ALLAH'IN ''HAYIR'' DEDİĞİ...1...

Özgür DENİZ - 26.08.2011

            Haddimi aşmadan, edep çizgisinde kalarak algılamalarımı sunuyorum.

 

            Evet, neye ve kime hayır dendiği-deneceği önemlidir. Bu kuşkusuz hayatın en mühim durumlarından biridir. Bir yerde kendine güveninde zımni ifadesidir. Aslında kaderi belirleyen mevhumlardan da biridir bu. Hayır demesini bilmeyenler ya da hayır diyemeyenler mutlak köledirler. Zira din’de hayırla başlar. Hayatta hep evet ve hayırlarla devam eder. Çünkü her an bir seçimle başbaşasınızdır ve muhakkak ya evet ya da hayır demek zorundasınızdır. Kendine güvenen için hayır kolaydır ama güvenmeyen için bu konu biraz sıkıntılıdır. Hayır diyebilen, özgürlük bilincine erişmiş olandır bir yerde. Kendini müstağni görerek hayır diyenlerin ki ise apayrı bir durumdur ve tamamen cehalettendir, nankörlüktendir, küstahlıktandır ve bu tam anlamıyla şirktir. Zira bir kul, hangi konumda olursa olsun, asla kendini müstağni göremez. Çünkü o, kuldur nihayetinde.

 


[HAYIR! İnsan zenginliği kendine yeterli görünce tuğyan eder.
Oysa sonunda rabbinedir dönüş.
Bak şu bir kulu içtenlikle yönelirken yasaklamaya kalkana…
HAYIR! Bu yaptıklarına bir son vermezse onu alnından tutup sürükleyeceğiz.
O yalancı, ar damarı çatlamış alnından.
O zaman çağırsın toplanıp durduklarını
Biz de çağıracağız zebanîleri,
HAYIR! Sakın ona boyun eğme, sen secde et ve yaklaş!]
(Alak; 6-14, 15-19)

 

                Bir insan kendini yeterli gördüğü zaman azma ihtimali vardır ve genelde de azmaktadır. Kendini yeterli gören, kendini daima görüp duranı unutur ve nihayetinde haddini aşarak tanrılığa soyunur. Kendini yeterli-müstağni gören hemen kibirlenir ve âlemi kendisi yaratmış gibi sapıtır, firavunlaşır. Öyle ya, kendi kendine yetmektedir! Bahusus imandan behresiz olanlarda bu daha belirgin ve yaygındır. Zengini, yoksulu fark etmez. Dönüş mutlaktır. Gelinen yere. Her giden geldiği yere geri döner. Kimi haysiyetli şekilde dönüş yapar kimi de haysiyetsizce döner ve döndüğünde görmesi gerekeni muhakkak görür. Bu ayette, tamamen, zenginliğini kendine yeterli görüpte tuğyana yol alan haddini aşmışlara seslenilmektedir ve hiç kimsenin bu haddini aşan zalimlere kulak vermemesi uyarısı yapılmaktadır. Buradan asla zenginliği reddediş anlamı çıkmaz. Bilakis zenginlikten dolayı haddi aşmanın yanlışlığı ifade edilmektedir. Zenginlikten dolayı köpekleşmek kınanmaktadır. Ve elbet o zalimlerle hesaplaşılacağı söylenmektedir. Ayet açıktır. Muhkemdir. Zenginliğin şirke sebep olması kötülenmektedir.

 

                Evet, zenginlikle tuğyan-şirk arasında mütenasip bir ilişki vardır. Hayat bunu göstermektedir. İnsanoğlu zenginleşti mi haddini aşmaktadır genelde. İmanlı ya da imansız fark etmiyor. Oysa insan zengin değildir ve olamazda. Gerçek zengin olan Allah’tır. Ama insan da sürekli zenginlik peşinde koşmaktadır. Zira dünya nimetlerine ulaşmanın yolu buradan geçmektedir. Dünya muhtelif nimetlerle doludur. Güç zenginlikle doğru orantılıdır. Güç elde eden de tahakküme temayül gösterir. Kibirlenir, zalimleşir, haddi aşar, inkâra bile yönelebilir. Ve Allah bu tavrı lanetler. Zenginliği değil, zenginlikten sadır olan davranışları lanetler Allah. Yani zenginliğin köpekleşmeye sebep olmasına hayır der ve zengin olduğu için köpekleşenleri lanetler. Zira zenginlik bir imtihan vesilesidir.

