BİR DEVİN UYANIŞI...6...

Özgür DENİZ - 07.03.2009

Kıymetli okuyucularım, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bizi türaba ve mahvoluşa götüren sebeplere değineceğiz yine. Dostlar, bizim devasa sorunlarımızdan birisi, belki de en önemlisi, hedefsiz bir toplum ve ülke oluşumuzdur. Birey, toplum ve devlet olarak uzun vadeli hedeflerimizin olmayışı bizi sonu meçhul bir noktaya doğru sürüklüyor. Karanlık bir denizdeyiz ve rotasını şaşırmış, pusulasız kaptan gibiyiz. Âlem koşuyorken, biz yol ortasında durmuş çene çalıyoruz. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ağabeyimizin de ifade buyurdukları gibi: ‘hedefsiz ve gayesiz toplumlar, uzaktan kumanda ile idare edilmeye mahkûmdurlar.’’ (Hedef Türkiye)

 

Zira, kendine bir hedef belirlemeyen toplumlar, belli bir hedef istikametinde yol alarak, büyük atılımlar yapan toplumların oyuncakları olmaya, onların çizdikleri yoldan gitmeye, oluşturdukları programa göre yaşamaya ve dizayn ettikleri global kültürün payandası olmaya mahkumdurlar. Ayrıca, üstadın insan tarifi de mükemmeldir. İnsan: kendisi dışında hedefi olan kişidir. (Mezkûr eser) Lakin biz külliyen hedefsiz bir bütünüz. Çünkü bizim istikbale matuf, bir plan ve projemiz yok. Binaenaleyh, devasa hamleler, büyük ve etkin atılımlar, yetkin projeler yapacak gücü kendimizde bulamıyoruz. Hayat denizinde, dünya gemisinde, meçhule yol almış, rotasını kaybetmiş kaptanlar gibi bilinmedik sularda yalpalayıp duruyoruz. Yani dizilerimiz bile büyük düşünüş eseri değil. Görüyoruz hepsi dünyalık kazanma uğrunda ya da gençliği bozma babında ortaya konan basit ürünler. Ellerin filmleri derin mücadeleler, diğer ülkelere hükmetme yollu istihbarat mücadeleleri içerirken, bizim filmlerimizde kendi ülkemizin evlatları birbirlerini yiyor, kendi kendilerine karşı istihbarat mücadelesi veriyor. Yemin ediyorum utanılacak bir durum. Ne kadar basit bir durum değil mi Allah aşkına. Binler yazık.  Amma, bu böyle gitmez ve dahi gitmemeli.

 

Evet, dostlar, bir an önce başımızı iki elimizi arasına alıp, tezekkür ve tefekkür etmeli, berrak mülahazalar deryasına dalmalıyız. Uzun soluklu hedefler belirlemeli, güçlü hamleler yapmalıyız. Hayat oyunu, bir satranç oyunu gibidir. Yapacağımız hamleyi, istikbali görerek düşündükten sonra yapacaksın ki, kazanasın. Hayat oyununu başarmak istiyorsak, tembelliği, rehaveti bırakıp, biteviye ikdam edeceğiz. Nesne değil, bizatihi özne olacağız. Sünger olup her şeyi emeceğimize, katalizör olup değişimin dinamiği olmalıyız.

 

Bir söz vardır: ‘’sağlam ağaç fırtınalı havada belli olur’’ diye. Ayakta kalmak için, eğilip bükülmeden yaşamak için sağlam ve sağlıklı olmak, sağlam olmak içinde bir hedefe haiz olmak ve o hedefte bilerek ve dik olarak ilerlemek, çalışıp, yorulmak nedir bilmemek iktiza eder. Zira ancak ve ancak bu şekilde varlığımızın idamesi kabil-i mümkündür. Ayrıca, mutluluk ve anlam haritalarımızı iyi belirlemeli ve sahip çıkmalıyız ki; anlamsal derinliğimizi koruyabilelim. Varoluşsal dinamiklerimizi, temel paradigmalarımızı da çok iyi muhafaza etmeliyiz. Çünkü bizi biz yapan, ayakta tutan ve varlığımızın idamesini temin eden muayyen temel dinamiklerimizdir.

