KENDİ AKLINI KULLANMA CESARETİ GÖSTER!...14...

Özgür DENİZ - 22.02.2017

Şüphe bizi gerçeğe ulaştıracak, gerçekte hürriyete kavuşturacak, hürriyette yeniden insan kılacak bizi. Çünkü hürriyetimiz ancak hakikatle varolacak, gerçeklik kazanacak. Zira hakikat özgür olmazsa, özgürlük hakikatli olmaz. Maalesef düşüncesizlik bizi bataklığın en dibine çekmiş. Şüphesizlik bizi kör ve sağır kuyulara düşürmüş. Ezberlemişiz, sadece ezberlemişiz ve ezberlediklerimizle zehirlenmişiz. Önümüze konan hiçbir şeyi sorgulamadan alıyoruz. Bize kölelik mi vaat ediyor, esaret mi vaat ediyor, güzele mi yönlendiriyor, çirkine mi yönlendiriyor bilmiyoruz, çünkü anlamıyoruz. Beyin olarak bitmişiz, tükenmişiz. Böyle olunca da sürüleşmişiz. Komünist, Faşist, Dinci üçgenine sıkışıp kalmışız. Birbirimize sağır ve kör olmuşuz. Papağan gibi her şeyi motomot ezberleyip, tekrar etmemiz dikte edilen yerde tekrar etmişiz. Ne geçmiş elimize? Hiç, koskoca bir hiç. Ömrümüz çürüyüp gitmiş bu şekilde. Biz sefaletin şarkılarını terennüm ederken, işkence odalarında can çekişirken, bize bir iki slogan yutturup sokağa, birbirimizin üstüne salanlar dem sürmüşler, âlem yapmışlar. Kanımızı içmişler şarap niyetine. Ne kadar basit, sığ, sıradan insanlarmışız meğer. Artık büyüme vaktimiz gelmedi mi hala? Düşünmezsen nasıl büyüyeceksin bebeğim? Düşünceyle büyür insan! Küçülür, düşünmediği zaman. Haddizatında karanlıkta kalan pek bir şey de yok. Karanlık odalarda toplamışlar bizi ve her birimize sen büyüksün denmiş, sen layıksın denmiş. Hazır lokma olunca kolayca yenmiş. Beyinlerimiz ve ruhlarımız iyi yıkanmış. Yıkanmış derken haddizatında tıkanmış ve işlemez hale gelmiş. Üstün sanmışız kendimizi ama hep ezik yaşamışız. Ezik olunca da sürünmek kaderimiz olmuş. Herkes kendini kurtarılmış bilmiş. Herkes bildiğini sanmış bilmediğini. Oysa kendisini dolu göstermekle, varolan boşluk dolmazdı. Boş olan lafla dolmazdı. Ne kadar aydınız desekte, demekle aydın olunuyor mu? Aydın sanınca kendini, aydınlık seninle oluyor mu? Her işimizde böyleyiz maateessüf. Zavallıyız. Küçüğüz. Sıradanız. Sığız. Alığız. Bönüz. Herkes birbirine koyun der ama herkesi aynı ellerin, tek düdükle yönlendirdiğini kimse bilmez. Biz, bildiğimizi sanırız ve kuru kuru övünürüz sadece. Oturupta, kafamızı iki elimizin arasına alıpta, şöyle akıllı uslu düşünmeyi bir türlü beceremeyiz. Karanlık deriz ama ya kendimiz karanlıksak diye sormayız, sorgulamayız. Düşman oluruz ama kime, niye düşman olduğumuzu asla bilemeyiz. Çünkü düşmanımızı kendi kafamızla belirlemedik. Düşman belirlendi ve işte bu senin düşmanın dendi! Böyle olunca bilmediğimizi düşman belledik. Biz, bize düşman olduk yani. Ya düşman bellediklerimiz gerçekse, ya onlar bizden daha ileri ise ve daha insan ise ne olacak? Düşünmeyiz ki, nereden soracağız, hangi kafayla soracağız böyle soruları? Sloganlarla yaşayanların varacağı en son durak, kara topraktır. Sadece okumak kifayet edecek ama kitap ne, nerede kitap ve kim eline almaya cesaret edecek kitabı? Komutlarla yaşıyoruz. Çünkü her slogan komutlarla anlam kazanır. Komut verilir slogan atılır. Ne dâhiyane bir teori ve ne yaratıcı bir eylem. Vay anasına be! Çok zekiyiz öyle mi? Çok ileriyiz öyle mi? aydınlık bizden sorulur öyle mi? Biz kurtulduk sadece öyle mi? Biz cesuruz tek öyle mi? Bir tarih yaratılır. O tarihe uygun sloganlar hazırdır. Papağan gibi ezberlenmiştir her slogan. Adımlar nasıl atılacak, hangi kol havaya kalkacak, kimler önde kimler arkada olacak belirlenmiştir. Biz insanız öyle mi? Biz hürüz öyle mi? Biz kendimizi yaratma gücüne sahibiz öyle mi? Kelepçeli, zincirli, bukağılı insan ne zaman hür oldu, insan sayıldı? Bu mu aydınlık? Böyle mi adalet, özgürlük, barış, kardeşlik gelecek? Kapitalizmin çarkları bu şekilde mi kırılacak? Gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek midir adaleti savunmak? Karanlık cellâtların oyuncağı olmakla mı özgürlük getireceğiz? Kendimizi kaybetmeyelim kâfi, bu kafayla bizim yapabileceğimiz, getirebileceğiniz hiçbir şey yoktur bebeğim!

