OKUMANIN LEZİZ MEYVESİ; DEVRİM...2...

Özgür DENİZ - 27.12.2015

Okumak diye tavsif ettiğimiz ve kavramlaştırdığımız mukaddes eylem aynı zamanda hürriyeti de koşul kılar. Zira kitaplara yasak meyve muamelesi yapmak gün gelir insanları kitaptan uzaklaştırır ve insanlar, kitapla dolaşmaktan, kitap okumaktan korkar hale gelir. Kitap taşıyandan, okuyandan ve düşünenden asla korkmayacaksın. Siz okuduğunu, düşündüğünü ve kitaplı olduğunu sandığınız birinin terörist faaliyette bulunduğunu, namussuzluk yaptığını, pisliğe bulaştığını müşahede ettiğinizde, hemen hani böyle olmazdı demeyin, ama bilin ki; o terörist, o namussuz adam, o pislik içinde yüzen sefil kişi kitabı gerçekten taşımamıştır, okumamıştır ve düşünceyle de ilgisi yoktur onun. Çünkü kitaplı insan, okuyan ve düşünen insan hangi fikre tabi olursa olsun kesinlikle ondan kolay kolay zarar sadır olmaz. O terörist olamaz. Terörizmi finanse edemez, sitayişe boğamaz. O namussuz, hain, pisliğin teki olamaz. Okuyan insan, kitap konusunda kesinkes tahdit edilmemelidir ama onunla fikir teatisi yapılabilir. Şöyle ki; okunacak kitap önden belirlenmemeli, tercihe bırakılmalıdır. Okuyucu dilediği kitabı seçmeli ve hürce okumalıdır. Muhakkak olarak bilinmelidir ki, okumak eylemi zora, baskıya gelmez. Bir anda sönüverir. Okuyucu, bizim fikirlerimizle tezat teşkil eden bir kitabı rahatça taşıyabilmeli, okuyabilmelidir. Asla en ufak bir müdahalede bulunulmamalı ve farklı tavırlar sergilenmemelidir ona karşı. En ufak bir tavır okuyucuyu farklı anlamlara sürükleyip, kitaptan uzaklaştırabilir. Çünkü medeni bir insan yani bilinç sahibi bir insan icbar edilemez ancak ikna edilebilir. Bu da dille olacak bir şeydir. Binaenaleyh metazori dayatmalar ters teper. Eylem ciddiyetini kaybeder, hedef akim kalır. Şunu kesinlikle sarf-ı nazar eylememek iktiza eder: aklını kullanan bilinç sahibi bir birey, asla kendisine kişilik, fikir dikte edilmesine, belirlenmesine onay vermez, böyle bir hareketi tensip ve tasvip etmez.  Herkes kendi yolunu kendi seçer. Aklı ve kalbi var nihayetinde. Koyun tabiatlıları geçiyorum. Kul birey olan herkes tercihini hür iradesiyle kendisi yapar. Bilakis, bu tür bir müdahale, öz benliğin intihabına ve karakterin teşekkülüne müdahaledir ki, fıtrata münafidir. Amma ve lakin olayın olumlu ve olumsuz yönlerinin izah ve izhar edilmesinde sakınca yoktur. Bununda bir üslubu vardır. Ki arka planda, bu da sorumluluktur. İnsanı şekillendiren beslendikleridir ve biz insanlarımızın beslendiklerinden sorumluyuz. Ama zor yoktur. Hülasa; hassas bir mevzudur!

 

Okuyucuya, spontane olarak deruhte ettiğimiz sorumluluk muktezasınca, yapacağımız müdahaleyi, kesinlikle şahsiyeti zedelemeden ve müdahaleyi hissettirmeden yapmalıyız. Çünkü okumak gibi mukaddes bir eylemin iştirakçileri için icbar, şahsiyeti zedeleyici bir durum olarak telakki edilir. Filhakika bu eylem aynı zamanda alışkanlığında bir çocuğudur. Evet, alışkanlık olumsuz bir anlamı yansıtsa da, böyle bir eylem için sonsuz öneme haiz bir şeydir. Bu alışkanlık küçükken kazandırılmalıdır. Sıkmadan, boğmadan ama bu eylemin büyüleyiciliğini hissettirerek kazandırılmalıdır. Zira sonsuz zor bir şeydir bunu yapmak. Çocuğa direkt olarak okumak dikte edilmez. Okumaya yönlendirici kanallar kullanılmalıdır. Misal, biteviye sorular sorulmalı, onda merak uyandırılmalı, cevap için kullanabileceği kanallar zımnen gösterilmeli, eylem yolunda attığı her küçük adım takdir edilmeli ve sonuca her ulaştığında taltif edilmelidir. Binaenaleyh, titizlikle, ciddiyetle ve muazzam bir otokontrolle yapılmalıdır. Okumak gibi ulvi ve mukaddes eylemin, gövdelerde kökleşmesi ve kök salması için, okuma dersi olarak, ilkokuldan üniversiteye değin ders programlarına alınmalıdır, hem de bağımsız bir ders mahiyetinde. Diğer türlü, işin ciddiyeti olmadığı ya da anlaşılmadığı için anlamsız kalmakta ve süreklilik kazandırılamamaktadır. Eğer kitabı kültürel bir kod haline getirmek ve okumayı kültürleştirmek gibi bir niyetimiz varsa bunu yapmak elzemdir. Haddizatında kurumsal bazda bunu mümkün kılabilmekte ayrı bir meseledir. Çünkü kurumsal yapının doğası icabı kendisi bu yolda bir handikap teşkil etmektedir. Zira bireyler, hayata dair talim ettikleri nice şeyleri kurumsal alanların dışında talim etmektedirler. Bilinç dediğimiz şey, kahir ekseriyetle, bireysel çabalar neticesinde kazanılan bir şeydir. Kurumsal düzeyde bilinç vermek muhaldir, ki zaten böyle bir şey de yapılmamaktadır. Bu durumda ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Yine de reel şartlar dahilinde, idealimize mülaki oluncaya dek, bir çözüm yolu bulmak zorundayız elbette. Baştan da söylemiştik, okumak eylemi, bir süreç işidir. Anlık bir mesele değildir. Hatta ayılık, yıllık bir meselede değildir. Ömürlük bir meseledir. Hülasa, bu sürece en dipten, temelden start verilmelidir. Bu mukaddes, ulvi ama sessiz eylem, sesli eylemle takviye edilip desteklenmedikçe yine başarı kaydedilemez. Peki, bu ne demektir? Önce kitaplar okutulur, okutulan kitaplar tertip edilen toplu bir seminer ortamında izah ettirilir, hülasası alınır, sonra tespit edilen muayyen zamanlarda münazaralar tertip edilir ve fikir teatileri için ortam sağlanır. Nihayetinde de bu eylemde ileri düzeyde olanlar görkemli bir topluluk içinde taltif edilerek onore edilir. İşte size başarı! Bilakis bolca nutuk çekmekten başka hiçbir şey yapmazsınız.

