DÜNYA ÜÇ GÜNLÜK...

Özgür DENİZ - 24.05.2009

1.Hakikaten dünya üç günlük: dün, bugün, yarın. Dün; gitti gider, asla faydası yok, haysiyetli bir şekilde ikmal ettiysen ne ala, yoksa eksidesin. Bugün; içinde bulunduğun an, her şeyi çözer, akıllı ve şerefli olursan, ölümü tefekkür ederek dik ve düz olmayı başarırsan. Yarın; karanlık bir kuyu, dibi görünmüyor, ne çıkacağı belirsiz. Ne getireceği, ne sunacağı muamma. Elinde de değil ve asla olmayabilirde. Öyleyse insan olarak yaşamak ve bulunduğun anı değerlendirmek en kârlısı ve akıllıcası. Hadi bakalım.

 

2.Değerler aşına aşına sonunda çürüdü ve dehşetli bir toplumsal travmanın sinyaline neden oldu. Her yerdeki pislikler yüzeye vurmaya başladı. Ölü balıklar misali. Değerleri bitireni bitirmezseniz değerler biter, değerlerle birlikte bireyler, toplumlar ve devletlerde biter. Yani acı ortaktır. Bir mikrobun etkisi bütün toplumu hatta insanlığı mahveder. O mikrobu temizlemek bütün insanlığı kurtarır. Misal, eğer vücuda sirayet etmiş bir mikrobun hal çaresine bir an önce bakmazsanız o mikrop bütün gövdeyi sarar ve yığılıp kalırsınız. İşte, toplumsal bazdaki mikrobik durumlarda aynen bu gibidir. Bir an önce hal çaresine bakacak tedavi yöntemlerine başvurmazsanız ve yüreklice tedavi etmezseniz tüm bünyeyi sarar ve yığılıp kalırsınız. Biliniz ki; insan, büyük bir toplumdur ve devlettir aynı zamanda. Bir toplum ve devlette, küçük bir insan tekidir aynı zamanda. Akıllı olmalı. Bu işi sözcüklerle boğmanın ve karmaşıklaştırmanın hiç lüzumu yok. Olay görünmektedir ve basittir. Sadece cesaret ve daha fazla cesaret gerekmektedir.

 

3.Bugün, ben, insanları, değerlere, hakikate, güzele, iyiye çağıranı görmüyorum, gerçi hiç görmedim, belki vardır amma ne hikmetse onlarda görünmezdeler. Görünürdekilerde kendilerine çağırmaktadırlar. Oysa bu büyük bir yanlışlıktır. Kapalılık, hem yok olup gitmeyi intaç eder hem de insanları ürkütür. Bu yüzden, statükolar, doğruların savunucularının hep kapalı kalmasını, karanlıkta hareket etmesini ister. Açığa çıkmasından hazzetmez. Çünkü açığa çıkınca bir yerler sallanacaktır. Tabi işini akıllıca yaparsan. Hem görünür ol, hem de akıllı. Bu çok mu zor? Zor değil ama zekâ işi. Görünürde olanlarda yozlaşmıştır, içi boşalmıştır ve kendini kaybetmiştir, artık faydasızdır. Çağıran münadi, ya cemaatine çağırır ya da partisine veyahut dar eksenli grubuna. Sonunda ortaya insan değil, cemaatlerin, grupların ve partilerin adamı çıkar. Klonlanmış insan kalıpları. Kitabı başka, peygamberi başka. Oysa kitapta, peygamberde tektir. Sonra da ortaya, partiye, lidere, insan aklının ürünü olan kurallara göre değerlendirmeler ortaya çıkar. Kimse hakikati eksen alarak insana, kâinata, hayata, varlığın tecessümlerine bakmaz ya da bakamaz. Bakışlarda, değerlendirmelerde indi ve sübjektif olur. Nesnellikten uzak olur. Ortalık toz duman olur. Kimse insan kardeşine insan olduğu için değer vermez, kendindense değer verir. Selam yine hakeza. Paylaşım yine aynı eksenli olur. Ve bütün hayatı tedricen kuşatır bu ilkellik, yozluk, yobazlık, derin ahlaksızlık, şeref yoksunluğu, alçaklık ve iğrençlik. Değerler de, insan da, toplum da, devlette çürür, kokuşur ve türap olur gider. Sonra da sorarız utanmazca niye diye. Hâlbuki her şey o kadar basit ki. Bunu görmek, idrak etmek ve itiraf etmek sadece ama sadece insan olanın işidir. Kimse laga luga yapmasın. Erkekse çıksın konuşsun varsa konuşacağı bir şey ve söz söylemeye takati. Birazcık akıl, zekâ ve şeref. Kimse insanlık adına çalışmıyor, kendi hesabına çalışıyor ve bu ilkellik her şeyi çürütüyor. Daha ne söyleyelim. Derin düşünen için bir kıvılcım yeter ilerisine gitmek için.