 

Milli ve manevi duyguların, mülahazaların ve değerlerin de asliyetine seza olarak yaşatılması da hayati önemi haizdir. Zira her toplumu ayakta tutan, yaşatan ve varlığının idamesini sağlayan; tarihsel süreç içerisinde geliştirdiği, varoluş dinamiği olan ‘kültürü’dür. Kültür de, genel manasıyla iki temel unsurdan teşekküldür. ‘DİN’ ve ‘DİL.’ Bunlar yok olduğu zaman, bireyde, ailede, toplumda, devlette, medeniyette türab olur. Lütfen, akletme yetinizi sağlam, sağlıklı, dinç ve taze tutunuz. Zihin pencerelerinizi açıp, aydınlık ufuklara yelken açmanız ve hürriyetin, müsavatın, uhuvvetin değerini akledip, idrak etmeniz ve dahi yaşayıp, yaşatmanız dileğiyle. Tarihe yön veren, muıtantan ve muhteşem demlerini tekrar dirilten tam bağımsız Türkiye için haydi el ele sevgili halkım! Sevgi, saygı, umut ve muhabbetle.

 

Kitap-ahlak-devrim-tevhit-adalet-özgürlük-emek-vatan-bağımsızlık.

Sevgili ülkemiz Türkiye’miz birgün mutlaka özgür olacak inşaallah.

 

‘’Vatanını yabancı boyunduruğundan kurtaran Türk Çocuğu dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracaktır.’’ Mustafa Kemal Atatürk.

 

AYRINTILAR:

 

1. Kurtlar Vadisi dizisinin parasal sorundan ya da krizden dolayı ara verdiğine inanmamıştım ki kanımca doğru tespitte bulunmuşum. Bir hâkimiyet mücadelesi olduğunu sezmiştim dizi üzerinde ki, sanki mücadele istendik yönde gelişmiş ve çok arzulayanlar diziye hâkim olmuş. Diziye hâkim olmak ne demek? Dizinin kitleler üzerinde ki etkisini kendi isteği doğrultusunda yönlendirmek demek. Devletin başının nasıl bir tavırla gösterildiğine bakınız anlarsınız. Misal Ömer Baba’nın tavırlarına bakınız anlarsınız. Yani bir şeylerin psikolojik temelleri oluşturuluyor derinden derine.

 

2. Artık cinayet haberlerinin, ahlaksızlık haberlerinin, tecavüz haberlerinin ekranlardan uzun uzadıya gösterilmesi kesinlikle yasaklanması gerekir. Eğer toplum huzuru düşünülüyorsa, sağlıklı bir nesil yaratılmak isteniyorsa. Yemin ediyorum bu iğrençliklerin detaylı olarak gösterilmesi de aynı şeylerin tekrar edilmesini tetikliyor. O iğrenç görüntüler temiz beyinleri mahvediyor, uygunsuz görüntüler rüyalara giriyor ve saf ruhları harap ediyor sürekli ayni şeyi yapma yönünde insanları tetikliyor. Toplum ne hale geldi Allah aşkına. Bizim milletimiz bu hale düşecek bir millet miydi beyler, bayanlar? Derin bir toplumsal analiz yaparsanız bunu görürsünüz. Yazık oluyor. Artık kese doldurmanın zamanı geçmedi mi ey devlet ricali!?! Gençliğe yazık, devlete yazık, istikbale yazık. Allah aşkına yasaklayın bu yayınları. Yapanlarda bilinçli şekilde yapmıyorsa ben dünyanın en namussuz insanı olayım. Vallahi de billahi de bilinçli. Şerefli Türk Milletinin temiz vicdanlarını yaralamak, kirletmek ve istendik yöne çevirebilmek adına yapılıyor bunlar. Namuslu düşünen, devletini, milletini, vatanını seven bunu vallahi de billahi de yapmaz. Yapan ya bilinçlidir, ya da bilmeden salakça, aptalca yapıyordur. İÇGÜDÜLERİYLE yaşayan bir toplum ihdas etmişiz, eserinizle övünebilirsiniz artık!?!