 

Sorumluluğunu deruhte ettiğimiz bir işte, eylemde, faaliyette ya da harekette içtenlik, incelik, samimiyet ve adanmışlık mayası sonsuz öneme haizdir. Nutuk çekmekle, münhasıran reklam peşinde koşmakla hiçbir halt olmaz. Bilakis, bir yol kat etmemiz, başarıya vasıl olmamız kabil-i mümkün değildir. Kaderimizin, keder ve heder olmaması için kesinlikle ve özellikle samimiyetle mayalamalıyız hareketimizi. Ulvi ve mukaddes eylemin iştirakçileri, taltif ve onore edilirlerken mutmain olmalıdırlar. İşin gizemi, ruhların dip derinliğine inmektedir. İnsan ruhunu doyurmayı gaye edinmeyipte, münhasıran manipüle etmeye tevessül etme gayretinde olan herkes muhakkak yenik düşmeye, bu minvalde ki eylemlerde hüsranla neticelenmeye mahkûmdur. Ten ve tin olguları çok farklı olgulardır, olaylaşmaları da bir o kadar farklıdır. Tende duyumsanan ıstıraplar ve saadetler namütenahi olmamakla birlikte, tinde duyumsanan ıstıraplar ve saadetler namütenahidir. Binaenaleyh, mutlak ve muhakkak surette tine ince dokunuşlar yapılmalıdır. Etkilerimiz tinde makes bulmalıdır. Tine ince bir dokunuş, tene bin dokunuştan daha tesirlidir, evladır. Tine dokunmayan, tinde makes bulup duyumsanmayan her ne olursa olsun eninde sonunda akamete uğramaya mahkûmdur. Şöyle düşünelim; niçin madde yok olup gidiyor da, mana sonsuzlukta makes bulup mütemadiyen bizimle birlikte hatta bizden sonrada var olmaya devam diyor? Anlatmaya çalıştığımız şey işte tamda budur. Madde var olduğu zamanda bir anlam ifade ederken ve o anlam bile muvakkat iken hatta yok oluşuyla birlikte her şeyiyle unutulup giderken mana ise ruha ince dokunuşlar yapıyor ve ruhu doyuruyor, mutmain kılıyor ve ruhla adeta bütünleşiyor. Ruh sonsuz olduğu için manada böylece sonsuzluk kesbediyor. Yüce Allah’ın kullarına ilk emrinin OKU olduğu hakikatini, ruhlara dokunup, ruhların dip derinliklerinde tesir bırakacak şekilde taze ve temiz dimağlara nakşetmeliyiz. Bu hakikati idrak edip, bu hakikatin bilincine vakıf oldukça, genç dimağlar derin tefekkürlere dalacak ve OKUMAK eylemini kendi küçük dünyalarında tahakkuk ettireceklerdir. Çendan bir adım atacaklardır bu kutlu ve mukaddes eyleme matuf olarak. Dinin motivasyon ve manipülasyon kuvveti, her zaman ve her şeyden daha kuvvetlidir. Her sistemde, kitleleri manipüle ve motive etmek için dinsel seremonilere ihtiyaç duymuyor mu? İşte bu, dinin kitlelere tesirinin derin gücünün ifadesidir. Bu kutsal ve ulvi eyleme matuf olarak bunu yapmak kötü müdür? Asla! Ki, ancak burada böyle bir şeyi yapmak, dini en güzel, en namuslu ve en yüce şeyler için kullanmaktır. Ki, haddizatında din, bize hizmet etmek için var değil midir? Bu dünyada bize hizmet etmeyen dinin, ahirette bir işimize yaraması diye bir şey sözkonusu değildir. Çünkü din, hissederek yaşadığımız bu dünya için vardır. Asıl, dünya nimetlerine ermek, rant elde etmek ve şahsi ikbale ulaşmak için dini kullanmak namussuzluktur ve dinin kirletilmesidir.

 