 

4.Benim, bir insan olarak, elim sağlam olmazsa, düşmanım karşısında savunmasız kalacağım mutlaktır. Bu yüzden elime iyi bakmalıyım. Elimi çok iyi korumalıyım. Mikroplu ellerle temasını kesmeliyim ki sağlıklı ve sağlam olsun. Ve işini iyi görsün. Yanlış mı? Buyur doğrusunu söyle bebeğim. Benim, bir insan olarak, gözlerim iyi korunmamışta, sağlığını kaybederek kör olmuşsa, karşımdakini görmem imkânsızdır, onu tanımam ve hakkında doğru düşünmem mümkün değildir.  Adil yargıda bulunmam zordur. Yanlış mı? Buyur bebeğim doğrusunu söyle. Benim, bir insan olarak, ayaklarım, ayaklarıma sirayet eden mikropları önemsememişsem ve bakımsızlıktan kötürüm olmuşsa, doğru ve düzgün yürümem imkânsızdır hatta üzerinde duran gövdemi taşıması hayaldir. Hedefime ilerlemem mümkün değildir. Egzersizlerimi ve varoluşumu sağlayan eğitim hareketlerimi yapmam muhal ender muhaldir. Yanlış mı? Buyur doğrusunu söyle bebeğim. Şimdi insan mevhumlarının yerine devlet mevhumlarını ikame ediniz. Ne değişti? Vicdanı ve onuru olan dürüst olmak zorundadır. Particilikten, grupçuluktan, cemaatçilikten ve bilmem neden anlamam. Benim bir cemaatim vardır ve üyesi de milyarlarla ifade edilir ve her üye benim için bir değerdir, yanımda müsavidir. Bazı yönlerden farklılık arzetselerde. Yeter ki, samimi, dürüst, şerefli, yürekli, içten ve tam insan olsunlar. Yoksa çürükleri ayıracak kadar aklımız var elhamdülillah. Çürük diye de kesip atamam, onun tedavisine bakarım, uyarırım, anlatırım. Asla kâfirin inisiyatifine bırakmam. Kötü diye kâfiri ona tercih etmem. Ki Allah demiyor mu: ‘’hak ta küfür de tek millettir.’’ Ve yine demiyor mu: ‘’Allah’a davet eden, Salih amel işleyen ve ben gerçekten Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?’’ Dinen İslam’ım, kavmen Türk’üm. Ama gerçek üstünlük kesinlikle takvadadır. Takva ise, Allah’tan hakkıyla korkup sakınmaktır.  İlahımda, peygamberimde, kitabımda bellidir, açıktır. Bana kimliğimi veren vermiş ve başkasına ihtiyacım yok. Ben bir insanım, Müslüman’ım ve hakikat, adalet, barış, özgürlük, şeref, onur, bağımsızlık, emek, vatan devrimcisiyim. Yerlilik, millilik devrimcisiyim. Yani değer devrimcisiyim. İnsan ve insanlık devrimcisiyim. Değerlerim yoksa bende yokum. Değerlerim yaşamıyorsa ben de ölüyüm. Benim partim yapmışsa doğrudur safsatalarıyla, benim liderim, şeyhim demişse bir hikmeti vardır aptallıklarıyla ilgim olmaz, olamaz. İnsanlık değerlerine vururum yapılanı ve edileni, ona göre de karar veririm. Tabi bunları yaparken insanın insanlaşma sürecini ve insanlaşmaya çalıştığı tarihsel süreci sarf-ı nazar edemem.