 

Maalesef biz millet olarak bedeni görkemli ama ruhu çürümüş bir millet olmuşuz. Sahip olduğumuz değerlerin kıymetini asla bilemiyoruz. Ancak filmlerle, romanlarla avunuyoruz. Filmlerde bir iki repliğe bir iki dini söz, bir iki kahramanlık koyuverdik mi bitti sanıyoruz, onunla övünüyoruz ama gerçek yaşama aktaramıyoruz, ki aktarmak gibi bir derdimiz de, çabamız da yok haddizatında. Kim biliyor dininin kıymetini? Kim biliyor kimliğinin kıymetini? Ya da kim gerçekten dininin ve kimliğinin mahiyetini biliyor. Eşsiz, benzersiz bir dinimiz var ama yaşamayız, arkasında onurlu bir tarih ve isim bırakan kimliğimiz var ama her gün kirletmekten hicap duymayız. Sıkıştık mı suçu hemen şeytanlara atarız. Sen şeytanı ne yapacaksın ki, o şeytanlığını yapacak ve yapmakta sonuna kadar haklıdır. Adamsan sen de kendini bileceksin, kendini yaşayacaksın ve şeytanların tezgâhlarını bozacaksın. Senin işin şeytanı itham etmek değil ki. Şeytan zaten itham edildiği için şeytan. Kahpe olduğu için şeytan ve seciyesinin muktezasını da yapacak. Sen kendini düzeltmeye bak. Alışmışız ata dinine, öylece yaşayıp gidiyoruz. Hiçbir şeyden şüphe etmiyoruz. Her şeye hemen inanıveriyoruz. İnanmak bizi sorumluluktan, sorgulamaktan, sorular sormaktan, bulacağımız cevaplara göre kendimizi yeniden kurgulamaktan kurtarıyor. Çünkü samimi değiliz, ciddiyetli değiliz. Çünkü ideallerimiz dilimizin ucunda. Çünkü biz davamızın peşinde değiliz, dünyanın peşindeyiz. Oysa aydınlığın, hürriyetin, adaletin, ahlakın, kudretin bedeli ağırdır. Çok derin samimiyet ister. Büyük yürek ister. Sarsılmaz cesaret ister. Herkes bunu ister ama kimse bunu istemez. Bizim ne Sosyalistimiz de, ne Milliyetçimiz de, ne de İslamcımız da derin bir samimiyet vardır. Cemaatlerimiz ayrı bir terane zaten. Maalesef bizim her şeyimiz dilimizin ucundadır, iş ciddiyete bindiği zaman bocalarız, endişeleniriz. Her şey o kadar basit ki, sadece bir hamle bekler bizden. Ama biz o basitliği naparız? Karıştırırız, karıştırırız, çoğaltırız, karman çorman hale getiririz ve içinden çıkamayız, çünkü gerçekte de içinden çıkmak istemeyiz. Bitevi onunla uğraşalım ve bir şey yaptığımız sanılsın isteriz. Biz dinimize niye uzağız, çünkü din çok basittir, çok beliğdir, çok sarihtir. İşte bu yüzdende dini hatırlamaktan korkarız, ürkeriz ve dini anlaşılmaz hale getirmek için her şeyimizi feda ederiz ve içinden çıkılmaz hale getirince de bağırmaya başlarız şu niye böyle, bu niye öyle diye. Sanki gerçekten dini önemsiyormuşuz da din temelinde çözüm bulmak istiyormuşuz gibi. Kişisel ahlaksızlıkları takıntı yaparız da toplumsal boyutu ilgilendiren ahlaksızlıkları hatırlamak bile istemeyiz. Olgular münhasıran dilimizin ucundadır, o olguları mahiyetlerine mütenasip olaylaştırmak gayretine girmeyiz hiçbir zaman. Çünkü o zaman son taşı biz atarız! Samimiyet bebeğim samimiyet! Gerisi hikâyeden birer fasıl. Din, samimiyettir! Samimiyette ideallerin minvalinde eylemler ortaya koymaktır. İlaç deneyi yapacaksan, o deneyin kontrolünü silahla bütünleşmiş kişilere emanet edemezsin. Ediyorsan da bana idealden, samimiyetten, dürüstlükten, ciddiyetten bahsedemezsin.