Okuma eylemi, eylemlerin en zorudur. Meydanlara çıkarsınız, bağırırsınız, marşlar terennüm edersiniz, yakar yıkarsınız, bol bol nutuk çekersiniz, slogan atarsınız, papağan gibi aynı şeyleri tekrar etmekten haz alırsınız ama haydin okumaya dendiğinde kimseyi bulamazsınız. Çünkü gürültü kolay olandır ama okumak, bilmek, anlamak, konuşmak, söz söylemek zor olandır. Bu yüzden eylemlerimiz mütemadiyen hüsranla sonuçlanmakta, hiçbir netice alınamamaktadır. Çünkü bizde fikirsizlik, içeriksizlik, zımnen, herkes tarafından destek görmektedir. Zira fikir sahibi olan, ruhu dolu olan kitleleri manipüle edebilmek ve onların üzerinden rant devşirebilmek muhaldir. Binaenaleyh, okuyan bir toplum hoşumuza gitmez. Biz okumayı kolay bir şey sanıyoruz. Aptalca yazıları okumayı, boş lafları öğrenmeyi ve alıkça laflamayı okumak sanıyoruz. Okumayı ucuz bir şey sanıyoruz. Bu yüzdende okuyanlara zerre saygı duymuyoruz. Bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz. Bildiğimizi sanarak bitevi saçmalıyoruz. Dehşetli şekilde cahiliz. Ama toz kondurmuyoruz kendimize. Oysa okumak eyleminde öyle bir günde, bir yılda başarı kaydedilemez. Eğer anlamayı, idrak etmeyi, farkında olmayı başarmak istiyorsanız eyleminizde sürekli olabilmeniz iktiza eder. Anlamayanlar, karşısındakileri itham ederler mütemadiyen. Anlamayı kolay bişey sanırlar. Oysa dünyada anlamak kadar zor bişey yoktur ama anlamak kadar da mutluluk verici bir şey yoktur. Ki, bugün insanlığın en temel sorunlarından birisi, belki de başta geleni hatta insanlığın en kadim sorunu ANLAMA sorunudur. Misal; büyük bir fikir adamını anlamak, öyle bir iki kitap okumakla başarılamaz. Okumadığımız için anlamıyoruz, anlamadığımız içinde karşımızdakinin saçmaladığını sanıyoruz. Çünkü cahiliz, bir şeyden çakmıyoruz, bir şeyden çaktığımızı sanıyoruz yani cahil olduğumuzun bile farkında değiliz. Oysa karşınızda ki kişi, cahilliğin sizin paçalarınızdan aktığını çok iyi biliyor. Ama sizin kapasiteniz bunu bile idrak etmeye kifayet etmiyor. Eğer anlama yetiniz yoksa ya da tekâmül etmemişse, okuduğunuz hiçbir şeyden zevk almazsınız hatta okuduğunuz şeyin ne demek istediğini bir türlü algılayamazsınız. Zaten bu yüzdendir ki, karşınızda kinin bişey söylemediğini, saçmaladığını düşünürsünüz. Neyse geçelim! Ne diyorduk? Okutulan kitaplar, tertip edilen bir seminer ortamında izah ettirilerek ve akabinde de okuyucu mutantan bir şekilde taltif edilerek şereflendirilir. Böyle bir şey, ortamda bulunanlar üzerinde derin etki bırakır ve onlarında kitaba yönelmelerini tetikler. Çünkü görkemli seremoniler okumak gibi kutsal eylemi tetikleyerek okuyucuların tekasür etmesini sağlayan muhteşem bir yoldur. İltifat, üreticidir! Müşteri, üretimi hızlandırır.

 

Okumak aynı zamanda üretici bir eylemdir yani doğurgandır. Yazma eylemi gibi yine kendisine benzeyen mukaddes bir doğum yapar. Mutlu son; kitap! Kitapla başlamak, kitapla bitirmek; ideal olan! Ama iki eylemde yani okuma ve yazma eylemi dönüşümlü şekilde birbirini doğurur. Okursunuz yazarsınız, yazdıkça okursunuz. Okudukça, yazdıkça, kitaba daha çok bağlanırsınız. Bu saklı gerçek göz önünde bulundurulduğu zaman istek artar, eyleme teveccüh yaygın hale gelir. Dileğimiz de bu değil midir zaten? Nihayet, okumak kültürleşiverir ve zamanla kültürel bir kod halini alır. Yaşanılırlık kesbeder ve yaşatılması için herkes çaba sarf eder. Bilakis, başarı muhaldir. Biz, kitapsızlığın kültürleştiği anda düştük ve yenildik. Uyanmak, ayağa kalkmak, dirilmek ve yeniden direnişe geçmek için kitaplı bir toplum olmalıyız hatta olmayız değil, kitaplı bir toplum olduğumuzu ama kitapsızlaştırıldığımızı bilmeliyiz ve ona göre hareket etmeliyiz. Kitapsızlık kültürleşti ve biz, bu kültürle yetiştik, yaşamımızı kitapsızlık biçimlendirdi. Kitaptan uzak bir yaşam, şahsiyetin sefaletini intaç edebilirdi ancak ve öyle de oldu. Süflilik tüm benliğimizi muhasara altına aldı. Ulvilikler bizi terk etti. Bu emperyalizmin bir oyunuydu. Emperyalizmin yaşaması için, kitabın ölmesi iktiza ediyordu ve emperyalizm kitabı öldürdü. Kitap ölünce insan yaşayamazdı ve öldü insan! Yeniden dirilişte, kitapla olacak, bunun başka hiçbir yolu yoktur. İnsan sözdür, söz tükenince insan çöker. Derin meseledir bu mesele. Bugün ideolojiler insanı kuşatıp İnsani-İslami benliği çürütmüşlerse, işte bunun yegâne sebebi, kitapsızlıktır. Kitapsız bir millet olduk maalesef! Gâvur okudu, biz oyun oynadık, dizi seyrettik, hopladık, zıpladık, nihayet çuvalladık. Bilmedik ki, cehaletin karanlık gecesi okumakla aydınlanır, esaretin zalim zincirleri okumakla parçalanır, geceler aydınlanıp, zincirler parçalanınca tefrikalar son bulup yerini tevhide bırakır ve tevhit ise şeytanın egemenliğini zir-ü zeber eder. Şeytan düşünce, insan yükselir! İnsan yükseldiği zaman, hürriyet ve istiklal türküleri terennüm edilmeye başlanır. Sefaletin boğucu çığlıkları kaybolmaya başlar. Son tahlilde; iş varır, emperyalizme dayanır. Yani, toplum hayatına egemen olan, toplumun saadetine çomak sokan emperyalizm için tehlike çanları çalmaya başlar. İşte asıl korku da budur. Fakat insanları muayyen bir yöne kanalize eden tüm araçlar emperyalizmin ve kompradorların inhisarındayken böyle zor eylemleri becermek güçlü bir yürek ister, ödün vermeyen muhkem bir bilinci, keskin ve uyanık bir şuuru, vahşi ve uslanmaz bir isyanı ve fasılasız bir mukavemeti koşul kılar. Okumak bu kadar zor iştir işte. Bedeli düşmanlar için sonsuz ağır olacaktır, tıpkı gerçekleştirmenin bizler için zor olduğu gibi. Ama hayatta kolay olan ne var ki ve kolay olan ne verebilir ki? Bugün bu eylemin önünde ki en büyük handikap, emperyalizm ve onun işbirlikçileridir. Sahip oldukları tüm araçlarla, insanlığı oyalamaktadırlar.