 

3. Yine bir diğer husus, son zamanlarda yerli sinema teraneleriyle (herhalde yerli sinema yerliliği çökertmek üzere kurgulanmaz değil mi?) halka yutturulmaya çalışılan sefil, ahlaksız, edepsiz, iğrenç, aşağılık, ahlak düşmanı, küçücük ruhları tahrip edici, beyinleri iğdiş edici sözde sinema sayılan rezil çekimler var. Evlatlarımızın TEMİZ VİCDANLARININ yaralanmaması, LEKESİZ RUHLARININ lekelenmemesi, SAF DİMAĞLARININ iğfal edilmemesi iktiza eder. Güya komikmiş. Komiklik momiklik değil düpedüz ihanettir bunun adı. Sahtekârlıktır, saçmalıktır, laçkalıktır. Büyük Türk Devleti bu rezilliklerle türabına yaklaşmaktadır işte. Hedefte bu ülkenin TEMİZ ve PAK NESLİ var yemin ediyorum. Gençliği bozduk mu gerisi gelir diyorlar. Bilinmelidir ki, bir devlet böyle ayakta kalamaz, bir toplum bu şekilde yücelemez, bir nesil bu şekilde varlığını koruyamaz. Büyük milli şair Akif ne diyordu? ‘’kendin yansan da evladını yakma!’’ Evet, lütfen ne kendinizi ne de evladınızı yakmayın ey büyük devletimin ve necip milletimin temiz insanları!

 

4. Şu İLERİCİ-GERİCİ masallarının gerçeği bilinmelidir artık. Şu anki dünya konjonktüründe İslam sair düşüncelere karşı insanlığa huzur getirecek yegâne alternatif olduğunu keskin hüccetlerle beyinleri zonklatırcasına ispat etmiştir. Fikirleri ve hayatı birlikte okuyup derin bir kıyas yaparsak bu saf gerçek kendini ifşa eder. Senkronize düşünme yani kıyas yapma, gerçeği görmede tarifi muhal bir yöntemdir. Misal klişe tekniklerle Yüce İslam’a taarruzda bulunanların bir kendi yapıp ettiklerine bakınız bir de savunduklarına bakınız. Dehşetli bir paradoks görülecektir. Bir örnek vermek iktiza ederse ÇAĞRI isimli filmi sakin bir ortamda detaylarına dikkat kesilerek ve derin tefekkürlere dalarak izlemenizi öneririm âcizane haddimi aşmadan, haysiyet sınırını şaşmadan.  İnsanlığın yegâne medarı iftiharı, biricik göz nuru Muhammed sav öncesini düşünün bir de sonrasını ve bir de bugünü. O günkü ezenler, zulmedenler, sömürenler kendilerini hep imtiyazlı olarak telakki ediyorlardı ve imtiyazın kaybolmaması için akıl almaz yöntemler istimal ediyorlardı. Şerefimiz devemizin sırtında diyorlardı. Kadınla eşitlik, köleyle aynı sofrada yemek yemek ha diye şerefli ve temiz Muhammed’e sav höykürüyorlardı. Bu asla mümkün değil diyorlardı. Her şeye biz layığız, her şeyi biz biliriz diyorlardı. Kadınları istediğimiz gibi kullanırız, kölelere istediğimiz gibi muamele ederiz hepsi bizim malımız değil mi diyorlardı. Biz tanrılarımızdan ve şaraplarımızdan vazgeçebilir miyiz diyorlardı. Aziz ve pak Muhammed sav ise tam tersini haykırıyordu. Kadının hakkından, kölenin hakkından, şarabın insanların zihinlerini iğdiş ettiğinden ve insanları insanlık çizgisinden saptırdığından, taptıkları şeylerin kendi kendilerine bile faydasız olduğundan bahsediyordu. Şimdi namusluca düşünelim, madem bilimsellik diyoruz, madem bilimsel düşünme diyoruz, bilimde de mantık temel şart olduğuna göre mantık ilkeleri doğrultusunda derince düşünelim artık. Aziz ve pak Muhammed sav mi daha ilerici, daha medeni yoksa toplumu hayvandan aşağı gören, kadını insandan saymayan, köleyi sefil bir mahluk olarak gören ve onunla aynı sofrada oturmaktan tiksinen, her türlü zulmü icra eden o günkü putperest bedeviler mi? Hak Sözünden başka hiçbir varlığı olmayan aziz ve pak Muhammed sav mi yoksa her türlü toplumsal vasıtaya hükmeden putperest bedeviler mi yoksulun, emekçinin, garibin, horlanmışın, zavallının, yetimin sözcüsü, davacısı? Hadi korkmadan yüreklice cevap verelim lütfen. Ve bu durumu bugüne uyarlayalım derin ve keskin bir kıyasla. Ve gerçeğe boyun eğmekten hayâ etmeyelim. Aleyhimize de olsa, büyük çıkarlarımıza çelik darbe indirse de gerçeği görmekten imtina etmeyelim lütfen. Zulüm belki her çağda devam etmemiştir ama küfür hep devam ede gelmiştir ve edecektir kıymete değin. Ve şimdi toplumu geri bırakanların kimler olduğuna da biraz kafa yoralım lütfen. Kadını ezenlerin kimler olduğuna bakalım. İnsanları aşağılayan yaratıkların kimler olduğuna bakalım. Aziz ve pak Kur’an putperestleri ‘’giydirilmiş odunlar’’ olarak tavsif ediyordu. Ne tavsif amma değil mi?

