EĞİTİM...6...

Özgür DENİZ - 10.06.2018

Eğitim, bir diplomaya malik olmak değildir. Biz, eğitimli diye, eline bir diploma tutuşturulmuş insanlara diyoruz ve üstelik bu türlere bir de aydın vasfını armağan ediyoruz. Bir okul bitirdiğimiz zaman eğitimli oluyoruz. Böyle olunca hiçbir şeyin değerini bilmeyen yığınları eğitimli sayıyoruz. Daha, kendini, dünyayı, hayatı, tabiatı, olguları ve olayları okumasını bile beceremeyenler, ellerine bir diploma tutuşturulup, sen şu oldun artık, sen bu oldun artık deyip, birer paye kazanıp, bir koltuğa oturduklarında eğitimli olmuş oluyorlar. Ne garip! Bu bize çok pahalıya patlıyor ama bunu bile idrak edemiyoruz. Oysa eğitimli olsaydık, çendan bunu fark ve idrak edebilirdik. Amma velakin, sonradan, bu eğitimli dediklerimiz yaşamı kirletince de; eğitim şart! Diye höykürüyoruz. Çünkü biz, bir okul bitiren ve eline diploma tutuşturulmuş ama gerçekte yontulmamış odunlara eğitimli diye bakıyoruz. Yaşadığı hayatı bile sorgulayamayacak kadar bilinçsiz, özgürlük, adalet, barış, kardeşlik ne demek idrak edemeyecek kadar şuursuz bir insan hangi eğitimi almıştır, nasıl eğitilmiştir? Geçmişini bilmeyip, geleceğini kuracak iradeye bile sahip olamayan, insan olduğunun farkına bile henüz varamamış insan eğitimli olabilir mi? Aklını kullanabilecek basit bir beceriye bile sahip olmayan kişi hangi eğitim çarkından geçmiştir. Köleliğin ne demek olduğunu anlayamayan insan eğitilmiş değildir, o cahilin tekidir. Ben bu hayatta hiçbir kimsenin eğitimli olduğu için saygın olduğuna şahit olmadım. Bilakis bir şekilde yüksek payeye sahip olmuş ve cebini bir şekilde doldurmayı becermiş olanlara saygı duyulduğuna şahitlik ettim her zaman. İşte bu yüzden de hakiki eğitim, hakikatli eğitim hiçbir zaman umursanmadı bu topraklarda.

 

Eğitim şart derken bile, filhakika eğitimli insanlardan imtina ettik. Çünkü eğitimli insan doğru dönmeyen çarkı bozardı. Eğitimli insan kesin inançlı olamazdı. Eğitimli insanın asla ve kata putları olmazdı ve onu sömürmek çok kolay kotarılmazdı. Bu yüzden de insanlık mütemadiyen dördüncü tür yaratıklar tarafından yönlendirilmiştir. Bu da cehalet, esaret, acı, ıstırap, zulüm, sömürü getirmiştir bu evrene. Bu dünyada, insanları bir şekilde sömürmeyi başarmış herkes, insanlığın cehaletinden faydalanmıştır. İnsan eğer eğitimli olsaydı ya da eğitilmiş olsaydı, yemin ediyorum, bu dünyada emperyalizm bir dakika bile yaşayamazdı. Eğitimli insanların ellerinde bu dünya çoook farklı olurdu ve insan da insan gibi yaşardı. İnsan, gerçekten insan olma onurunu her zaman taşırdı, hem de bunun farkında olarak. Öğretmen olmak, doktor olmak, hâkim olmak, savcı olmak vs. asla ve kata eğitilmiş olmak anlamına gelmez, gelemez. İşte bu yüzden eğitim çoook başka bir şeydir ve asıl eğitim ruhun eğitilmesidir diyorum. Acıyı hissetmeyen ve acılarını ucuza satan nasıl eğitimli olarak tavsif edilebilir ki Allah aşkına? Sorgusuz sualsiz ot gibi yaşayan, önüne ne konursa yiyen, her şeye eyvallah diyen, önünde yürüyenin ardından hesapsız, kitapsız, umarsız yürüyen nasıl bir eğitim çarkından geçmiştir? Küçücük bir çocuğun hakkını yemekten imtina etmeyen hatta yediğinin farkında bile olmayan eğitimli değil, bir diplomaya sahip olsa bile cahilin önde gidenidir. Tabi biz bu cahillere, sen cahilin tekisin diyemiyoruz, diyemeyiz de. Bu hayatın bir de böyle bir garipliği var. Biz eğitmiyoruz, kafaları enformasyon çöplüğüne döndürüyoruz, o çöplükten kullanabildiğimiz kadarıyla bir diplomaya mülaki olmaya çalışıyoruz, bu kadar. Neyi, nasıl, niçin ve kim için yapacağını bilmeyen insanlar, olsa olsa kurumuş ot yığınıdırlar ve cehalet abidesidirler. Bu hayata katacakları hiçbir değer de yoktur, aksine değer öğütme makinesidirler adeta.