 

Okumak eyleminin, yücelticiliği ve asilleştiriciliği genç dimağlara nakşedilmelidir. Filhakika birey odaklı bir eylem olan okumak eylemi aynı zamanda toplum desteğine de ihtiyaç duyar. Fazla hissettirmese de kendini bu ihtiyaç, yine de bir koşul olarak önemini muhafaza eder. Okumak eyleminin iştirakçisi olan fert, eyleminde yalnız kaldığında ve toplumun böyle bir eylemle ilintisinin bulunmadığını fark ettiğinde sıkılır, boğulur hatta kendini acayip hisseder, acaba ben mi yanlış yapıyorum diye düşünür, nihayetinde kitapsız bir toplumda kitap sahibi olmanın toplumdan kopuş, topluma yabancılaşma olduğunu duyumsayıp, kitaptan soğuyabilir. Ki, bizim toplumumuz aynen bu durumdadır maalesef. Bizim toplumumuzda kitabın ve okuyanın zerre kıymet-i harbiyesi yoktur. Okuyucunun yaşam standardı sıfırın altındadır. Ama kitapla, okumakla hiçbir ilintileri olmayan hatta belki de kitaba düşman olan zümrelerin itibarları ise çok yüksektir, yaşama standartları üst düzeydedir. Bugün hakiki bir okuyucunun yaşamını tasavvur ediniz, bir de sanatçı denilen ya da top yuvarlayan zibidilerin yaşamlarını tasavvur ediniz. Veyahut bu zibidilere verilen değerle, okuyucuya verilen değeri kıyaslayınız. Burada dehşetli bir paradoks vardır. Acı ama gerçektir bu. Toplumun terakkisine kaydadeğer katkı sağlayacak insanlarla, hiçbir katkı sunma kapasitesi ve kabiliyeti olmayanların arasında ki fark budur maateessüf. Binaenaleyh, bahusus, toplumu yönetme mevkiinde olanlar ya da yönetime talip olanlar hatta muayyen bir mevkii işgal edip toplumla direkt olarak iletişim kurma imkânına sahip olanlar, mütemadiyen, geniş katılımlı mitinglerde, yaptıkları toplantılarda vb. durumlarda kitaptan bahsetmeli, konuşmalı ve kitap okumanın önemine değinmelidirler. Hatta devlet düzeyinde, bu eylemle ilgili taltifler yapılabilmelidir. Böyle bir şey, devlet erkânının okumaya verdikleri önemin işareti olarak görülebilir ve genç dimağları bu eyleme kanalize edebilir. Bilakis, topluma matuf olarak okuyunuz der durursunuz ve nutuk atmaktan başka hiçbir şey yapmazsınız. Arada bir ünlü yazarlardan bahsedersiniz ama bu söyleminizin arkası gelmez ve okuyucular nezdinde sahte bir söylem olarak algılanır ve etkisiz kalır, netice vermez. Yani daha önce de söylediğimiz gibi, ciddiyet ve samimiyet, mutlaka müşahhaslaştırılmalıdır. Hiçbir şey münhasıran söylemde kalmamalıdır. Okuyanlar onore edilebilmelidirler. Okuma eyleminin iştirakçileri toplumsal düzlemde saygınlığı hak eden zümreler olmalıdırlar. Bu, ihmale gelmeyecek kadar ehemmiyete haiz bir sırdır. Toplum mutlaka bilinçlendirilmelidir bu konuda. Devlet erkânı, kitaplılara sevgi, saygı, muhabbet beslemelidir. Kudret, servet, şöhret sahiplerine değil. Haddizatında temel sorunlardan biri budur, bu mevzuda. Çünkü bugünlere hep böyle geldik. Okuyanın zerre kıymeti olmadı ama kudret, servet ve şöhret sahipleri mütemadiyen saygın oldular, dikkate alındılar, danışılan oldular. Hiçbir zaman sözün gücü önemli olmadı ama gücün sözü mütemadiyen önemli oldu, belirleyici oldu, egemen oldu. Kitaba ve okumaya değil, paraya teveccüh gösterildi. Okuyucuya değil sermayeciye itibar gösterdik. Binaenaleyh insanlar peyderpey kitaptan uzaklaştı. Kitapsızlık kültürel yapıya dönüştü. Belirleyicilik ve tayin edicilik ölçüsü sermaye oldu. Ne acı ve büyük bir hata. Hâlbuki dikkat edilmeliydi. Her türlü sefaletin kitapsızlıktan tevlit ettiği gerçeği sarf-ı nazar edilmemeliydi. Bilmem düzelir ve düzeltir miyiz bu algıyı? İnşaAllah düzeliriz ve düzeltiriz, yerle yeksan olmadan ve payimal edilmeden önce!

 

Eğer yetişmiş, olmuş zekâlarınızı kitapla besleyemiyorsanız yok olmak sizin için mukadderattır, diyor bir bilgin. Eğer kitapla uzlaşamamışsanız, kitapsızlık size sefaletten başka bir şey sunmaz, diyor yine başka bir bilgin. İltifat güneşse, marifet buzdur, marifet ancak iltifatla erir ve işe yarar hale gelir. Beceriler, kabiliyetler iltifatla işlerlik kesbederler, bilakis söner giderler. Çünkü tekrar yoksa unutma vardır. Ürün varsa ama müşteri yoksa, o ürün zayidir.  Peşi sıra zarar, iflas ve bunalım gelir. Binaenaleyh, talepsizliğe arzla cevap veremezsiniz yani üretimi durdurursunuz. Çünkü gideri olmayan bir şey uğruna, ter akıtmak, yaş dökmek, zaman ve emek harcamak akıl işi değildir. Her şeyde böyledir bu. Bir tüccarı düşününüz, böyle bir durumda ne kadar dayanabilir? Öyleyse, taltif ve takdir görmeyen, onore edilmeyen, bilakis itibarsızlaştırılan, erkler tarafından kıymet verilmeyen ilim, bilim ve kitap sevdalıları ve okumak gibi kutsal bir eylemin iştirakçileri içinde aynı şey meriyettedir. Nihayetinde ise, tüccar gibi, okumak eyleminin iştirakçileri de dayanamayacaklardır ve eylemden kendilerini çekeceklerdir. Bu ise, eylemin iştirakçilerinin kendilerinden çok, bağrında yaşadıkları toplumları için felakettir. Toplum bunun fevkinde değildir, orası başkadır. Maalesef, fert olarakta, toplum olarakta, devlet olarakta cehaletin dip derinliklerinde debelenip duruyoruz. Hülasa, yekpare olarak cehaletin mahkûmlarıyız. Laf etmek kolay olandır, örnek olmak ise zordur. Biz bitevi laflamayı seven bir mekanizmayız; ferdiyle, devletiyle, toplumuyla. Eyleme geldi mi yan çizeriz. Devlet ricali, örneklikte başı çeken yer olmalıdır. Çünkü her şey ilk taşla başlar. Ya yıkılır, ya dikilir! Ya olur, ya ölür! Devlet ricali öğretmense, toplum öğrencidir ve bu ilişki üst düzey bir ilişki olmalıdır, süreklilik önemlidir. Devlet ricali bazen eğitim camiasına matuf sözler söylerler ama haddizatında kendilerinin de bir muallim olduklarını unuturlar. Keşke hiçbir zaman unutmasalar ve asıl görevinde kendi üzerlerine düştüğünü fark ve idrak etseler. Beceriksizlik ve kifayetsiz kalış ayrı meseledir ama önce eyleme matuf ilk adımı atmak iktiza etmektedir. İştir önemli olan laf değil, der Ziya Paşa. Eylemi olmayan söz gevşektir, der yine bilginler. Keza, bir davada tanık yoksa, o davanın sonucu utançtır, derler yine bilginler. Hakeza, lafla gemi yürümez derler yine bilginler. Yine ol bilginler derler ki, yaşam eylemdir, bilgi değildir. Yine derler, hep derler, teori yoksa pratikte yoktur, derler. Ve bizde deriz ki; pratik yoksa teori ne halta yarar? Ve insanlığın yegâne ve son Önder’i derler ki; imanınızı süslemek ve anlamlandırmak istiyorsanız amel eyleyiniz. Fazla söze ne hacet!