 

SÖZLER:

 

‘’’’Ne düşünüyorsunuz? Bir insana haksız yere acı çektirmek? Ne düşünüyorsunuz? Bir insan olarak sadece. Şerefli kılınmış bir insan olarak! Sevebiliyor musunuz? Sevmeye dayanacak bir yüreğiniz var mı? Seven bir yürek cehennem ateşini bile söndürebilir. Bu dünyada yürekleri ateşle kavrulanları öbür dünyada yakmayacak ateş, öbür dünyada hangi yürekleri kavuracak ki? Bir insan yüreğine bir gece vakti düşen nedir? Hüzün ve acı! İnsanız, insanız, insanız, insanız, biz insanııııııııııııııııııııııııııı…z! İnsan tükendi mi geriye ne kalır, hiç sordunuz mu bunu yüreğinize? Ateşlerde yanmamak için, insanların ocaklarına ateş salmamak gerek!’’’’

 

Bendeniz

 

""Evrende yoğun gürültü var. İnsan kendini duyamıyor. İşte sorun bu!""

 

Bendeniz

 

‘’’’Bakınız! Herkes için geçerli olan bir şeydir. Herkesin kafası farklıdır, kalbi farklıdır. Farklı duygulanırız ve farklı düşünürüz. Bu çok normaldir, insan olmaklığımızın bir detayıdır. Ama farklı düşünenlere karşı terbiyeli, edepli davranmak zorundayız, insan olduğumuz için zorunluyuz. Salya akıtmaya gerek yok. Hele karşında ki bir kadınsa biraz daha naif, nazik, kibar olmak gerekir. Sevmeyebilirsin, nefret edebilirsin, hatta kin duyabilirsin ama yine de saygılı olmak zorundasın. Bilakis söylediklerin karşıdakini alçaltmaz ama seni düşürür. Düşünceyle dövüşmenin namusu vardır ve kendinden eminsen, kendine güveniyorsan düşüncenin namusuna sadık kalırsın ve böyle yapmak seni yükseltir, dikkate alınmanı, dinlenilmeni ve söylediklerin üzerinde düşünülmesini sağlar. Kusarak, salya akıtarak düşüncenizin doğruluğunu kanıtlayamazsınız, haklı olduğunuzun göstergesi olmaz bu. Bilakis müptezel, haysiyetsiz, şerefsiz biri yapar seni. Ve seni birkaç kişi alkışlasa da, binler kişi size küfreder hem de haklı olarak. Son tahlilde; çakılırsınız ve kafanız da almaz niye çakılıp kaldığınızı. Yüreğin pislik kuyusuysa, beyninde kusmuktan başka şey yoksa, dilinden pislik ve kusmuk akar.’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Düşünmek varlığı ve anlamak hayatın manasını

