ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMANLARA KUR'AN TEMELİNDE REDDİYE...2...

Özgür DENİZ - 10.01.2016

FECR SURESİ 17. ve 20. AYETLER TEMELİNDE İZAHLAR

 

Eğer, Allah, bir şeyden bahsediyorsa, o şey mutlaka vardır, çünkü olmayan şeyden (ki, haddizatında Allah için olmayan bir şey diye bir şey olmaz) ya da halk ettiği ve akıl da bahşettiği insan eliyle ortadan kaldırılacak bir şeyden niye bahsetsin ya da bahsetse bile kadırılabilirliğinden ve bunun, insanın mücadelesine dayandığından niye söz etmesin? Veyahut niye o şeylerin ahirette bile olacağından söz etsin, şayet bu dünyada kaldırılabilirliği vardıysa? Demek ki var ve sonsuza kadar var olacak ki, Allah hem bu dünyada hem de öte dünyada o şeylerin var olduğunu ve var olacağını söylemektedir. Allah, bizden, dengeyi kurmamızı ve korumamızı istemektedir bebeğim, çünkü varlığı bir denge üzerine var kılmıştır. Ama biz napıyoruz? O şeyler var ama yok edilebilir diye düşünüyoruz ve beyhude mücadele ediyoruz, yoruluyoruz ve insanları yoruyoruz, daha ötesi aldatıyoruz. Oysa bir şeyle ilgili olarak, o şeyin ahirette var olacağı söyleniyorsa, o şeyin bu dünyada yok edilmesi diye bir şey söz konusu bile olamaz. Yani mantık bunu iktiza ediyor. Ha öyle inanıyorsunuzdur, orası başka, inandığınız gibi hareket edebilirsiniz ama eğer iman ediyorsanız, imanda yarım porsiyon diye bir şey yoktur. Hakikati olduğu gibi ittihaz etmeliyiz ve hakikat ekseninde tolere edilebilir bir mücadele stratejisi belirlemeliyiz. Kendi zihin dünyamıza göre önbelirlemeler yapıp, o minvalde bir mücadele yapamayız ve böyle bir şeyin genel kabul görmesi de kabil değildir. Ha, genel kabul görmesi mühim midir? Elbette değildir ama küçük mikyasta bile kabul görmez böyle bir şey. Binaenaleyh, yaptığımız ya da söylediğimiz bir şeyi muhkem temellerde yapmalı ve söylemeliyiz. Biz mütemadiyen bir kesimi öteleyecek şekilde kurgulamalar yapıyoruz ve münhasıran bir kesime matuf olarak hitapta bulunuyoruz, bu da mücadeleyi haksız duruma sokuyor ve akim bırakıyor. Çünkü hakikatin tümünü kuşatamıyoruz, yarım hakikatle de yekpare insanlığa hitap etmek kabil olmuyor. İşte bu da Siyonist Emperyalizmin işine yarıyor. Çünkü böyle bir şey, toplum arasında tefrika yaratıyor. Eğer hakikatin bütününü kuşatsak ve en güzel şekilde sunum yapsak, emin olun bir ve bütün olacağız ve Siyonist Emperyalizmi hem özel coğrafyalarımızdan hem de genel coğrafyalarımızdan söküp atacağız. Ama olmuyor be gözüm olmuyor! Geçelim!

 

