuz, toplumsal dönüşümde ciddi bir fonksiyona sahiptirler. Bu yüzden dizilerin ya da filmlerin toplumsal ahlakla mübayenet içinde olmaması icap eder. Bu tarafı düzenlemek ve takip etmek yetkili mercilerin işidir. Buradan çıkarak, meşhur dizi, ‘’Kurtlar Vadisi Pusu’’ ya değinecek olursak, hakikaten ciddi bir dönüştürme etkisine sahiptir. Bahusus gençlik kitlesi üzerinde tesirlidir. Olumlu ya da olumsuz. Orası düşünülür. Hem olumlu yanı vardır hem de olumsuz. En şaşırtıcı dizi olma özelliğini hala koruyor. Gerçekten her bölümüyle şok etkisi yaratacak düzeyde. Şiddet, merak, fikir, espri, aşk var. Şiddetin dozu biraz abartılı olmakla birlikte her alanda seviye ciddiyetini korumaktadır. Kimileri basit görebilir ama ben böyle görmüyorum. Ve takip edebildiğim kadarıyla takip etmeye çalışıyorum. Her şeyine inanmamız gerekir diye bir şey yok. Ama bu yüce ülkedeki olaylara dair bazı ipuçları da vermiyor değil. Kimse de bunu inkâr edemez. Tabi bazıları kendisine vurduğu varsayımıyla kızıyor olabilir. Ki oluyor buna yaşayarak şahit oluyoruz. Zira, bir arada, bir gazeteci bu mevzuya değinmiş, perde gerisinden olsa da. Aynı minvalde düşünmüş ve toplumsal dönüşümü istendik yönde gerçekleştirmek adına dizinin kullanılabileceğini ifade etmiş. Ama, olaylara yüzeysel bakarsak, bu nüanslara teğet geçebiliriz. Ki zaten bugün, dizlerde tamamen bu zihniyete göre kullanılmaktadır. Kahir ekseriyetle toplumsal ahlak hedef alınmaktadır. Ve etkisi tahmin edilenin ötesindedir. Ama bunu idrak edebilecek beyin ve görebilecek göz gerekmektedir. Anlayan namuslulara duyurulur.

 

            İSLAM DÜNYASI-DİRENİŞ…

            Müslüman dünyasında son zamanlarda ciddi bir kıpırdanma görülmektedir. İhtilaflar terk edilmekte yerini ittifaklara bırakmaktadır. Önemsiz sorunlar sarf-ı nazar edilerek, acil sorunlar çözülmeye çalışılmaktadır. Bu iyi bir gelişmedir. Çünkü asırlardır zulmün pençesinde kıvranmaktadırlar. Artık teslim olmakla, korkmakla yol alınamayacağını görmüş olmalılar. Evrensel bazda düzenlenen istişare toplantıları, sempozyumlar vs buna delalettir. Tabi bir ağabey olarak yüce ve aziz ülkemin, şerefli milletimin buna ev sahipliği yapması da ayrı bir gururdur şüphesiz. Ne kadarda siyon uşakları, küresel ticaret baronlarının alçak piyonları, katil istihbaratların ajanları bunu görmezlikten gelseler ve dahi gözden düşürmeye, dalgaya almaya çalışsalar da.  Devletlerde insanlar gibidirler. Bu hakikat göz ardı edilemez. Binaenaleyh, nasıl, insan iyi özellikleri yüzünden veya benzer sebeplerle kendisine takıntı yapanlarla uğraşmak zorunda kaldığında, alçakgönüllülük yahut ufak sayılan tavizler bir işe yaramıyorsa bilakis zarar veriyorsa, devletlerde kendisiyle uğraşan devletlere karşı belli bir yere kadar anlayışlı olabilmeli ve lüzumsuz tevazuda bulunmamalıdır, korkaklık gösterisi olacak davranışlardan kaçınmalıdır. İşte İslam âlemi asırlarca bunu yapmamıştır. Kendisiyle uğraşan zalim ülkelere ve o ülkelerin başındaki firavunlara hep güler yüz göstermiş, alçakgönüllü davranmış ve tavizlerde bulunmuştur. Ama sonunda olan kendilerine olmuştur. Ebedi kölelik kaderleri olmuştur. Ülkeleri esir edilmiş, hazineleri yağmalanmış, kaynaklarına el konulmuştur. Bu yüzden suçluyu sadece dışarıda aramak az da olsa ahlaksızlıktır. Dürüst olmak gerektir. Direnmek gerekir. Bunun en net örneği yüce ülkemizde kök salmış ve dünyaya feci alışmış cemaat yapılanmalarıdır. Tabi bu, tamamı için mevzubahis değildir.

