DEVRİMİ, ÖNCE KAFANDA YAP BEBEĞİM!...23...

Özgür DENİZ - 20.03.2016

Mütemadiyen; saf ve temiz niyetle, pür ciddiyetle, hakiki samimiyetle fikir serdetmeye, aklımızın erdiğince, kalbimizin yol verdiğince ve dilimizin döndüğünce söz söylemeye gayret ediyoruz. İnsanız, şerefli kılındık ve şerefli bir insan olarak yaşamak derdindeyiz. Fıtratımıza mugayir var olmak istemiyoruz ama fıtratımızla da mütenasip yaşamak istiyoruz. Muvakkat bir evrendeyiz. Var olduğumuz ve var bulunduğumuz zaman dâhilinde, var olan dünya nimetlerinden meşru dairede istifade ediyoruz. Nimetin sahibi Allah ve Allah herkese emeğinin karşılığı var demiş. Yeryüzü sofrasını herkesin istifadesine açmış. Çalışın, mücadele edin diye buyurmuş. Adaletli ve ahlaklı olun demiş. Mevcudatı bir denge ve ölçü üzerine halk etmiş. Hakkımızın gasp edilmesine hayır deriz. Mümkünatınca fikretmek için çaba harcarız. Güzel olana ulaşmak isteriz. Hakikati bulmak arzusundayız. Arayış içindeyiz. Adanmışız. Merak ediyoruz, soruyoruz, sorguluyoruz, okuyoruz, araştırıyoruz, karşılaştırıyoruz, bir neticeye varmak istiyoruz. En doğruyu, en güzeli, en iyiyi tercih etmek derdindeyiz. Kazandıklarımızı, ulaştıklarımızı, bulduklarımızı paylaşmalıyız. Paylaşarak çoğalacağımıza inanıyoruz. Bir şeyi başarmak yalnız olmaz. Kolektif ruh iktiza eder, büyük zaferler. Burada birileri mevcutsa, karşıda da birinin vücut bulması icap eder. Ne zafere çiçekli yollardan gitmek ne de zafer yolunda yalnız olmak kabil olmaz. Vahdet eşittir zaferdir. Biz öğrenmek, bilmek değil ama anlamak, kavramak sıkıntısı çekiyoruz. Yatmakla olmuyor. Çünkü yürüyen yatana, koşan yürüyene göre bir adım öndedir. Evrenin koynundayız. Yerin üstünde, göğün altındayız. Bir insan tekiyiz. Olgularla, olaylarla iç içeyiz. Biteviye veri akışı var zihnimize. Bir vatan dâhilinde, bir milletin bağrında, bir devletin çatısı altında yaşıyoruz. Bir beden ve o bedeni diri kılan ruhun sahibiyiz. İnsan olduğumuz için İslam’ız. Hayatta kalmak için hareket ediyoruz. Çünkü yaşamak demek, hareket etmek demektir. Öğrendiklerimizi, bildiklerimizi, anladıklarımızı, kavradıklarımızı harekete geçirmek zorundayız. Eğer gerçekten necata ermek, güneşli güzel günler görmek ve her daim umudun mavi denizinde yüzmek istiyorsak dürüst olmak ve gerçeklerle muvacehe etmek zorundayız. İmanı amele, düşünceyi eyleme yönlendirmek iktiza ediyor. Bir şeyi çok iyi tahlil etmek, gerçeğe ulaşma cehdi içinde olmak ve gerçeği bulunca da sindirebilmek gerekiyor. Yalanlarla yaşamak, bizleri bir yere götürmez. Ki, bir ömür yalanlarla yaşadık, şimdi neredeyiz, yarın nerede olacağız? Mutlak yasalara münafi yaşayamayız. Dengeyi ve ölçüyü bozamayız. Adaletten sapamayız. Ahlakı çiğneyemeyiz. Varoluş kavgasından dönemeyiz. Düşünmekten bir an bile geri duramayız. Kibirle yeryüzünde yürüyemeyiz. Biz insanız ve insan gibi yaşamak zorundayız!