 

Eğitim, bilinç tohumunu ekmektir beynin göklerinden ruh toprağına ve oradan umut dolu cesur bir yürek fışkırmalı ve öyle bir duruş durmalı, öyle bir bakış atmalı ki o yürek, dünya dize gelmeli. İnsan dediğin, duruşundan ve bakışından bilinmeli. Eğitim, öyle bir insan meydana getirmektir ki, o insan kanatlanıp uçabilsin yeryüzünün karanlığından mavi gökyüzünün aydınlığına. Bahar gelmeli, çiçekler açmalı, kelebekler uçmalı insanın yurdunda, insan insanla buluşmalı. Eğitimin çarkından geçen insan öyle bir insandır ki, mavi gökyüzünden bir yağmur tanesi gibi düşsün karanlık yeryüzüne ve aydınlığa boğsun orayı. Öyle dik ve gururlu olsun ki, ne eğilsin ne de unutsun kendisini. Bir bakışıyla, geçmişi, beton gibi döküversin geleceğe. Bir ülke kursun, bir gelecek inşa etsin, beton gibi dökülen geçmişin üzerinde. Eğitim, insanı insan kılabiliyorsa eğitimdir. Eğitim, ıvır zıvırla iştigal edip, insanı görmezlikten gelmek değildir. Eğer malayani ile iştigal ederken, insanı hissetmiyorsak ve sarf-ı nazar eyliyorsak, biz ne eğitim yapıyoruzdur ne de eğitim adına bir şey. Görmezlikten gelindiği müddetçe insan, insanlık için bir felaket haline gelecektir. Biz ilk evvelde öğretmenlerimizi, sonra da nesillerimizi göz göre göre heba ediyoruz ne yazık ki. Ne kadar geriye bakabilirse, o kadar ileriyi görebilir insan ve ne kadar ileriyi görebilirse insan, o kadar güzel düşler kurabilir, ne kadar güzel düş kurabilirse o kadar güzel bir ülke tasavvur edebilir. İşte eğitim dediğimiz olgu bu minvalde olaylaşabiliyorsa gerçekten eğitim olarak olaylaşmış olur. Düşleri olmayan bir nesil boşa gitmiş bir nesildir, harcanmış bir nesildir. Ne yapacağını, nasıl yapacağını, niçin yapacağını ve kim için yapacağını bilmeyen ve düşleri olmayan bir nesil hangi eğitim çarkından geçirilmiş olabilir ya da bir eğitim çarkından geçirilmiş olabilir mi?