 

Zenginlik birey bazında da, toplum bazında da ciddi sorunlar doğuran bir durumdur. Fakirliğin aşırı derece de olduğu zaman felaket olabildiği gibi, zenginlikte aşırı derece de oldumu felaket olabilmektedir. Ve Allah zenginliğin paylaşılmasını ister ama bunu dayatmaz. Zira dayatma dinin özüne aykırıdır, çünkü dinde zorlama yoktur ve sorumluluğun bağlayıcılığı da bu yüzden önemlidir. Zira bu bir imtihan vesilesidir. Çünkü Kur’an bir öğüttür. Dileyen kabul eder, dileyen inkâr eder ama sorumluluğuna katlanmak şartıyla. Tabi bu arada bizlerde adalet için kesintisiz ama ahlak temlinde bir mücadele vermeliyiz. Yoksa adalette kendiliğinden sağlanmaz. Ve Allah, adalet için mücadeleyi yasaklamaz. Zira zorlamanın olduğu yerde imtihan diye bir şey söz konusu olamaz. Kölelerin imtihanı olur mu? Kulluk özgürlüğü gerektirir.

 

[Tek başına yarattığım o adamı bana bırak
Uzayıp giden mal verdiğim,
Gözünün önünde oğullarıyla, 
Nimetimi döşedikçe döşediğim o adamı…
Hala gözü doymuyor; verdiğimden daha fazlasını istiyor.
HAYIR! O ayetlerimize karşı inat etti.
Onu dimdik bir yokuşa süreceğim.]

(Müddesir;11-15)

 

İnsan bir vadi dolusu altına sahip olsa daha fazlasını ister. Doymaz. Sürekli ister. Oysa gözünü topraktan başka şey doyurmayacaktır. Ama cahildir, bilmez. Nankördür, kadrini bilmez. Zalimdir, inat eder. Haddini aşar. Burada bir kişinin şahsında, bütün benzerlere seslenilmektedir aslında. Ama yine de bu türlerin cezasının bizzat kendisi tarafından verileceğini ifade etmektedir Allah. Çünkü zenginliğinden pay verdiği kulu tuğyana yönelmiştir. Ve burada zenginlere değil, onların tavırlarına hayır denilmektedir. Bu kadar nettir. Zenginlik çekicidir, arttıkça artmak ister. Zenginlik aynı zamanda cimriliği doğurur. Çünkü azalacak diye korkulur. Ve bu korku sahip olunana sımsıkı sarılmayı ve kaybetmemeyi doğurur. Vermek kayıptır zenginlik için.


[HAYIR! Ay dile gelsin!
Biten gece dile gelsin!
Ağaran tanyeri dile gelsin!
Hiç şüphesiz o gerçekten büyük bir olaydır!
Bu insanoğluna bir uyarıdır! 
İyiyi veya kötüyü seçmek isteyen herkes için bir uyarı! 
Her insan kazandığının esiridir.
Ancak iyiyi seçenler cennete girecek.
Oradan suçlulara soracaklar; “Sizi ateşe sokan nedir?”
Şöyle diyecekler: “Biz musalli değildik. Yoksulu doyurmazdık.
Dalanlarla beraber dalanlardık. Din gününü yalan sayardık.
Gerçeğin ta kendisi olan ölüm gelinceye kadar hep böyleydik.]

(Müddesir;32-47)

 

Evet, insanoğlunun önünde iki büyük tercih vardır. Ya iyiyi tercih edecektir ya da kötüyü. Ve insan uyarılmaktadır. Her insan cennetini de, cehennemini de sırtında taşımaktadır. Kazandığı, bir gün kendisine sunulacaktır. İyiyi seçenlerin de, kötüyü seçenlerin de yerleri bellidir. Çalışan kazanır, çalışmayan kaybeder. Bu doğal bir şeydir. Hayatın gerçeklerindendir. Bu ayette ifade edilen; ‘’yoksulu doyurmazdık ve din gününü yalan sayardık’’ sözleri bir tavırı anlatmaktadır. Demek ki, yoksul diye bir tayfa var ve var olacak. Zira ayetten bu net şekilde anlaşılmaktadır. Peki, yoksulluğu yok etmeye çalışmak nasıl bir durumdur? Zenginliği yok etmeye çalışmak nasıl bir durumdur? Şayet insanlar rızıkta eşit olacaklarsa bu ayette ki durum ne durumdur? Yoksul olacak, zengin olacak ve o zengin olanlar yoksulu doyuracaklar, verilenden verecekler, adaletten ve helalden sapmayacaklar. Olay budur. Çünkü bir vatan toprağı zenginin olduğu kadar yoksulunda toprağıdır. Yoksul imkânsızlıktan dolayı kazanamadığı için, hak sahibi değildir diye bir şey yoktur ve olamaz. Ki zaten zenginlerin malında yoksulun payı vardır ve Allah bunu sarih olarak beyan etmektedir.