 

İlla ki benim dediğim olacakla olmuyor maalesef. Kendimize doğru dersek doğru oluyoruz, başkasına yanlış dersek yanlış oluyor ve bu, rasyonalist olmak oluyor, bilimsel olmak oluyor. Herkesi, her şeyi biz belirlemek, biçimlendirmek istiyoruz. Oysa bu şekilde doğru yol bulunmuyor. Bunu yaparak dürüst ve namuslu olunmuyor. Hakikate sırt ve yüz dönmekle, göz kapamak ve sağır olmakla, bir sonuca ulaşılmıyor. Dinlemesini bileceğiz, hatta anlamasını bileceğiz. Her düşünceye önem vereceğiz, saygı göstereceğiz. Ama düşünceye! Hakikati bulmalı, görmeli, bilmeli, anlamalı, kavramalı, sindirmeliyiz. Devasa bir evrende yaşıyoruz ve tek başımıza değiliz. Serdettiğimiz düşünceleri, herkese metazori tolere ettirmeyiz. Bizim düşüncemiz cerh edilemez diyen bir düşünce irrasyoneldir. Ki zaten, cerh etme moduna göre kendini ayarlayan insanın düşüncesi olduğu söylenemez. Böyle biri fikir de serdedemez. Mühim olan fikir teatisi yaparak gerçeğe mülaki olmaktır. Düşüncenin namusuna sadakatli olan bunu yapar. Fikirle savaşanın işi budur. Biz merkeziz dersek olmaz, merkeziz demekle hakikat bulunmaz. Kendimizi bir tarafa koyup, herkesi karşı tarafa ötelemekle yapacağımız hiçbir şey yoktur. Buradan bir şey çıkmaz, çıksa da bize çıkmaz, düşmana çıkar ancak. Ki, aynen de böyle olmaktadır. Eğer alık değilsek, akıl bunu göstermekte ve haber vermektedir bize. Bir defa, herkesin hemfikir olacağı bir nokta illaki vardır. Akıl birdir diye boşuna dememişlerdir herhalde? Tabi bu söz, kuvvetle muhtemel, düşünen akıl için söylenmiştir. İnsanlığın, hayatın ve evrenin hakikatleri ekseninde hareket etmek iktiza ediyor. Ve mücadeleyi de burada kesif hale getirmek icap ediyor. Bireyselleşmek ve kendini tek doğru olarak ittihaz etmek, ne bir kişiye ne de her kişiye hiçbir şey kazandırmaz. Ancak, herkes birbirini yiyerek hayatını berhava eder bu şekilde. Sen bir yanda, ben bir yanda, başkası bir yanda kısır bir kavganın ortasında boğuşup dururuz. Pek kim kazanır? Bizi tefrikaya mahkûm eden, sonra bizi birbirimizle vuruşturan, boğuşturan ve kenarda oturup kahkahayla izleyen düşman kazanır elbette. Alıklığın âlemi yok.

 

