TESADÜFÜN İĞNE DELİĞİ! - Yaşanmış Bir Hikâye

İsmail Hakkı CENGİZ - 26.11.2025

Bornova Kitap Günlerinde, Büyükpark’ta olacağını duyurduğu için, kitapların görücüye çıktığı mekânı epey dostu ziyaret etti.

Herkese açık olan kitap sergiliğine, tabiatıyla, hiç tanımadığı insanlar da geliyor, bunlar içinde bir veya birkaç kitap alıp gidenler olduğu gibi, kimileri de kendisiyle diyaloğa giriyordu. Çağrı, bu şekilde konuşmak isteyenlere hemen yer gösteriyor, çay ikram ediyordu. Bunlardan bazılarıyla dostlukları, Kitap Günlerinden sonra da devam etti.

Bir gün, öğleye doğru, tek başına oturup kitap okurken, yetmiş yaşlarında bir adam yaklaştı. Adam, bir yandan yaklaşıyor, bir yandan da Çağrı’ya değil de onun önünde bulunan isimliğe bakıyordu:

- Çağrı Cömert, bu ismin Sandıklı’yla alakası var mı?

“Sandıklı” kelimesini yarım ağız söylemişti. Çağrı tekrar etti:

- Sandıklı mı dediniz?

- Evet!

- Tam isabet, evet, Sandıklı’yla doğrudan alakası var.

Adamı buyur etti. Yan yana oturdular. Kendisi Sandıklı’nın bir köyünden, eşi içindenmiş. Adı Çalkara’ymış

Hemşeri başladı kendini anlatmaya… Makineli tüfek gibiydi. Hiç ara vermiyordu. Anlattı da anlattı. Türkçe-Edebiyat öğretmeniymiş. Çok tutuluyormuş. İdarecilik de etmiş. Bakanlık çok severmiş. Kendisinin bir talebi olmadığı halde, en önemli okullara, yöneticiliklere onu atamışlar. Hemen hemen her atamadan sonra, “buraya seni tayin ettik, senden başkası yapamazdı, senden başkasına güvenemezdik” derlermiş.

Yarım saatten ziyade kendisini övdü. Bir ara, Çağrı, İzmir’in neresinde oturduğunu sordu. Aynı mahalleli çıktılar. Çağrı, mahallenin neresi diye sordu. Çalkara, aşağı tarafı, mahallenin güneyini tarif etti. Fakat kendisi, Çağrı’nın mahallenin neresinde oturduğunu merak etmedi.

Misafirini dikkatle dinliyor, gözlemliyordu. Çalkara, tamamıyla kendine odaklıydı. Hiçbir şekilde başkasını, başkasının durumunu, meşguliyetini, işini, aşını merak etmiyordu. Çağrı, konuyu başka alanlara çekmek için sorular soruyor, Çalkara, kısaca cevapladıktan sonra, kendini methetmeye devam ediyordu. Dayanamadı:

- Hocam, dedi, kitaplara ilginiz, kitaplarla aranız nasıl?

Çalkara;

- İşte, kem küm.

- Hocam, bir edebiyat öğretmenisiniz. Bornova Kitap Günleri alanında, kitaplarla dolu bir parkta ve şu anda da bizim derneğin kitaplarla dolu sergiliğinde bulunuyorsunuz. Biz ne yapıyoruz, nasıl bir derneğiz, ne yazıyoruz hiç merak etmiyor musunuz?

Çalkara hiç merak etmedi, hiç bakmadı ama bozulmuştu. Savunmaya geçti. Çağrı,

- Yahu, bir saattir kendinden bahsediyorsun. İnsan bir nebze olsun, nezaketen karşısındakiyle ilgilenir. Bu kadar ben merkezci olunur mu ya? İnsaf ya!

Çalkara hızla kalktı, sergiliği terk etti. Söylene söylene uzaklaşıyordu.

