BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...25...

Özgür DENİZ - 26.06.2019

İnsançocuğu garip bir varlıktır, aidiyet duygusunun kurbanıdır, çünkü o aidiyet duygusudur ki; kendisini kurban eder. Zira aidiyet duygusu onun varoluşunun supabı olan hürriyetini gasp eder, hürriyete giden yolunda can yoldaşı olan bilme yetisini, bilgi edinme hürriyetini katleder. Çünkü kafana göre öğrenemezsin, gösterilen yolda yürümeli, öğrenmen gerekenleri öğretildiği haliyle gerektiği kadar öğrenmelisin. Mevlana diyor ki; ‘’’’dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta. Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.’’’’ Evet derin bir hakikattir bu. Bendeniz de aynı deneyimi yaşadım hayatımda. Başkaldırı, isyan, direniş üçgeninde bir hayatın yolcusuydum. Tabi olmayı sevmiyordum, her türlü otoriteye muhaliftim. Çendan o tabiiyette hakkaniyet olmalıydı, hakikat olmalıydı, değer olmalıydı tolere edebilmem için ama hiçbir tabiiyette böyle bir hürriyete tanık olmadım. Tabi olmak ağır ağır ölmeyi intaç edecekti ve kalabalıklar mezarım olacaktı, ölü bir candan farkım kalmayacaktı. Zira hürriyetini verip tutsaklığı almadan itaatin kabul görmüyordu. Yalanların karanlığında yaşamayı tolere etmeliydiniz ama yapamazdınız. Böylece kalabalığa karışmayı dikte ediyordu hayat, karışıyordun ama yine de yalnızlık kader oluyordu; kalabalıklar içerisinde yalnızlık! Karıştım da, kalabalıklar denizinde yüzdüm uzun bir süre. Ama bozuyordu kalabalıklar, bilinç yoktu, hürriyet hayaldi kalabalıklarda. İnsanlığınızı tüketiyordunuz, değerlerinizi kaybediyordunuz tedricen. Kalabalıklar karanlıktı. Nihayetinde insanın insanca varolması için kalabalıklara direnmesi, kalabalıkların kalabalık duygularından ve düşüncelerinden uzaklaşması iktiza ediyordu. Zira kalabalıklar seni kör itaate, kesin inanca yönlendiriyordu hatta zımnen bunu dikte ediyordu. Kalabalıklarda her şey dildeydi, gönülde olan ve kalan hiçbir şey yoktu. Anlayış yoktu. Anlaşılman gerekmiyordu ama anlamak zorunluluktu. Sevilmeyebilirdin ama sevmen gerekiyordu, savaşmamak suçtu, barış tehlikeliydi. Diyalog imkânsızdı, konuşmak ve tartışmak yasaktı. Böyle şeyleri yapmak yok sayılmaktı. Binnetice behemehâl kalabalıklara karşı yürümeye başladım. Çünkü ne anlayabiliyordunuz ne de anlaşılabiliyordunuz. Kalabalıklar her şeyde kalıba bakıyordu, öze inemiyordu. Öze inmeyince de ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Her şeyin spontane tahakkuk ettiğine inanıyordu ya da doğru tabirle inandırılıyordu. Oysa öyle bir şey yoktu. Her şey kalabalıkları yönetmek içindi ama yönetmek içinde her şeyin doğal seyrinde tahakkuk ettiğine inandırmak gerekiyordu. Kalabalıklar çok kolay oltaya takılıyordu. Oysa hiçbir şey spontane olmuyordu, her şeyin bir arka planı vardı. Olan bitenler, kalabalıkların uyanmaması ve her şeyi bizatihi kendilerinin gerçekleştirmesini engellemek içindi. Böylece kalabalıklara hükmedenlerin varlığı daim olacaktı. Birer birer yitip gidiyorduk kalabalıklarda, birer birer dirilip, direnip varolmamız iktiza ederken ve yapmamız gereken şeyi yapacakken; önce zihniyet devrimini sonra da insanlık devrimini gerçekleştirecekken.   

Tarih: 26.06.2019 Okunma: 770

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?