 

Mezkûr konuyla ilgili olarak Makyavel’in şu muhteşem tespitine değinmeden geçmek olmaz. ‘’insan, hiçbir zaman haysiyetini lekeleyecek bir şey yapmamalıdır. Ve şerefli olmak istiyorsa –öz varlığını koruyacak durumda olmaması ya da en azından insanların onun varlığını koruyamayacak durumda olduğunu düşünmeleri haricinde—hiçbir şeyden gönül rızasıyla vazgeçmemelidir. Şerefiyle servetinden feragat edemeyeceği bir duruma gelindiyse, onu zor korkusuyla bırakmaktansa elinden zorla aldırtmak neredeyse daima daha iyidir. Çünkü korktuğundan dolayı bir şeylerden feragat ediyorsan, bunu savaştan kaçmak için yapıyorsundur. Fakat böyle yapmak savaştan kaçınmana yetmez; çünkü, açıkça görülen bir korkuyla bu tavizi verdiğin düşman, bununla yetinmeyecek, aksine sahip olduğun her şeyi almak isteyecek ve kafayı sana daha çok takacaktır; çünkü, artık, sana daha az saygı duymaktadır. Diğer taraftan seni savunanların artık sana karşı daha soğuk olduklarını göreceksin, zira onların gözünde de zayıf ya da korkaksın.’’ Bu ilke insan için olduğu kadar devletler içinde geçerlidir. İşte bütün mesele. Haysiyetli olmak her şeyin başıdır, insan olmanın mihenk taşıdır.

 

MAYINLAR…

Netameli bir mevzu. Bir dokun bin ah işit. Bir söz söyle bir taş oynat. Binaenaleyh mayınlı bir arazi bu alan. Tıpkı gerçeğinde olduğu gibi. Bu konuda ‘’habervaktim.com’’ adresinde Abdurrahman Dilipak’ın 01.06.2009 tarihli yazısını muhakkak okumanızı salık veririm. Sevmeseniz de. Dikkat çekici düşünceler var kesinlikle. Artık, zaman, bu yüce ülkeyi samimi olarak sevme ve üzerinde oynanan oyunları yüreklice görmeye yanaşma vaktidir. Bu ülkenin şerefli evlatlarının kaderlerini kendi ellerine almasını sağlayacak işler yapma vaktidir. Artık mukaddes kavramlar ardında aldanma ve kurban olma vakti değildir. Kim ne derse desin dostumuz çok az, düşmanımız ise haddinden fazladır. Bu asla farazi bir şey değildir. Bu asla bir korkunun eseri olan sayıklamalarda değildir. Bazı kanı bozuk olanlar bu şekilde tavsif edebilirler ama asla öyle değildir. Bizleri yönetenlerin gerçekte kimler olduklarına çok dikkat etmeliyiz. Mayınlı arazi konusu çok hassas şekilde halledilmelidir. Bu işin altında çok tehlikeli oyunlar barınıyor olabilir. Hedef olan zatlar olabildiğince teennili olmalıdırlar. Çok büyük yafta ile karşı karşıya kalabilirler. Ayrıca bu arazi kesinlikle oradaki ezilmiş, sömürülmüş halk arasında bölüştürülmelidir. Sayın yetkililer bu işten alınlarının akıyla çıkmalıdırlar. Bilakis kendileri ile birlikte büyük bir kitleyi de şaibe altında bırakabilme ihtimalleri mevcuttur. Tarihten ders çıkarılmalıdır ve oyun akıllı oynanmalıdır.

 