 

Kuvvetin sözüne tabi olunduğu ve kuvvetlinin önünde diz çöküldüğü toplumlarda, fertlere kitabı sevdirmek ve onlara okuma aşkı aşılamak dünyanın en zor işidir. Kitapsızların itibar gördüğü ve çok kazandığı bir toplumda, ne kitap gibi bir güneşe dönüş olur, ne o güneşin sıcaklığına sığınmak demek olan okumak eylemi tahakkuk eder. Ne de kitap ve okumak üzerine edilen lafların kıymet-i harbiyesi olur. Zira dünyamız öyle bir hale gelmiştir ki, insanlar paranın kulları, köleleri hatta köpekleri olmuşlardır. Para kazandırmayan bir şeyin ve parası olmayanın, hiçbir değeri yoktur. Maalesef acı bir gerçektir ki; eğer birisi pezevenkse ama serveti dudak uçuklatıyorsa, o kişi herkes indinde beyefendidir, fakat birisi şerefli, namuslu ise ama parası etrafına saçacak kadar çok değilse, o kişinin zerre itibarı yoktur. Çünkü şeref, namus, erdem, haysiyet maddi hiçbir şey kazandırmamaktadır ve beş para etmemektedir böyle bir dünyada.  İşte böyle bir âlemde, kitabın anlamının ve okumanın değerinin olmaması gayet normaldir. Çünkü herkes bilir ki, icrası olmayan söylemler, ciddiyetten ve samimiyetten yana nakıstırlar. Bugün okuyanın hiçbir değerinin olmadığı bir toplumda, topluma zerre katkısı olmayan ama zevahirde görkemli bir hayat süren ve üstelik her yerde itibar bahşedilen alıklar göz önündeyken, genç dimağları kitaba kanalize etmek muhal ender muhaldir. Çünkü genç dimağlar kitabı konuşmazlar, okumaktan söz etmezler. Mankenden, artistten, topçudan, popçudan söz ederler. Aileler evlatlarına onları örnek gösterirler. Nasıl daha kolay kazanılır, onun yolunu anlatırlar. Zira kitap ve okumak eyleminin hiçbir getirisi yoktur, iştirakçilere hiçbir değer verilmemektedir, üstüne bir de mecnun olarak telakki edilmektedirler bu eylemin iştirakçileri. Şimdi söyleyin lütfen, bir topçunun, bu milletin, memleketin, devletin, vatanın, ümmetin istiklaline, istikbaline, ilmine, bilimine hangi katkısı vardır? Bu milletin gençliğine örneklik teşkil edebileceği hangi yönü bulunmaktadır? Ya da güya sanatçı vasfı bahşedilen ve popçu diye anılan züppeleri düşününüz. Bu ülkeye hangi katkıyı sunmaktadırlar? Bilakis, bu ülkenin değerlerini tarumar etmektedirler. Fakat ne acı ve ne gariptir ki, bu ülkede değer verilen, itibar bahşedilen de bunlardır. Bugün yaptığı, yaşadığı her şeyle, bu toplumun ulvi değerlerini yerle yeksan eyleyen ve sanatçı vasfı bahşedilen bir aşüfte geliyor ve herkes önünde ip gibi diziliyor, üst düzeyde onore ediliyor ama o ip gibi dizilenler maalesef kendi kardeşlerine aynı değeri vermiyorlar, aynı saygıyı, sevgiyi ve muhabbeti göstermiyorlar. Ama lafa gelince Müslüman oluyoruz ne hikmetse! İşte biz bu yüzden kaybediyoruz. Dostlarımıza vereceğimiz değeri, düşmanımız olabilecek kapasiteye bile sahip olmayanlara verdiğimiz için mütemadiyen Allah’a, Önder’e ve Kur’an’a ihanet ediyoruz. Biteviye düşüyoruz ama yükseldiğimizi sanıyoruz. Allah diyoruz ama Allah’ı anlamıyoruz!