Namütenahi zamanın, çarkı dönmeyen saatleri acı veriyor ruhuma

Ağır ağır tükeniyorum

Gönül evimin tüm pencereleri açık

Rüzgâr ısıtıyor içimi

Büyük düşleri, uzak sevdaları soluyorum

Ben yollarımın tozlarını gözyaşlarımla yıkadım

Hiçbir yüreğin söylemediği, kulakların yabancı olduğu şarkıları terennüm ediyorum

Acıları azaltmaya, sevinçleri çoğaltmaya gövdesini koyacak insanların varolma ihtimaliyle yaşıyorum’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Beynimde bir rüzgâr uğultusu var, sanki kurtlar uluyor. Beynim kazan gibi kaynıyor. Tarif edemediğim bir belirsizlik var beynimin en meçhul kıvrımlarında. Sanki bir hiçliğin içine düşmüşüm, büyük yalanların tam orta yerindeyim. Ömür bir yalan, insan bir heyula gibi. Bu evrende ki her şeye yabancıyım, her şey bana yabancı. Garip şeyler gibi geliyor her şey. Sanki bu hayal yok oluverecek, gerçek beliriverecek gibi. Zira asıl olan hiçbir şey yok, her şey sahte burada, bu acayip evrende. Allah’ım beynimde fırtınalar, düşüncelerim hercümerç. Nasıl bir evrene düştüm ben? Nasıl bir bilmeceyle karşı karşıyayım?’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Allah’ım! Ol dedin oldum. Öl diyeceksin ölecem. İkisi arasında ki ömrümde beni yalnız bırakma. Şerefli kıldın, bugüne kadar şerefimle yaşadım, bundan böyle de şerefimden ödün vermeden yaşamayı nasip et. Acizim, nankörüm, cahilim, muhtacım, zayıfım. Havf ve reca arasında gidip geliyorum. Bir gün bir yanlış yapıpta şerefimi yerlere düşürmekten beni koru. Açıkçası korkuyorum. Çünkü halk ettiğin garip bir insanım, kulunum. Nefsim var. Karşımda dünya var. Kardeşin kardeşe ihaneti var. Hırs var. Riya var. Kötülük var. Bazen çok yoruluyorum. Tek bir kalp incittiğim zaman kahroluyorum, incitmemek için inciniyorum. İhanet edenden kaçıyorum ancak. Çünkü aynıyla mukabelede bulunmayı yakıştıramıyorum kendime. Fasılasız murakabe yapmak, mütemadiyen hareketlerimi kontrol etmeye çalışmak öyle zor geliyor ki, gerçekten yoruluyorum ve bunu Sen de biliyorsun. Her şeyi bilen Sen’sin. Kararımın üstünde ki karar Sen’indir. Kaderimin üstünde ki kader Sen’in yanındadır. Beni sıyanetine al ve Sensiz bırakma. Âmin.’’’’

 

Bendeniz

 

""Bir acının resmi çekilmiyor,

Bir de sevdanın.

Çizgiler gelip insanın yüzüne yapışıyor.""

 

Farid Farjad

Tarih: 22.02.2017 Okunma: 850

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?