 

Bomboş bir ruha, dolu bir mideye, uyuşuk bir gövdeye, çorak bir kafaya sahip bir nesille nasıl gurur duyabiliriz, o nesli görünce nasıl sızlamaz vicdanımız? Kim olduğunu bilemiyorsa, özgürleşen bir bayrak olamıyorsa, emperyalizme karşı duramıyorsa, bir düş kuramıyorsa ve tüm bunlardan sonra bir ülke tasavvur edemiyorsa ve o ülke için harekete geçemiyorsa, ne işe yarar ki insan? İnsanı görünce, işte insan bu denilebilmeli, gurur duyulabilmeli, güvenilebilmeli. Uyuşuk, akılsız, bilinçsiz nesillerle hangi yol yürünebilir, hangi menzile varılabilir? Ancak menfaatlerimizin çarkında öğütülebilmeye yarayan bir nesil hangi geleceği kurabilir? Ya da biz, nesillerimizi hangi büyük rüyalar için yetiştiriyoruz? Bir rüyamız var mı? Yoksa nesillerimizi göz göre göre mazlum ve masum kurbanlar mı kılıyoruz? Yeknesak bir hale gelen dünyada, varolmak istiyorsak eğer, yalanların, yanlışların bataklığında dejenere olmuş, alinasyona maruz kalmış, kısır ve günübirlik politikaların mengenesinde şahsiyet kaybına uğramış, kim olduğunu unutmuş, dimağları perişan edilmiş ve elimine edilmeye hazır duruma getirilmiş nesilleri bir an önce silkelemek, kendilerine getirmek ve kendi ayakları üzerinde durabilecek iradeyi onlara kuşandırmak icap eder. Bizler kendi yarınlarımızı düşünmek derdinde olamayız, bizler yarınları kuracak nesillerimizi düşünmek derdinde olmak zorundayız. Zira bilinmelidir ki, istikbalin aydınlık, hür ve meserret dolu dünyasını, hakikatli bir eğitimden geçmiş, hakikatle gönülleri yumuşamış ve kafaları aydınlanmış, yürekleri muhabbetle beslenmiş ve sevgiyle temizlenmiş, vicdanları hakikatle yoğrulup dillenmiş, yüce insanlık değerleriyle mücehhez olmuş nadide dimağlar inşa edeceklerdir. Eğitim bunu yapamıyorsa, ne yapmaktadır?

 

Eğer ki, bir eğitim mekanizması felsefesizse, köklü ve muhkem bir alt yapıya sahip değildir. Kaygan zemin üzerindedir. Binaenaleyh, şahsiyet yaratıcı olmaktan uzaktır. Çünkü felsefesiz eğitim alelade, alelusul yapılıyordur. O eğitimde, ne yapılacağı, nasıl yapılacağı, niçin yapılacağı ve kim için yapılacağı sorularının cevapları yoktur. Cevapları olmadığı içinde insicamlı bir işleyişinin olması kabil değildir. Böyle olunca da her şey karmakarışıktır, bir düzen içinde işlemekten, bir anlama malik olmaktan yoksundur. Her işe, yapılsın da nasıl olursa olsun diye bakılır. Yapılan şeylerin de, ne bireye, ne topluma, ne insanlığa, ne eğitimciye, ne öğrenciye ve ne de veliye hiçbir katkısı olmaz. Zaten herhangi bir katkısı olup olmadığı akılların ucundan bile geçmez. Çünkü bu bakış açısına göre yapılmaz hiçbir şey. O eğitimde düş kurabilme, kurulan düşlerin peşinden koşabilme iradesi yoktur. Soru yoktur, sorgu yoktur. Düşleri olmayan ne sorsun, nasıl sorgulasın? Bir çocuk ki, düş kurmaktan, kurduğu düşlere dair sorular sormaktan ve sorgulamaktan yoksunsa, o çocuk ölümle pençeleşiyordur, onun bir adım bile atması mucizedir. Hayatta ancak düş kuranlar koşabilirler. Çünkü ancak düş kurabilenlerin bir sevdaları, ülküleri, rüyaları vardır. Ve bu, hayatın genelinde böyledir. Münhasıran öğrenci için değil, yetişkin biri bile düş kurmaktan yoksunsa, onun ölüden farkı yoktur ve bitevi ölmektedir. Düş kuranlar, sevdalarına, ülkülerine, rüyalarına ulaşmak için canları pahasına koştururlar. Biteviye soru sorarlar, sorgularlar. Çünkü düşlerinin besinidir, sormak ve sorgulamak.

Tarih: 10.06.2018 Okunma: 656

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?