 

Kadim zamanlarda, münhasıran söze hükmeden ve söyleyecek sözü olan kişiler saygın olurlarmış ve sözün gücüne tabi olunurmuş. Yani diğer bir tabirle âlimlere hürmet edilirmiş. Tabi bu âlimler öyle lafta âlimler değil, şeytanın peşine takılmış âlimler ya da âlim diye anılıpta âlimlikle alakası olmayanlar değil, hikmete, irfana, hakikate, hakka vakıf olan, zalimin karşısında boyun eğmeyen, ölse de haktan, hakikatten dönmeyen âlimler. Çünkü söz sahibi olmakla olmuyor, bir de söylediğin sözün arkasında durmak diye bir şey vardır. Sözün hakkını da vermek icap eder. Fakat yaratılan yeni zamanlarda, bu kadim ve yazılı olmayan yasa lağvolunmuş ve mülk sahibi kompradorların önünde diz çökülür, onlara saygı duyulur olmuş, gücün sözü egemenlik hakkını ele geçirmiş. Ve insan yenilmiş maddeye! İşte bu manzara, çürüdüğümüzün, tefessüh ettiğimizin en bedihi, en aşikâr resmidir, en keskin hüccetidir. Okumak, ilim sahibi olmak hakikaten nefsi zorlayan bir şeydir. Silah sıkmak bile daha kolaydır okumaktan. Çünkü bir gayret, bir emek sarf etmenize gerek yoktur. Okuma eylemini tahakkuk ettirebilmeniz için, sabırlı, cesaretli, bilinçli, şuurlu, yürekli, içtenlikli, samimi, masum, doğal ve ciddi olmak iktiza eder. Bu yola çıkanlar, hasetten ve kompleksten muhakkak arınmış olmalıdırlar. Çünkü bu iki negatif duygu, okumanın en büyük handikaplarındandır, okuyucunun da baş belasıdırlar. Okumak eylemi aynı zamanda bir paylaşama eylemidir. Paylaşarak çoğalma eylemidir. Tabi bu çoğalma niceliksel anlamda olmamalıdır, nitelik olarak olmalıdır. Çünkü kalite niteliktedir. Nitelik yoksa niceliğin hiçbir hükmü, anlamı yoktur. Kendisi, eyleme iştirak etmediği için, iştirak edenlere karşı haset ve kompleks beslemek haysiyet yoksunluğudur ve eylemi baltalar. Eğer kendi varlığınızdan emin değilseniz, ancak o zaman, başkalarının varlığından rahatsız olursunuz. Ve kendiniz beceremediğiniz için becerenleri yok saymaya, yok etmeye çalışırsınız. Kendi varlığından emin olanın, başkalarının varlıklarından rahatsız olması diye bir şey asla söz konusu bile olamaz. Çünkü kendi varlıklarının bilincinde olup, kendi varlıklarından emin olanların lügatinde, felsefelerinde haset ve kompleks gibi yıkıcı, tahrip edici negatif duygular yoktur. Kompleks ve kıskançlık dediğimiz negatif duygular, tükenmeye ve gerilemeye başlandığının delaletidir. Basitliğin, alıklığın, bönlüğün, sıradanlığın, sığlığın, sefilliğin, zavallılığın alametidir. Olmuş insanların, kendi mevcudiyetlerine güvenen insanların, işlerinin ehli olan insanların böyle süfli duygularla işleri olamaz. Kıskançlık ve kompleks sahibi zavallılar gösteriş budalalarıdırlar aynı zamanda, incelikten anlamazlar, ki incelikle gösterişi bile tefrik edecek kapasiteye malik değildirler. Galiba Hz. Süleyman’ın sözü olarak tahattur ediyorum, şöyleydi; ‘’ölüm ne kadar kudretli ise aşkta o kadar kudretlidir, soğuk ve karanlık mezar ne kadar acımasızsa kıskançlıkta o kadar acımasızdır.’’ Öyle değil midir zaten, biz Müslümanları da mahvı perişan eyleyen bu süfli duygular değil midir? Birbirimizi kıskanacağımıza sevseydik, paylaşmanın erdemini idrak etseydik, bu halde olur muyduk? Tabi bu duyguların cenderesinde sıkışıp kalmamızın yegâne sebebi de kitapsızlıktır, okumamaktır. Kıskançlık ve kompeks, kişilik sorunlarıdır ama kitapsızlığın ve okumamanın tevlit ettiği manevi sorunlar ve sıkıntılardır.

 

Hayatta, bedelsiz ve ıstırapsız hiçbir başarı yoktur ve bu bedeli muhakkak ödetir hayat, bilakis hiçbir şey alamazsınız hayattan. Bedel ödemekten korkanlar, ezilmeye, güdülmeye, sömürülmeye mahkûmdurlar. Muvaffakiyetler, derin ıstırapların çocuğudurlar. Muhakkak muvaffakiyetler ise derin ıstıraplara sabırla tahammül etmeyi koşul kılar. İşte bu sebeple, okumak denilen kutsal eylem zorlu ve çetin bir süreç işidir. Bu süreci yönetmekte büyük iradelerin işidir. Mütemadiyen eğitim deriz ya, kitap okumak eğitim faaliyetinden bile daha zor ve çetrefillidir. Haddizatında bir zevk işidir okumak ama kutsal bir zevk. Kutsal zevkler ise insani benliğe zor gelmektedir, çünkü derindir,  mana yüklüdür, yorucudur, sorumluluk yükleyicidir, anlamayı koşul kılar, nefsi zorlar. Biz malayani zevklerden hazzetmeye alışmışız. Çünkü emek yok, gayret yok, sıkıntı yok, zor yok, anlama çabası yok, sorumluluk yok. Yalnız kalmayı ve yaşamayı becerebilecek kadar derin ve kuvvetli bir iradeyi iktiza eder. Çünkü bu kutsal eylemin iştirakçilerinin kaderleri, birazda yalnızlık ve kederdir. Ki, zaten okuyucu, zaman içinde yalnızlığın tutkunu olur çıkar. Kalabalıklardan kopar. Çünkü gürültüden ve boşluktan hazzetmemeye başlar. İletişim ve ilişki düzeyi değişir, muhatap olacağı insan sayısında tenkisata gider zoraki olarak. Zira kaliteli bir çoğalma içindedir ama kalabalık, o çoğalırken, onu azaltmaya çalışır. Keder olgunlaştırıcı, yalnızlık ise tekâmül ettiricidir. Okumak bir yerde de, sorumluluk eylemidir. Çünkü sorumluluk duygusu taşımayanlara, sorusu olmayanlara, sorgulama yapmayanlara, büyük hedefleri olmayanlara kitap okutmanız sonsuz zordur. Zira bu türler bilgiye ihtiyaçları olmadıklarını düşünürler, bilgiye ihtiyacı olmayanları da kitapla dost yapmaya çalışmak beyhudedir, hiçbir netice vermez. Velakin, sorumluluk duygusu, çok ağır bir duygudur ve bilgiye muhtaç eder, bilgiye muhtaç olanında gideceği yegâne liman vardır; kitap limanı. Kitap okumak, sorumluluk yükünü tahfif edicidir.

