TÜRK MİLLETİ...10...

Özgür DENİZ - 21.05.2012

 ‘’Milletlerin ruhu, tarihlerinin derinliğinde aranmalıdır. Ruhunu kazanmak için, maddeyi feda eden ve varını kurban veren fedakârlığı, kendi tarihi içinde Anadolu tanımıştır. Çünkü hürriyet için kurban vermiştir.’’ Diyor üstat Nurettin Topçu. Peki, milletini tanımayan, tarihini bilmeyen, insanı zaferlerden zaferlere koşturan ruhtan bihaber olan, maddeyi manaya tercih eden, fedakârlıktan ve feragatten iz taşımayan bir nesil, nasıl kurban olacaktır ve niçin kurban olacaktır? Ve kurbansız hürriyet kabil midir? Nesillerimiz gerçekten de, ruh cephesinden bakınca düşmüş durumdadır ve uzanacak bir el beklemektedir. Peki, uzanacak el var mıdır ve uzanacak bu eller temiz midir? Maalesef kirliyiz ve sürekli kirleniyoruz, kirlendikçe de kirletiyoruz. Mirası da, sünepeler gibi tüketiyoruz. Tarihimizin derinliğine dalacak derinlikten yoksunuz. Üretilmiş değerleri tüketiyoruz ama yeni bir değer üretmekten aciziz. Değerli ve değerlerle yüklü bir ecdadın, değersiz ve değerlerden mahrum ve uzak nesilleriyiz. ‘’Her medeniyet bir kitaba dayanır. Peki, senin kitabın hangisi?’’Diyor Cemil Meriç üstat. Kitabın bilen, değerlerini de bilir, değerlerini bilen bu değerlerin kimlerden tevarüs ettiğini de bilir. Haddizatında, kitap, kendisi bir değerdir başlı başına. Ama kitap ne? Kitabımız nerede? Bunu bilen kim? Kendimizi bulmak, bilmek ve yeniden kendimiz olmak için; kitabın derinliğine inmeli, tarihin derinliğine dalmalıyız. Bilakis, silinip gitmeye mahkûmuz.

 

Evet, bugün, kitabından bihaber, tarihinden ve ecdadından bihaber bir neslimiz var. Çünkü bu nesil, dinsizlik ve değersizlik üzerine yetiştirildi. Tarihini, tahrif edilmiş haliyle öğrendi. Kemal Tahir üstadın muhteşem tespitiyle ‘’tarihi çalınmış bir milletin’’ neslidir bu nesil. Dini, kendisine irtica olarak sunuldu. Ecdadı sürekli olarak kötülendi. Kendi atalarının ürettiği ve bugün dünyanın dört yanında istifade edilen bilimsel temeller, sanki yabancıların ürünüymüş gibi sunuldu kendisine. Atalarını yobaz olarak tanıdı bu nesil. Dininden uzaklaştırılıp, batıl ideolojilerin kıskacına alındı. Cemil Meriç üstat, bizi şöyle tarif ediyor; ‘’Anadolu insanı: Dürüst, imanlı, toprak kokan, ağaç kokan bir insandır.’’ Ama biz, böyle bir seciyeye sahip olan Anadolu insanını, yalancı, sahtekâr, imansız, toprakla bağını koparmış, yeşilden uzaklaşıp betonarme yapıların tutsağı olmuş bir insan kıldık. Bizler bu hale durduk yere gelmedik, bilinçli ve denetimli bir şekilde getirildik. Bu ülke ve bu millet, yabancıların pisliklerinin taşıyıcılığını yapan bir avuç güruh tarafından bu hale getirildi. Cemil Meriç üstadı dinleyelim; ‘’Cumhuriyet ve Varlık. Cumhuriyet, kurulduğu günden beri tefekkürü felce uğratmağa memur. Kurulu düzenin gerçek koruyucusu. Genç dikkatleri eski fetihlere çivileyen sahte bir ilericilik. 1974′te Atatürkçü. Varlık, Cumhuriyet’in aylık nüshası. Aynı fikir sefaleti, aynı namussuzluk, aynı sahtekârlık. Nadir Nadi ile Yaşar Nabi ikiz kardeştirler. Reculiyetten, samimiyetten mahrum iki harem ağası. Memlekette düşünen insanın türeyememesi bu iki düzenbazın marifetidir. Bu iki düzenbaz belli emellerin temsilcisi, yani fert değil lejyon. “Ortadoğu” bir meçhuldür. Kötü bir meçhul. Ama meçhul. Ortadoğucularla bir miktar yol arkadaşlığı yapılabilir. Cumhuriyet ve Varlık kuruluşundan beri lağım. Üstelik bu lağıma girmek hürriyetine de sahip değilim. Yani alçalmağa mizacım müsaid de olsa beni almazlar. Güvenemezler. Ne ben kendim kalarak bunlara katılabilirim, ne onlar beni içlerine alırlar. Yani kader hükmünü vermiştir.’’