MİSYONER-BÖLÜCÜ…

Bizim insanımız, ne garip ki, kendi işini dürüstçe yapmaz sonra başkasını suçlar. Şeytan suçlanmaz bebeğim. Sen dikkatli olmalısın. Elbet bölücü işini yapacak. Misyoner biteviye mücadele edecek. Sen dinini yaşama ve yaşatma misyonerler geliyor diye bağır. Bu sahtekârlıktır. Bu gerçekten iğrençliktir. Ki bu konularda şöyle etrafınıza bir bakınız kesinlikle vatan ve din konularında tam manasıyla samimi olmayanlar cayırtı koparmakta, gürültü çıkarmaktadır. Dini yaşamaz hatta din düşmanıdır ama din elden gidiyor diye bağırır, vatan sevgisinden bihaberdir ve vatanı savunacak koruyacak ciddi işler yapmaz ama vatan bölünüyor diye cayırtı koparır. Tabi kanunsuz işlere asla yol verme ama akıllıda ol. Sen dinini insan gibi yaşayacak ve din düşmanları ile onurluca mücadele edeceksin, evladına dinini öğreteceksin. Devletini idare edenlere de gerekeni yapması için direktiflerini en sert şekilde vereceksin yoksa gerektiği zaman basacağın bir mühürle haddini bildireceksin. Ondan sonra gör bakalım misyoner ne halt edebilirmiş. Hakeza sen vatanını onurluca sevme, nasıl sevileceğini bilme sonrada ülkeyi bölüyorlar de. Buda sefilliktir kusura bakmayalım. Vatanını namusluca seveceksin bebeğim. Bu vatan benim ayaklarına yatmayacaksın. Bu vatan, vatana sadakatle sahip çıkan herkesindir. Yeter ki şereflice hareket etsin. Şerefsizlik yapmasın. İhanet sularında kulaç atmasın. Kimse ihanet odalarında fink atmadıkça bu vatanın bağrında yaşama hakkı kazanır. Sende kimseye zorbalık etmeyeceksin. Vatan sevgisini güzel aşılayacaksın. Vatan vb ulvi duygulardan mahrum yetiştirmeyeceksin yavrularını. Hiçbir insana da zulmetmeyeceksin vatan adına. Herkesin özgürce yaşamasına olanak sağlayacaksın. Bu vatan üzerinde erke sahip olanlara da hükmedilen halka karşı dürüst olmalarını söyleyeceksin. Onların gereksiz zorbalıklarına geçit vermeyeceksin. Bilakis herkesi düşman edersin. Hiç kimseyi layüsel görmeyeceksin. Şayet bir suç işlemişse devlete zarar gelir telakkisiyle örtbasa yeltenmeyeceksin. Sonra korumaya çalıştığın vatanda, o vatan üzerinde müesses devlette yok olur gider. Elan bu yanlışlıkların acısını yaşamaktayız. Sahtekârların, samimiyetsizlerin yaptıkları yanlış işlerin bedelini ödemekteyiz. Artık akıllı olalım lütfen. İnsanlara zulmetmeyin, onlara özgürlüğü sağlayın, adalet mekanizmasını ve yargı mekanizmasını şereflice işletin ve muazzam bir istihbarat ağı kurun ve ondan sonra görün bakalım bölücüler ve misyonerler ne yapıyorlar. İt gibi kıvranırlar. Sinek avlarlar. Çünkü bu yüce ülkenin şerefli çocukları uyanık olur, görevlerini iyi yaparlar ve tuzakları bozarlar. Asla korkmayın.

Şu söze lütfen dikkat: ‘’işini iyi yapan bir casus, dört tabur askere bedeldir.’’ Napolyon Bonapart.

 

FİKİR…

Bir insan, bir fikri benimser ve bu yolda her türlü mücadeleyi yürütür ve faaliyeti yapar. Fikrini anlatabilir, yayamaya çalışabilir. Ama ikna ile, icbar ile değil. Ki medeni insanlara galip gelmek ikna iledir asla icbar ile değil. Gücünü kullanarak değil. Ekonomik ayrıcalığını kullanarak değil. Bu insani bir haktır ve asla engellenemez, engellenmemelidir. Fikre fikirle mukabelede bulunmalıdır. Ki paylaşım olsun, gelişim olsun ve hakikat peyda olsun. Demiyor mu Namık kemal: ‘’Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar’’ diye. Namuslu insan bunu yapar. Ama namussuzlar çamur atar ve silah sıkar. Sıkıştıklarında insanları yok etmeye kurgulanırlar. Bu türlerin fikir namusuyla irtibatları kesilmiştir. Okumazlar, anlamazlar. Gördüklerini yazarlar. İndi değerlendirmelerde bulunurlar. Asla derin düşünme yetileri yoktur. Önyargının kurbanıdırlar. Bilmezler düşman olurlar. Bilmeye ve anlamaya da asla yanaşmazlar. Çünkü yalan üzerinden saltanat sürmektedirler. Korku üzerinden menfaat elde etmektedirler.

 

SUÇ…

Bakınız, bir insan için resmi olarak suçlu değildir denmesi bir anlam ifade etmez. O suçludur. Ve onu zanlı olarak görenler bile aslında bunu bilmektedirler. Ama tecziye etmek için bunu kanuna isnat etmek gerekmektedir. Şimdi bir katil bir kişiyi katletmiş ve bu kişi suçu ispat edilesiye kadar zanlıdır denir kanuni olarak ama bilinmektedir ki o kişi gerçekten suçludur. Bazı olaylara bu minvalde bakmak faydalıdır. Dolayısıyla bazı insanlara bazı dostları sahip çıkarlar suçluluğu ispat edilmedi diye. Oysaki o kişinin suçlu olduğu gün gibi aşikârdır. İşte toplum olarak en büyük yanılgılarımızdan biride budur ve bu yüzden bazen bazı şerefsizlere bilmeyerek sahip çıkarız. Onu suçlayanlar şunlar bunlar diyerek inanmayız ve kesinlikle aldanırız. Delici bir bakış fırlatsak her şey aşikârdır aslında.