 

Genç ve taze dimağlara, düşünceyle dövüşmenin ulvileştiriciliği, asilleştiriciliği, yükselticiliği sarahaten izah edilmelidir. Düşünceyle dövüşmek, başlı başına kalitedir. Çünkü insanın kafası vardır, hayvanın ise pençesi. Bunu bizatihi duyumsayan ve müşahede eden taze ve genç dimağlar, şiddetin alçaltıcılığından imtina edecekler hem de okumanın derin manasını idrak ederek kitapla dost olmanın yolunu arayacaklardır. Çünkü kafayla dövüşmek kadar güzel ve lezzetli bir zevk yoktur. Yeryüzünün en büyük ve derin hazzı buradadır. Bu kutsal eylemde ahlakta sonsuz öneme haizdir. Şöyle ki; okuma eylemine temayül gösteren kişiler kahir ekseriyetle muayyen bir ahlaki disipline haiz olanlardır. Ahlaki normlara sahip olmayanlar boşluğa daha kolay düşecekler, anlamdan ve anlamlı eylemlerden kaçacaklardır. Genç dimağların taze gövdelerinde, vicdani mahiyetli bir ahlaki disiplin teşekkül ettirilmelidir. Ziya Paşa’nın derin bir sözü vardır hani, der ki; ‘’eğer ki, bir millet, milli ahlakını teşekkül ettirememiş ve o ahlakı, fertlerine zerk edemmişse yok olmayı beklesin.’’ Hülasa; derununda ahlaki bir disipline malik olan bir genç, derununda ahlaki bir disiplin oluşturamamış gence göre okumaya daha meyyaldir.  Şu ince ve derin gerçeği beynimize ve kalbimize çivi gibi çakalım; tağuti düzenler ve tağutlar bile varolmak ve varlıklarını payidar kılmak için, bir ahlak manzumesine ihtiyaç hissederler. Çünkü insanları bir arada tutmak için, onlara ahlaki bir iç disiplin zerk etmeniz iktiza eder, bilakis kaos olur ki, kaosu kozmosa döndürmek ve yönetmeyi becerebilmek kabil-i mümkün değildir. Düzenin özü ahlaktır. Ahlakın olmadığı yerde anarşi olur, anarşi kaos demektir, kaos ise inkırazı ve inhitatı intaç eder. Tolstoy’un manidar bir sözü vardır, şöyle der; ‘’ahlaki kaideleri çiğnerseniz, ayaklar altında çiğnenirsiniz. Ahlaksızlığın öcü büyük ve çabuk olur.’’ Kadim devrilere göz atmanız bu derin hakikati idrak etmenize kifayet edecektir. Hiçbir kavmi bilgisizlik yok etmemiştir ama ahlaksızlık, nice kavimlerin helakini intaç etmiştir. Yaratılacak yeni zamanlar için, bu derin hakikatlerin fevkinde olunması önkoşuldur.

 

Son tahlilde; zamanımızın insanı maddeye yenik düşmüştür. Oyun ve eğlencenin büyüsüne tutulmuştur. Maddeye yenik düşen ve eğlencenin büyüsüyle cezbolan insanlığı yeniden uyandırmak, diriltmek ve ayağa kaldırmak için onu kitapla buluşturmalı, okumanın büyüsüne tutulmaya sevk etmeliyiz. Bu yüzden de şu ölümsüz gerçeği tekrar etmekte fayda var; bireysel bir faaliyet olan okumak eylemi, muhakkak olarak toplumsal desteğe ihtiyaç duyar ve bu desteği görmediği takdirde kendi kendini imha eder. Geriye kuru, sığ, sloganik, sıradan ve papağanlaşmış kuru bir kalabalık kalır. Binaenaleyh, okuma eyleminin iştirakçileri, toplum tabanında destek bulmalıdırlar. Taltif ve teveccühe mazhar kılınarak olur buda. İlim sahiplerinin fevkaladeliği, soyluluğu, asilliği genç dimağlara zerk edilmelidir. Çünkü genç dimağlar sahte söylemlere ve sığ eylemlere kolay aldanmayacaktır. Ve bir aldanma, aldananı ebediyen aldatılan konudan uzaklaştıracaktır, bu ise felakettir. Sakının bundan! Ailelere ve eğitimcilere matuf olarakta seminerler tertip edilebilir. Çocuğun şekillenmesinde, kimlik, kişilik ve karakter kazanmasında yegâne iki unsur vardır; aile ve okul. Annenin ve muallimin kollarında varlık kazanır çocuk, toplumsallaşır, hayat boyu sığınacağı, tutunacağı değerleri alır. Günümüzde okulların negatif yönleri varsa da, okulların varlığının kanıksandığı katı bir realitedir. Bu meyanda medyaya da büyük görevler düşmektedir. Çünkü çocuk için, medya da, bir okul vazifesi görmektedir günümüzde hatta toplum için de bir okul vazifesi görmektedir. Ki, okuldan da ötedir, zira bugün çok şey, okul ve aile dışında medyadan öğrenilmektedir. Medyanın etkisi, ailenin ve okulun etkisini handiyse sıfırlamış gibidir. Medyaya, gençliğe, kitabı sevdirecek ve okumaya özendirecek yayınlar yapması telkin edilmelidir. Hatta icap ediyorsa burada kanuni müeyyideler icra edilebilmelidir. Ama bu konuda medya ne acı ki, sonsuz duyarsızdır.