 

5. Son günlerde bir mevzu dile getiriliyor ‘’kaçak Kur’an kursu’’ bu olaylar netameli olaylardır. Azami dikkat iktiza eder. Su-i istimale meyyaldir. Toplumsal huzura dinamit bile olabilir şu konjonktürde. Yarın bu işlerle hiçbir bağı olmayan birileri bu işlere dâhil edilir. Kaçak kurs açtırılır orada devlete ve millete isyan bayrağı açtırılır ve bu, yine o işi yaptıranlarca ifşa ettirilir. Ondan sonra seyreyleyin gümbürtüyü. Kim ne derse desin vahim ve netameli. Bu işi toplum önünde istemeyenler de gerçekte istiyor olabilirler ama istemiyormuş görüntüsü verebilirler. Sonra da biz demedik miydi derler. Devlet ricali akıllı olmalı. Muhkem zemine basmalı. Biz hep birbirimizi yiyerek bir yere varamayız, bir adım bile terakki edemeyiz. Yazık ediyoruz kendi kendimize vallahi. Biz bu durumlara layık bir millet ve devlet değiliz beyler Allah aşkına. İnsan utanır be. Dünyalık bir iki şey kazandık diye avunmak ve övünmek ne kadar iğrenç ve şapşalca. Ulan devlet ve millet olarak terakki edemedikten, evrensel boyutta söz söyleyemedikten, dünyaya yön veremedikten sonra ne anlam ifade eder ki bireysel kazanımlar. Aziz ecdaddan bunu mu öğrendiniz bre ahmaklar topluluğu? Ervahınıza yuh olsun, yazıklar olsun. Koca devleti ve milleti ne hallere düşürüyorsunuz. Utanıyorum yemin ediyorum. Yiyecek ekmeğim, giyecek sırtım olsun yeter, yeter ki milletim ve devletim yükselsin, yücelsin, dünyaya hükmedecek boyutlara ulaşsın ve ben bu devletin vatandaşı, bu milletin evladı olarak gurur duyayım. İçim kan ağlıyor vallahi de billahi de.

 

‘’kitap yücedir ve yüce kitap eksenli düşünmek zaferin ilk adımıdır.’’ Özgür Deniz.

 

‘’çalışmadan inanmak boştur.’’ İncil

 

BU YOL KURU BİR KAVGA YOLU DEĞİLDİR. Osman Gazi.

 

 

 

 

 

Tarih: 07.03.2009 Okunma: 620

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?