 

Biz, millet olarak, gerçekten de çok büyük talihsizlikler yaşamış bir milletiz. Ruh cephesinden yıkmışlar bizi. Beynimizi iğdiş etmişler. Aydın sandıklarımızın, ya da bize aydın diye sunulanların peşlerinden koşmuşuz şuursuzca ve hala da koşmaya devam ediyoruz. Oysa aydın diye bilinen tipler, Batı uşağı, ecdat, din ve tarih düşmanı bir avuç ecnebi eniğiydi. Onlar, Batı gibi yemeyi, içmeyi, giymeyi, konuşmayı, yaşamayı marifet sanan ahmaklar sürüsüydüler. Kendi memleketlerinde birer Batı borazanıydılar. Oradan yuttuklarını buraya kusuyorlar, öğrendiklerini papağan gibi tekrar ediyorlardı. Cahilleştirilen milletin çocukları, bu gerçekleri algılamaktan çok uzaktılar. Bu, büyük laflar yutmuş yobazlarda milletin cahilliğinden istifade ettiler. Bakınız Cemil Meriç üstat ne diyor; ‘’Sol, papağandır. Öğretilenleri tekrar eder. Topaldır, koltuk değnekleri ile yürür. Hareket etmek için mutlaka bir Batılıya muhtaçtır. Dost olmanız için dilini konuşmanız lazım. Dilini, yani seçtiği pirin, mürşidin dilini. Sembollere ve sloganlara mahpustur. Reçete ister.’’ Evet, bu sözleri söyleyen insan, yobazlıktan uzak, papağanlığa düşman, özgür düşünceye iman etmiş, bir şeyi her yönüyle tahlil ve tetkik etmeden insanlara sunmamış bir insandır. Hatasız mıdır? Elbette ki her insanın hatası vardır. Ama derin ve haysiyetli bir duruşa, samimiyete sahiptir. Bakınız gerçek entelektüeli nasıl tarif ediyor kıymetli ve şerefli üstadımız Cemil Meriç; ‘’Gerçek entelektüel önce ülkesinin haklarını, düşman bir dünyaya haykırmakla görevlidir. Yani rüşeymî bir mahiyet taşıyan şu veya bu sınıfın ideolog veya demagogu olmamak, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa etmek vazifelerin en büyüğü değil mi?’’ Sevgili dostlar! Kendimize, özümüze dönmekten başka çaremiz yoktur. Okumaktan, düşünmekten, anlamaktan başka çıkış yolumuz yoktur. Çalışmayı ibadet telakki edip, mütemadiyen çalışmaktan başkaca kurtuluş yolumuz yoktur. Değerlerimize sarılmaktan ve değerlerimiz temelinde bir düzen inşa etmekten başkaca bir yolumuz yoktur.

Tarih: 21.05.2012 Okunma: 614

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?