 

Haddizatında bu işlerde en büyük organizatör devlettir. Devlet, nesli korumak için gerekli yasalar çıkarabilir, yaptırımlar uygulayabilir ve bunu harici unsurlara dikte edebilir. Devlet, bu kutsal vazife için boş ve kuru gürültülere pabuç bırakmaz, bırakamaz, bırakmamalıdır. Çünkü genç nesil, bir devletin varlık supabıdır. Ama işte burası nirengi noktasıdır, kırılma anıdır. Devlet derken, hangi devlet? Devlet ilk evvelde emperyalizmi kafasından ve kalbinden söküp atmalıdır. İnsanlar gibi devletlerinde kafaları ve kalpleri vardır. Emperyalizme göre şekillenen bir devlet, söylenenleri hangi düzeyde becerebilir ya da becermek için adım atar mı? O zaman yeni bir ruhla yeni bir devrim ve yeni devrimle yeni bir devlet teşekkül ettirilmesi iktiza etmektedir. Burasıda toplumsal mutabakatı ve işbirliğini koşul kılar. Ancak kapsamlı bir dayanışma ile başarıya ulaşılabilinir bu konuda. Bilakis, zincirleme şekilde her şey birbirini nakzedecek ve herhangi bir muvaffakiyet sadır olmayacaktır. Aileden başlayarak bütün eğitim kademelerinde bu ulvi ve kutsal eylem yüceltilmeli. Eylemciler taltif ve onore edilmeli. Görkemli törenlerle ödüllendirilmelidir. Yani toplumsal seferberlik gerekir mutlak başarıya ulaşmak için. Süreç aile ortamında başlar ve devlet desteğiyle başarıya ulaşır. Zira her şey tatlı bir düştür. Bundan gayrısı angaryadır. İçtenlikli ve samimi olmalıyız.

 

Bir başka hususta, kitabın, devlet tavassutu ile ucuzlatılmasıdır. Elbette kitabın değeri fiyatıyla ölçülmez, kitaba değer ekleyen şey, kitabın okunmasıdır, velakin günümüz insanının maddeye yenik düştüğünü söylemiştik. Bu sebeple, kitaptan uzak kalanlar fiyatı bahane etmektedirler okumamalarında kendilerini haklı çıkarmak için. Ha, kitap ucuzlasa okurlar mı? Belki yine istenilen düzeyde olmaz ama kitaba yaklaşılması yönünde kademe kaydedilebilir. Ki, filhakika, kitapların da çok pahalı olduğu katı bir realitedir. Devlet otoritesi bu duruma muhakkak olarak el atmalıdır. Devlet otoritesi, istediği takdirde, el attığı ve çözmek istediği bir meseleyi kesinkes halleder Allah’ın izniyle. Yeter ki samimiyetle ve ciddiyetle istesin. Her zaman ve her şatta, Allah’tan sonra en kudretli şey devlettir. Devletin eli, tüm kirli ve kanlı elleri kırmaya muktedirdir. Devlet süfli eylemleri değil, ulvi ve kutsal eylemleri desteklemek mecburiyetindedir. Eğer, aklını ve kalbini, emperyalizm, tarassut ve muhasara altına almadıysa. Çünkü varoluşu ve varlığının idamesi buna merbuttur. Nesil yaşamıyorsa, devlette yaşayamaz. Nesli yaşatacak olan şeyde; kitaptır ve kitabi ahlaktır. Nesli adam olmayan bir devletin, kendisinin adam olması muhal ender muhaldir.

 

En son tahlilde; okumak dediğimiz kutsal eylem, ilk evvelinde deruni âlemimizi daha sonra da dış âlemimizi oluşturmanın alt yapısı mahiyetinde olan mutantan bir eylemdir. Yükte hafif, pahada ağır bir eylemdir. Bu eylemin sonu muvaffakiyetlerle doludur. Devrimi doğuracak bir eylemdir. Devrime götüren bir yoldur. Devrim bilincine ermenin, her türlü ulvi erdemi kuşanmanın, süflilikleri de bünyeden boşaltmanın yoludur. Kimliğimizin farkına varma ve bu eksende karakterimizi oluşturmanın yoludur. Görkemli devrim sarayının demir kapılarının kilidini açacak yegâne anahtardır okumak. O sarayın mutlak Önderi Hz. Muhammed (sav), kapısı Hz. Ali (ranh), anahtarı da Hz. Hüseyin (ra) dir.

 

Okumak eylemi, ıstırabı ve yalnızlığı kader kılsa da, okumaya sevdalanmaktan başka çıkar yol yok be evlat! Bilginin ruhumuza zerk ettiği acı, mutsuzluk, şüphe gibi şeyler, cehaletin zerk ettiği anlamsız, basit, sıradan, sığ mutluluktan daha soyludur evlat. Sana okumayı tavsiye edenden asla korkma evlat. Sana, bu tavsiyeyi verenden kesinkes zarar gelmez bil evlat. Fakat okumaktan uzaklaşman için seni kitaptan korkutanlar sana hiçbir kimsenin vermeyeceği zararı verirler. Birisi oku diyorsa şayet, o seni seviyordur ve senin bilinçlenmeni, kendi dışında ki dünyadan haberdar olmanı ve uyumamanı istiyordur. Fakat seni kitaptan, okumaktan uzaklaştıran, senin bilinçlenmenden, uyanmandan ve hareket etmenden korkuyordur. Okumaktan ve okutmaktan korkanlar, senin kanını emenlerdir. Senin izzetini ve şerefini çiğneyenlerdir. Sana OKUMAK emrediliyor haddizatında eğer aklediyorsan, bizatihi Rabbin emrediyor bu eylemi gerçekleştirmeni. Alak Suresi’nin ilk sekiz ayetini okumanızı istirham ederim. Mevzumuzun mutlak özü, nirengi noktası, muharrik gücü bu suredir. Mekkeli müşriklerin, kahrolasıca müstekbirlerin ve azgınlaşmış kendini müstağni gören mütekebbirlerin, ahlaksız, adaletsiz, aşağılık düzenlerini yerle yeksan eyleyen Yüce Allah’ın, elçisi, resulü ve bizim mutlak Önderimiz olan Hz. Muhammed’e (sav) gönderdiği ilk kutsal mesajları tazammum eder bu sure.

 

Hz. Ali diyor ki; ‘’bilgi, ruha ölümsüzlük iksirinin içirilmesidir, dirilen ruhun, hantal gövdeyi diriltmesidir, bu yüzden bilgiyle dirilmek ölümsüzleşmektir.’’

 

Ali Şeriati diyor ki; ‘’ey oğlum! Ve sen, eğer zalimlerin elinde oyuncak olmak istemiyorsan, tutsak olamam ben diyorsan, sadece bir şey yap; oku, oku, oku! Ve bil ki ey oğlum! Okuyun diyor okuyun, çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.’’

 

Allah diyor ki; "Biz Kur'an'ı insanlara dura dura okuyasın diye ayet ayet ayırdık ve onu peyderpey indirdik" İsra suresi-106

Tarih: 27.12.2015 Okunma: 674

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?