 

DERİN AYRINTILAR-SAF GERÇEKLER…

Bazı hakikatler derin ayrıntılarda gizlidir ama fark edebilmek için saf bir samimiyetle bakmak gerekir. Sabırlı olmak gerekir. Adanmak gerekir. Misal; bir adam gerçekten kaliteli mi, gelecek vaat ediyor mu, ürettiği bir şeyler var mı, toplumsal sempati kazanabilmiş mi, bu adam hemen haysiyet cellâtlarının gözdesi olur, insan pazarına düşer, allanır pullanır, cilalanır, makyajlanır, feci gazlanır, iyice kucağa alınır, belli özellikler atfedilir. Son tahlilde bu adam müntesibi olduğu gruptan koparılır ve halk nezdinde itibarı sıfırlanır önce. Güvenilirliği kaybettirilir. Bu adam bunları şehvetin cazibesiyle fark etmez, ferkettiğinde ise işin içinden çıkamaz. Sonra koptuğu gruba sözleriyle ve eylemleriyle ihanet ettirilir. Ve artık iyice ayrıldığı kulvar nezdinde gözden düşürülür. Ağzıyla kuş tutsa kar etmez hale gelir artık. Derin gaye tamamdır. Maksat hâsıl olmuştur. Vizyon ve misyon sahibi biri ekarte edilmiştir. Tabi bu durum, bu cellâtların düşmanı olan kulvarda ki namuslu adamlar için geçerlidir yoksa dostları olanlara böyle bir şeye gerek görmezler ki onlar zaten onların istekleri doğrultusunda iş yapmaktadırlar. Kucağa alınan bu adam artık çürümeye bırakılmıştır. Yenecek kıvamda ise de zaten yiyeceklerdir. Haddizatında meselede budur. Yenecekse ben yerim yenmeyecekse kimse yiyememelidir. Kurban olanların aptallığı işte. Akıllı olsana bebeğim. İnsanca hizmetini yapsana. Şehvetlere tutulmasana. Egonu gemlesene. Oyuna gelmesene. Niye bunca zamandır siyaset atındasın. Binmesini öğrenemedin mi hala? Aptalığınıza, ahmaklığınıza doymayın emi. Bu vatan, bu millet, bu devlet, bu ümmet senden hizmet beklerken sen nelerin peşindesin. Düşman uyumaz aslanım. Senin zaaflarını keşfetme peşindedir her daim. Akıllı oynasana oyununu. Malum bir kişi üzerinden, hakikatte kaliteli bir insandı, zeki idi, akıllı idi, üreten biri idi, bu konuyu iyice düşünmenizi istirham ederim.

 

SİYASET…

Bizim siyasetimizde bilmek var ama yaşamak yok. Yukarıda da değindik aslında bu meseleye kısmen de olsa. Yaşamak olmadığı için kalıcılıkta yok. Herkes kısa yoldan kasasını ve kesesini doldurma peşinde. Sülalesine yetecek miktara ulaşma derdinde. Kimse alçaklık yapmasın bu iş böyle işte. Böyle değil diyen erkekçe oturup düşünsün, anlasın ve sonra konuşsun, pisliğin lüzumu yok ya da dar kafalılığın anlamı yok. İş yapan ve aş pişiren yok. Ama, yatan ve yiyen çok. Kimse ideal politika derdinde değil. Basit gündemlerin ve konjonktürün mahkûmu olmuş. Misal, geçenlerde Numan Kurtulmuş Bey olacak galiba, ciddi bir toplumsal sorunu dile getirdi. Evlenmek isteyenlere faizsiz kredi imkânı sağlanmasını ifade etti ve tam isabet etti. Tabi bu herkes için değil. Bu gerçekten muhteşem bir şey. Allah razı olsun kendilerinden. Toplumdaki çürümeyi önleyecek ciddi bir proje. Ki kodamanlara kıyak yapan hükümetler garibanları da görmeliler. Burayı gerçekten utanarak ve iğrenerek yazıyorum. Çünkü bu ülkede bütün hükümetler hep alçak kapitalistlerin kuklalığını yaparlar. Asla garibandan yana vurmazlar. Yani ne var sermaye grubuna sağladığınız ayrıcalığın binde birini gariplere sağlasanız. Oysa, oyları onlardan alıyorsunuz. Bunun gibi nice toplumsal projeler. Memura sağlanacak bu tür imkânlar hakeza. Tabi toplumu açlığa mahkûm edip köleliğini ebedileştirip sürekli hükümranlık derdinde değilseniz yapılır bütün bunlar yoksa söylenenler beyhude.

 

 

Tarih: 03.06.2009 Okunma: 592

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?