Var olduğundan bu yana kavgadadır insan. Tarih kavgaların tarihidir. Kavga varoluşun önkoşuludur bir nevi. Kendisiyle kavgadadır. Tabiatla kavgadadır. Benzerleriyle kavgadadır. Şeytanla kavgadadır. Kavgayla yenilenmekte, kavgada yenmekte ve yenilmektedir. Bazen yenilmekte, bazen yenmektedir, bazen de ne yenebilmekte ne de yenilmektedir. Kendine bir yol çizer insan. Bir hedefe yönelir. Araçlarını belirler. Fakat gariptir ki, hepte yerinde sayar. Hiç düşünmez, niçin aynı yerdeyim ya da ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım, niçin yapmalıyım da yerimi değiştirmeliyim diye. Nasıl olur da, bir adım ileriye gidebilirim dememiştir hiç. Çünkü korkuların kıskacında kalmıştır mütemadiyen. İnsan korkularını değil, korkuları insanı yönetmiştir. Resim önümüzdedir ve biz görmekteyiz. Önümüzde ki resimde böyle bir detaya rast gelemiyoruz. Ha bu meyanda kazanan yok mu hiç? Olmaz mı, elbette ki var ve kazanan; şeytan yani insanın düşmanı. Şeytanın hadimi olan efendiler hiç kaybetmezler ve tarih boyunca kazananlar daima onlar olmuşlardır, bir nevi kötüler. İyilerin birlik sağlayamamasına mukabil kötüler ne kadar kendi dünyalarında ayrıymışlar gibi gözükseler de bir yerde birlik olabilmeyi başarmaktadırlar. İnsan karşısında ve kazanma konusunda. İnsan ise bunun farkına varamayacak kadar cahildir maalesef. Ortak bir vicdana sahip olan insançocukları, ortak davada buluşmayı becerememektedirler. Ortak dava; vatan, adalet, ahlak davası. Oysa çok kolay bu ama olmuyor nedense. Çünkü düşman içimizde. Bizim düşmanımız yine biziz. İçimizde ki düşmanla, dışımızdaki düşman bir olunca, bizim birliğimizi yerle yeksan eyliyor maateessüf. Niçin ortak davada konsensüs sağlanamamaktadır? Oysa tek bir insançocuğu, vatanından yana taviz vermez. Adaleti arar, ahlak umdelerini önemser. Hiçbir insançocuğu çıkıpta vatanım olmasın demez, adalet olmasa da olur demez, ahlak kaidelerinin çiğnenmesinden hazzetmez. Ama kendi kendine düşman olan insançocukları durumun fevkinde değil. Bu söylediklerim, birilerinin anlayışına göre değil, genel anlayışa göredir. Çünkü bir kişinin adaleti, ahlakı, vatanı diye bir şey olmaz. Mutlak hakikat temelinde bu anlayışlara sahip çıkmak lazımdır. Çünkü ancak o zaman genel tarafından kabul görebilir. Ve bunlar bir bütündür, parçalanamazlar, birilerine tahsis edilemezler. Bu üç olguyu da kavgasına temel yapan ve insicam içerisinde raks ettiren kazanan olur. Yapabilen kim? Yapmak isteyen kim? Yapacak olan kim? Kim niçin yapamaz, yapmak istemez, yapmaz peki? Kavgalar ve sorular! Kavgalarımızda dürüst ve namuslu değiliz, işte sorun burada.

 

 

ALİ ŞERİATİDEN SEÇKİLER

 

BİR:

 

Evet, sen Kur'an diyorsun, ama hangi Kur'an? Cehaletin elinde teberrük edilip kutsanan bir nesne olan Kur'an mı? Cinayetin mızraklarının ucundaki Kur'an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede, çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek, dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Sasani- çökerten, insanlığın kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak mı Kur'an?

 

Bu kitap, "dostunun cehaleti" ve "düşmanının hilesiyle" yaprakları açıldığı günden beri, yaprakları masraflı olmaya başladı. "Metni" terk edilip "cildi" revaç bulduğundan beri adı "okumak" anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu. Kutsama, teberrük ve mal kazanma işleri gördü. Toplumsal, ruhsal ve düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından beri, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel hastalıkların şifası aranır oldu. Uyanıkken terk edip, yatarken başlarının üstüne asarak uyuduklarından beri, görüyorsun ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır.

 

ŞEHİT DOKTOR ALİ ŞERİATİ-Anne-Baba Biz Suçluyuz

 

İKİ:

 

Kur'an'ın takipçileri; Kur'an'la konuşmayı, Kur'an'ın ruhunu, fikrini ve sözünü bırakıp şekline kulluk etmeye başladıkları günden itibaren, Müslümanlar, hurafelere tapmaya başladı ve toplumsal gerileme, fikri donukluk, dini taassup, ilmi, iktisadi ve siyasi gerileme ile karşı karşıya kaldı.

 

ŞEHİT DOKTOR ALİ ŞERİATİ-Anne Baba Biz Suçluyuz

 

ÜÇ:

 

Ve işte o zaman bir yazarın eylemi (işi), bir konuşmacının, bir öğretmenin, bir mütercimin, bir ideologun, bir fikir önderinin, bir tarihçinin, bir aydının eylemi konuşmaktır: Ateşli sözlerden oluşan kurşunları düşmanın kara ordusuna yağdırmak, uyuyanları uyandırmak, cehalet gecesinin kara çadırını yırtıp yakmak ve düşünce alevi ile geceyi ateşe vermek, kışı ısıtmak, tek kelimeyle "mesajı" halkın kulağına iletmektir. Tarihleri alt üst eden, zamanları yaratan, medeniyetleri kuran peygamberler mesaj iletmekten başka bir şey mi yapmışlardır? Aydın kimse, zamanın ve toplumun peygamberidir. Eğer sözünü doğru söylerse ve doğru söz söylerse; artık söz söylemiş olmaz, amel etmiş olur. Çünkü aydının eylemi "söz söylemektir". Elbette sözden söze de fark vardır. "Mürekkebi, "şehidin kanından üstün" söz de vardır! Ve sen ey oğlum! Hiçbir diktatörün elinde tutsak olmak istemiyorsan sadece bir şey yap: oku, oku, oku!