Çağrı’nın sinirleri allak bullak olmuştu. Yahu, etkinliğin adı; KİTAP GÜNLERİ! Kitap Günleri… Kitap için buradayız, kitap için burada olmanız lâzım. Bu günlerde buraya gelen herkes, burada kitaplar var diye geliyor. Böyle bir ortamda, kitaplarla ilgilenmeyenlere Çağrı çok öfkeleniyordu. Kitap Günleri etkinliğine gelip de kitapla ilgilenmemek, en hafif tanımlamayla, “düşüncesizlik”ti. Kitapları sevmemekti. Yazarlara saygısızlıktı. Yazarları yok saymaktı.

  *    *    *

Aynı gün öğleden sonra, sergilikte yine tek başına oturuyor, telefonla konuşuyordu. Sergiliğin önünde birisi durdu. Toplumbilim Fakültesinden sınıf arkadaşı, Karçar! Evi parkın biraz ilerisindeydi. Evine doğru yürürken Çağrı’yı görmüş ve durmuş olmalıydı. Tatsızlık olacağını bildiği için Çağrı, önce görmezlikten gelmiş hatta belki diyaloğa girmeden gider diye telefon konuşmasını biraz uzatmıştı. Fakat Karçar bekleyince tokalaşmak zorunda kaldı.

Karçar şaşırmış gibi:

 - Ne yapıyorsun? diye sordu. Çağrı:

- Kitap günleri var, bilmiyor musun?

 - Yok, bilmiyordum.

- Peki, benim kitap yazdığımı biliyor musun?

- Evet, biliyorum.

- Biliyorsun da neden şimdiye kadar destek vermedin?

- Yav, çok işim, çok sorunlarım var.

- İyi, ben sana yardımcı olayım.

- Yok, benim çözeceğim iş, yalnız ben yapabilirim.

- Tamam, şuradan bir kitap alarak bize destek verebilirsin!

Çağrı’nın biz dediği, Türklük Alemi Yazarlar Derneği’ydi. Kitap gelirleri tamamen derneğe bağış olarak kaydediliyordu.

- Yav, paraya getirme!

- Nereye getireyim? Cebinden elli lira, yüz lira çıkaramıyor musun?

- Yav, kem küm. Karçar bozuldu. Biyandan, elle ve başla selâm verir gibi yapıyor biyandan da uzaklaşmaya çalışıyordu. Kinayeli, alaylı;

- Çok memnun oldum, dedi.

- Ben memnun olmadım.

Karçar, kaçar gibi uzaklaştı. Bu adam, sınıf arkadaşları içinde ekonomik olarak en iyi durumda olanlardan biriydi. Hem üst dereceden emekli olmuş hem de kısa süre öncesine, 65’ine kadar astronomik ücretli bir işte çalışmıştı. Aylık geliri en az beş sıfırlı, banka hesabı en az altı, büyük ihtimalle yedi sıfırlıydı.

Bu arkadaşı, Toplumbilim Mezunlarına mahsus, evine üç yüz metre mesafedeki, güzelim Toplum Bilimcileri tesisinde gören yoktu. Orada, ülkenin her yerinden gelen meslektaşlarınızla karşılaşabilirdiniz ama tesisin hemen dibinde oturan Karçar’la karşılaşamazdınız. Bütün Bornovalıların hatta İzmirlilerin bir tanıdık bulsak da girebilsek diye can attığı mekâna Karçar ve ailesi, girme hakları olduğu halde gelmezdi. Çünkü orada çay on liraydı. Karçarlar şöyle düşünüyordu: Biz evde çayı bir liraya mal ediyoruz. O tesise gidip de neden dokuz lira fazla ödeyelim? Hem maazallah, orada bir tanıdıkla karşılaşırsak, ona, Tanrı korusun, bir çay falan ısmarlamak zorunda kalırsak, halimiz nice olur?

  *    *    *

Bornova Kitap Günlerinden birkaç ay sonra, ortaokuldan sınıf arkadaşı, öğretmen dostu Turgay Eray’la sohbet ediyordu. Muhabbetin biyerinde söz Çalkara’yla ilgili yukarıda anlatılan hadiseye geldi. Meğer Turgay, Çalkara’yı yakından tanıyormuş,

-       Çalkara Çunt” dedi. Çağrı, Çalkara’nın soyadını öğrenince dondu kaldı!