 

İmanın gerektirdiği bir amel vardır. Eğer imanımız gerekli olan amellere bizi yöneltmiyorsa o iman nasıl bir imandır? İşte sakatlık buradadır. İman edenlere yeniden iman etmeleri bunun için irade buyrulmuştur. Dışı cazip içi iğrenç olanın durumu neyse, iman ettiğini söyleyen ama o imanla amel etmeyen kişinin durumu da aynen öyledir.



[Şu halde onlara ne oluyor ki bütün hatırlatmalardan yüz çeviriyorlar?
Sanki aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibiler.
Her biri kendisine özel nama yazılı davetiye istiyor. 
HAYIR! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
HAYIR! Bu bir hatırlatmadır!
Dileyen onun üzerinde düşünüp öğüt alır.
Allah lâyık görmedikçe de düşünüp öğüt alamazlar.
Düşünüp öğüt alan ise sakınanlardan ve bağışlananlardan olur.]
(Müddesir;45-56)

 

İnsan yanlış yolda bilinçli olarak yürüdüğü zaman yolunun yanlış olduğunu hatırlatanlara kızar. Zira bilerek yürümektedir o yolda. Ayet sonsuz netliktedir. Yine bir öğüt olduğu vurgulanmaktadır. Zorlama yoktur. Zira zorlama durumunda insan iradesi sıfırlanacaktır ve sonuçlardan sorumlu olmayacaktır. Ve layık olanların düşünüp öğüt alacağı belirtilmektedir. Onlarda ancak samimiyetleri ve iyi niyetleri neticesinde layık olabileceklerdir. Ve kurtulanlar da öğüt alanlar ve gereğini yapanlar olacaklardır. Öyle değil mi? Ancak çalışmaya ve sınav gününe iman edenler kazanmıyorlar mı?

 

Ve şu da unutulmamalıdır: ayetler, asla, sadece Müslüman’ım diyenlere gelmemiştir. Bütün insanlara gelmiştir. Çünkü din evrenseldir. Müslümanlar Allah’ın kulu da, diğerleri kulu değil diye bir şey yoktur ve olamaz. Ama burada şu yanlış yapılmaktadır bence: sanki ayet, sadece Müslüman kesime gelmiş gibi algılanıp Müslümanlara kızılmakta ve küfredilmektedir. Ya diğer kesimlere de kızacaksınız ya da uyarıyı sadece Müslüman olarak bilinen kesimlere yönelik yapmayacaksınız! Ama bundan kim kazançlı çıkmaktadır, iyi düşünülmelidir. Yani bugün İslami kesime yönelik ‘’abdestli kapitalist’’ yaftası kimlerin işine gelmektedir iyi fark edilmelidir. Müslüman kesim bu tür şeylerle iştigal edip birbirlerini vururken acaba kimler neler yapmaktadır ve bu tartışmalar üzerinden ne hedefler gözetmektedirler?

 

Evet, şirk koşan, haddi aşan insan hatırlatmayı ve hatırlamayı sevmez. Çünkü o sürekli kaybetme korkusuyla yaşar. Ve kaybedeceği hatırlatıldığı zaman kafayı yer. Kaçar hatırlatmanın olduğu yerlerden. O kendini hiç ölmeyecekmiş gibi görür. Her şeyin sahibiymiş gibi görür. Ölmek ve kaybedecek olmak ona hiçbir şeyin vermediği acıyı verir.

 

Müşrik her zaman kendine özel muamele ister. Bunu hakkı olarak görür. Zira o güçlüdür. Sahiptir. Bu yüzden tevazuu sevmez. Haddini aşar, aştıkça şaşar, şaştıkça da tuğyana doğru koşar. Eşitlik asla rızıkta değildir ve kesinlikle ayetlerde böyle bir şey vurgulanmamaktadır. Eşitlik insanlıkta, kulluktadır. Çünkü herkes kul olarak eşittir ama durum olarak eşit olmayabilir fakat durumu asla tuğyana sebep olmamalıdır.