Ayette öksüzden, yoksuldan bahsediyor. Demek ki, bu durumda olanlar var bu dünyada. Yoksaydılar, olmayacaksaydılar, var denilmezlerdi. Ve sair insanların bu durumda olanları koruyup, gözetip, doyurmaları ve bu minvalde teşvik yapmaları iktiza etmektedir. Ayet filhakika olabildiğince sarih ve beliğdir. Ama biz sarih ve beliğ olanı öyle evirip çevirip kapalı hale getiriyoruz ki, hiç kimse elimize su dökemez bu konuda. İnsançocukları çalışabilecek kuvvettedirler ve herkese emeğinin karşılığı vardır. Fakat bu evrende zihnen ve bedenen kifayetsiz olanlarda vardır. Hatta mülk yönünde darda olanlarda bulunmaktadır. İşte sorun tam da buradadır. Zihnen ve bedenen çalışmaya durumu olanlar, diğerlerini korumakla, kollamakla, doyurmakla ve diğer insanları bu şeylere teşvik etmekle görevlidirler. Çalışıyorsun, kazanıyorsun ama paylaşmıyorsun, yedikçe şişiyorsun, şiştikçe şımarıyorsun, şımardıkça had ve hudud tanımaz biri oluyorsun ve kendi ürettiğin karanlıkta kaybolup gidiyorsun. Ne öksüzü ne de yoksulu gözetiyorsun. Mülk yığıyorsun ama yığdığın mülkü adalet çerçevesinde tevzi etmekten geri duruyorsun. Bu ayetten mutlak eşitlik nasıl çıkarılmaktadır havsalamızın alması muhaldir. Yoksulluk olmasın diyorsunuz, herkes müsavi olsun istiyorsunuz velakin, Allah, yoksul var diyor ve yoksulu doyurun diye emrediyor. Elbette bizim nefsimize bazı şeyler ister ama hakikat karşısında naçar kalır. Bu ne biçim bir yaman çelişkidir a dostlar!? Burada derin bir paradoks yok mudur? İşte böyle yaptığınız zaman hakikati yarım bırakıyorsunuz ve herkesi kuşatamıyorsunuz, herkesi kuşatamayınca da yapacağınız hiçbir şey kalmıyor, toplumu bölmekten başka. Oysa zafer; birliğin ve birlikten tevlit edecek kuvvetin çocuğudur. Ayet bu kadar muhkem, sarih ve beliğ iken, illa zorlama yaparak indi tevillerde bulunmak zorunda mısınız Allah aşkına? Allah ne diyor? Evet, sana güç verdim, akıl verdim, hayat verdim ve dünya diye de bir tarla sundum. Çalışacaksın, kazanacaksın ama eline geçeni paylaşacaksın. Yedikçe yemeyeceksin. Kazandığını yığıpta, yığdıklarına bakıp durmayacaksın. Kazandıklarında hakkı bulunanların haklarını iade edeceksin. Çünkü ne mülk senin ne de sen kendin kazanıyorsun. Benim sana bahşettiğim özel nimetler ve sunduğum dünya tarlası olmasa nasıl kazanacaktın? Kendin ne yapabilirdin? Var mı verecek bir cevabınız Allah’a? Bu ayetten nasıl oluyor da eşit olunuz anlamı çıkarılıyor anlamak kabil-i mümkün değildir. Peki, mutlak eşitlik olduğu zaman ne olur? Ki, dengeyi, ölçüyü yok etmezseniz bu kabil değildir? Denge ve ölçü kaybolunca da senin ve evrenin var olmanız kabil midir? Mutlak eşitlik söyleminde, bu ayet boşa düşürülmektedir haşa. Şöyle ki? Mutlak eşitlik durumunda, zengin, yoksul diye bir şey olmayacaktır. Peki, o zaman bu ayetin muhatapları kimler olacaklar ya da bu ayetin anlamı, hükmü ne olacak Allah aşkına? Kim, kimler bu ayeti tedebbür ve tertil ile okuyupta ders alacak-lar? Lütfen bayım!

 

Hiç kuşkusuz ki, mesele, Allah’a inanıyorum demek, salat etmek, bir ay boyunca muayyen süreliğine ağzını kilitlemek, kabeyi tavaf etmek ve kabenin örtüsünü değiştirmek değildir. Hayatın esas gayesi, eylemdir. Eyleminiz yoksa, varlığınızın bir hükmü yoktur. Yani namaz kılıpta, yoksula sırt çeviriyorsan, o kıldığın namaz hiçbir anlam ifade etmez ve bunu Allah’ta söylemektedir. Oruç tutuyorsun ama o oruç ayında yetimi, garibi, öksüzü unutuyorsun, işte o zaman aç kalmaktan başka hiçbir şey yapmıyorsun. Kabeyi tavaf ediyorsun ama ümmetin üzerine karabulut gibi çöken zulmet perdesini yırtmak için hiçbir şey yapmıyorsun ve üstelik geriye şeytanlarınla dönüyorsun ama güya orada şeytanı taşlıyorsun. Peki, sen neyi tavaf ettin, niçin tavaf ettin, nasıl tavaf ettin? İşte sorgulanması ve düzeltilmesi gerekenler bunlardır. Olgulara söz edilmiyor, o olguların olaylaşma boyutuna söz ediliyor ve sorunda orada çıkıyor zaten.  Zenginlik bir olgudur ama nasıl olaylaşmalıdır, işte mesele buradadır. Sen yığıyorsan, yığıp durdukça seyrediyorsan ve yığılan şeyden bireysel haz almaktan başka hiçbir şey yapmıyorsan, işte lanetlenen şey budur. Yani olaylaşma boyutuyla ilgilidir lanetlenme durumu. Sarahaten ortadadır bu hakikat. Zenginliğin tuğyana sebep oluyorsa, yanlış buradadır. Ama zenginliğin, yoksulların, yetimlerin, öksüzlerin gülmesine vesile oluyorsa işte maharet budur ve işte yüceltilecek, ödüllendirilecek davranış budur. Zenginsen ve yoksulu doyurmuyorsan itiraz bunadır. Ama zenginsen ve yoksulu doyuruyorsan, öksüzü itip kakmıyorsan ve malından kırkta birle yetinmeyipte, olması gereken şekilde, hakkaniyet ve adalet temelinde veriyorsan buna Allah itiraz etmiyor, yani açık bir itiraz yoktur. Fakat bizim bugünkü uyanık geçinen sefillerimiz kırkta bir deyip işin içinden çıkacaklarını zannediyorlar. Yani itiraz tavırlaradır. Ve elbette ki; tek zengin olan ve zerreden zerrata tüm mevcudatın mutlak ve yegâne maliki, hâkimi olan Allah buna itiraz edecektir.

Tarih: 10.01.2016 Okunma: 664

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?