-       Çunt mu?

Bu nasıl bir rastlantıydı? Turgay’a, aynı gün öğleden sonraki olayı anlattı, Karçar’ın soyadının da Çunt olduğunu söyledi. Turgay şaştı kaldı.

-       Allah Allah, diyordu! Nasıl denk gelmiş böyle?

Bu, Tanrı’nın nasıl bir hikmetiydi? Biri ilk defa tanıştığı, diğeri yıllardır görmediği, soyadları Çunt olan iki kişi, aynı gün, iki saat arayla, bizzat kendileri Çağrı’nın bulunduğu mekâna geliyor ve canını sıkıyorlardı. Üstelik bu soyadı hiç de yaygın bir soyadı değildi. Gayet az rastlanabilen bir soyadıydı.

Bazen, olmayacak işler, peş peşe gelen inanılmaz karşılaşmalar hatta bir yalancının arka arkaya dizdiği palavralar için, “tesadüfün iğne deliği” diye alay edilir. Bu gibi rastlantılara kimse inanmaz, inanamaz. Ama işte, “tesadüfün iğne deliği” gerçek olmuştu. Üstelik bu gerçeği Çağrı ancak aylar sonra öğrenebilmişti.

Adların ve soyadların insan karakterinde etkili olduğu, misal, adı Efe olan birinin efece, soyadı Mert olan birinin mertçe davranma eğiliminde olduğu uzmanlarca ileri sürülür. Çağrı’nın yaşadığı, tesadüfün iğne deliğini çok daha inanılmaz hale getiren husus, soyadları aynı olan bu iki kişinin davranışlarının soyadlarının anlamına hiç uygun düşmemesiydi. Çünkü “sağlam, dayanıklı, sert” anlamlarına gelen Çunt kelimesini soyadı olarak taşıyanlardan beklenen, herhalde cimrice davranmaları değildi!

Biri yetmişe yakın, diğeri geçmiş, bu ileri yaşların olgunluğu beklenen, üstelik “sağlam” anlamına gelen soyadı taşıyanlardaki bu çürüklük, bu hamlık neye yorulmalıydı?

Bazen, kalıplı, kelli-felli kişilerden hiç beklenmeyen basit tavırlar, küçüklükler görürüz. Öyleleri için, “kalıbının adamı değil” denir. Onlardan kalıba aldanmamak gerektiğini öğreniriz.  Çağrı’nın başına gelen, “tesadüfün iğne deliği” de benzer şekilde; adı, soyadı âli, ulvî, velûd, kavi anlamlarına gelenlerin isimlerine aldanmamak, iş ve icraatlarına bakmak gerektiğini mi ikaz ediyordu?

  *   *   *

      Bir sonraki yılın Bornova Kitap Günleri’nde, Çağrı yine aynı mekandaydı. Kitap Günlerinin başladığı gün, Büyükpark’ın girişinde Karçar’la karşılaştı. Birbirlerini tanımadılar.

      On gün süren Kitap Günleri boyunca, sergilik civarında ne Çalkara ne de Karçar göründü!

x   x   x

İLGİLİ YAZILAR

Bilge

Ruhun, Zihnin, Bedenin Sessiz ve Derin İlacı

EMEK, BenimsEMEK ve ÖnemsEMEK

Dost, Can Dost, Can Dostum

AÇIKÇA İLÂN EDİYORUM

DİKKAT: Bu uzun bir yazıdır. Sonuna kadar okumadan kızmayın, yargılamayın, hüküm vermeyin. Sonuna kadar okuyun önce, ondan sonra boynum kıldan ince.

 x   x   x

TAVSİYE; Video

Tek Kaygısı PARA Olan Bir YIĞIN Yaşayamaz!

 

[email protected]


Tarih: 26.11.2025 Okunma: 48

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?