 

ŞEHİT DOKTOR ALİ ŞERİATİ-Aşina Yüzlerle

 

DÖRT:

 

Bir profesör, fizikçi, filozof, edebiyatçı yada bir tarihçi, düşünsel açıdan hiçbir şey olmadığının mümkün olabileceğini düşünmez. Bilinç bakımından avamdan daha aşağı bir düzeyde olabileceğini ve hatta yazmayı iyi beceremeyen bir ümminin toplumu ve zamanı tanımada kişisel anlayış noktasında ondan daha iyi bir konumda olabileceğini düşünmez. Öğrenim görmüşün cahil, aydının da bilincini kaybetmiş bir vaziyette olmasına rağmen, onlara profesör, doktor, mühendis gibi mümeyyiz lakapların verilmesi üzücü bir durumdur. Öğrenim görmüşün cahil, sağır, kör ve bir hiç olarak kalması çok büyük bir tehlikedir. Çünkü insan bilimsel doyuma ulaşırsa, artık fikri açlığı hissetmez; nitekim öğrenim görmüşler bugünlerde bilimsel konulara, düşünsel konulardan bağımsız olarak bakıyorlar.

 

Ali Şeriati-Bilinç ve Eşekleştirme

 

NOT;

 

Yaşadığımız dünya hayatının en derin, katı, sert ve keskin gerçeğini izah ve izhar ediyor bu sözler. Bugün kendini akıllı, bilgili, bilimsel sanan ne kadar zevat varsa kahir ekseriyetle kof, alık, sıradan, bön, cahil, sosyolojiden ve psikolojiden çakmayan zavallı tiplerdir. Bunlar bilmeyen, bilmediklerini de bilmeyen ama bildiklerini sanan ahmaklardır. Haddizatında, üstat söylediği sözlerle, kendilerini bir halt zanneden akademik tiplerin ya da bilgiye egemen olduğu tafrasıyla hareket edenlerin gerçekte ne olduklarını ifşa etmiş. Rabbim taksiratını affetsin, mekânını cennet kılsın, Önder'ine komşu eylesin seni canımüstadım. Âmin.

 

BEŞ:

 

8/ENFÂL-46: Allah'a ve Resul’üne itaatten ayrılmayın ve birbirinizle niza'laşmayın sonra içinize korku düşer ve devletiniz elden gider ve sabırlı olun çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

 

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEALİ

 

NOT;

 

Küresel şeytani siyonist emperyalizmin gölgesindeki tüm küfür milletleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni açık hedef almış durumdadır. Şöyleydi, böyleydi, geçiniz bunları. Devlet ve millet olarak açık hedefiz. Kısır çekişmeleri bırakmalı ve toplumun muhtelif kesimleri olarak kenetlenmeliyiz. Eğer kenetlenirsek içeride kuvvetli oluruz. İçeride ki birleşik güç ve kuvvet, dıştan yönelen tayizkatları sonuçsuz bırakır. Her şey muvakkattir, vatan ve devlet muhakkaktır. Zaman itham etme zamanı değil, çözüm üretme zamanıdır. Türk Milleti yılgınlığa düşmemeli, terörün tuzağına gelmemelidir. Tarihin en büyük ve çaplı saldırısıyla karşı karşıyayız. Her an teyakkuzda bulunmak iktiza ediyor. Şeytanilerin her an kanlı bir tezgâh tertibi içinde olduğunu unutmayalım. Görünene aldanmayın. Gösterilmek istenene kanmayın. Fasıkların sözüne inanmayın. Zandan sakının. Behemehâl hakikatin peşine düşün. Unutmayın ki, yalanı hazır bulursunuz, hakikati arar bulursunuz. Hakikat sizi uyandıracak ve hür kılacaktır. Bilakis, tarih ve insanlık, dirilişinize değil, sürünerek geberişinize tanıklık edecektir. Allah'ı dinleyin, yolunuz aydınlık, bahtınız açık, akıbetiniz hayır olsun.

 

 

 

Tarih: 20.03.2016 Okunma: 703

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?