[HAYIR! Dile gelin kaybolan yıldızlar!
Dile gelin akan gezegenler!
Dile gel ey kararan gece!
Dile gel ey ağaran tanyeri!; 
“Bu Kur’an şerefli bir peygamberin sözüdür, 
Karakteri sağlam, görkem sahibinin katında saygı değer, 
Sözü dinlenen, emin birisidir, 
Arkadaşınız cinlerle konuşan (mecnun) değildir. 
Onu apaçık ufukta gördü. 
Ğayb konusunda cimri değildir.]

(Tekvir;15-25)

 

Bu ayet sonsuz netliktedir. Önderimizden (sav) bahsetmektedir. Varlık âleminin şahitliği vurgulanmaktadır. Hayat kitabından söz edilmektedir. Önderin sözü olduğu vurgusu yapılmaktadır. Allah’ın sözüdür ama Önderimiz (sav) aracılığı ile bize ulaştırılmıştır. İzaha lüzum yok her şey ayan beyan ortadadır. Önderimizin (sav) aziz, necip, emin ve sıddık kişiliğinden bahsetmektedir. Zaten Allah söz söyler, sözü öz söyler. Geçelim. 



[Arınıp temizlenen,
Rabbinin adını hatırlayıp O’na yönelen kurtulacak.
HAYIR! Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Oysa ahirettir daha hayırlı ve sürekli olan…
Bu hatırlatmalar ilkçağların sayfalarından beri yapılıyor.
İbrahim ve Musa’nın sahifelerinden beri…]

(A’la;14-19)



Evet, insan günaha meyyal bir seciyenin sahibidir. Günah işler. Zira melek değildir. Tövbe eder. Zira şeytan değildir. Bir nefis sahibidir. İnsan sürekli arınmalıdır, zira sürekli kirlenmektedir. Rabbini anmalıdır, Rabbinin sözüyle kanmalıdır, Rabbinin huzurunda yanmalıdır. Dünya hayatının bütün zorlamalarına dayanmalıdır. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmalı, nuruyla nurlanmalı, boyasıyla boyanmalıdır. Ama insan bütün bu hakikatler karşısında yine de dünyaya temayül göstermektedir. Oysa hayırlı olanın ne olduğunu bilip durmaktadır, sürekli buna dair kafa yormaktadır. Fakat tarihsel süreç içinde hatırlatmaların daima yapıldığını beyan etmektedir Allah. Ayet sonsuz netliktedir.

 

Bence burada asla sadece zenginlere seslenilmemektedir. Zira dünyaya sadece zengin değil, yoksul da meyletmektedir. Allah aşkına buradan ayrım yapıldığı nasıl çıkarılmaktadır? Dünya hayatı derken nasıl sadece mal-mülk anlaşılmaktadır? Dünya da malla-mülkle ilgisi olmayan bir sürü zevk vs yok mudur? Mal-mülk sahibi olmayan yoksulunda tattığı zevkler yok mudur? Vallahi billahi anlamıyorum!

 

Arınıp temizlenenden kastedilen malından vermek anlamında anlaşılırsa, yoksulların arınması nasıl olacak acaba? Zira arınmak sadece zengine mahsus bişey değildir herhalde. Çünkü dünya da yoksul da vardır ve onlarda kuldurlar, günah işlerler! Verecek kadar malı olmaz ki verse de arınsa!

 

Eskinin masalları diyenler sadece nimet sahipleri değiller, nice yoksullar da vardır ayni ifadeyi kullanan. Ayrıca herkese emeğinin karşılığı varsa bu eşitliği nakzetmez mi? Zira herkes eşit düzeyde emek veremez asla. Verir diyeni hayat her zaman yalanlayacaktır. Çünkü bütün insanlar fiziki olarak asla eşit düzeyde olmayacaktır ve bu yüzden aynı performansı gösteremeyecektir. Zira insanın emeğinden başka hakkı yoktur ayeti eşitlik düşüncesini nakzeder. Allah dengeyi emreder. Tuğyanı ve azgınlığı ise yasak eder.

 

Tarih: 26.08.2011 Okunma: 669

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?