 

5.İki önceki yazımızda renksizlerden bahsetmiştik. Şimdi pıtrak gibi çoğalmaktalar. Gün geçmesin ki bir parti teşekkülü sadır olmasın. Peki niçin? Kim için? Bunlar hangi gayeye hizmet edecek Allah aşkına? Hangi insanlık değerine yaslanacaklar. İlahları, peygamberleri, kitapları ne? Şimdi tutarlar sen deli misin derler. Deli değilim ama siz galiba kendinizi çok akıllı sanıyorsunuz ya da bulunmaz Hint Kumaşı. Haktan yana mısın küfürden yana mı? Ki tarafın belli ise o tarafın temel değerleri de bellidir. Mesela, hak tarafta isen üzerinde yürüyeceğin değerler bellidir ve bu değerlere göre tefrika haramdır ve onulmaz yaralar açar taraftarları nezdinde. Ve diğer yaşam alanında ki kurallar hakeza. Bugüne kadar hangi parti derde deva oldu? Herkes kesesini doldurma peşinde. Tabi partileri otokontrole tabi tutan ve görünürde yerlilik düşmanı olduğu malum olan ve güzel icraatlara darbe vuran ve handikap teşkil eden gizemli mekanizmaları görmezden gelemeyiz ama parti liderleri de birazcık cesur olamazlar mı? Nihayetinde ardında koca bir halk kitlesi var kardeşim. Ayrıca bu kadar partinin görevi ne? Nasıl kuruluyorlar? Kimler finanse ediyor? Kimlere borçlu oluyorlar bu işin öncülüğünü yapanlar? Bunlara inanmayın ey halkım. Asılları varken fotokopilerin tesiri olmaz. Siz asılları adam etmeye gayret ediniz. Yani Milliyetçi bir dünya özlemi çekiyorsan bunun yeri belli, İslam eksenli bir dünya kuracağım diyorsan bunu seslendirenlerin yeri belli, Sosyalist bir dünya kuracağım diyorsan bunun yeri de az çok belli. Ben sadece büyüklerin ismini vereyim. MHP-AKP-CHP. Siz düşünecek, taşınacak, teferruatlı olarak değerlendirecek ve kararınızı vereceksiniz. Ve illa oy kullanacaksanız ona göre de oyunuzu vereceksiniz. Burada BBP ve SP yi de kendi kategorilerinde değerlendirebilirsiniz. Ama ne hazin ki, günümüzde küçük çapta kalanlar pek halk nezdinde taltif görmüyorlar. Bu onların kötülüğünden mi? Asla. Ama iş yapmakta, cesur davranmakta kifayetsiz kalacakları düşünülüyor olabilir. Toplumun çektiği acılarda işin içine girince toplum çabuk çözüm istiyor ve çabuk çözümü de büyük olanın gerçekleştirebileceğine inanıyor. Burada bana kızmayınız. Ben sadece izah yapıyorum dilimin, vicdanımın ve beynimin işlediğince. Ha yanlış mı söylüyorum, beynin işliyorsa doğrusunu söylersin fikir teatisi olur ve bizde düşünür ve doğru olana karar veririz. Bakınız diğer oluşumların hiçbirinden bu ülkeye asla fayda gelmez. Ben oy kullanmıyorum şahsen. Çünkü kullanacak bir parti göremiyorum. Bir adam vardı o da şehit oldu. Kalanlar inşallah mirasa ihanet etmezler ama korkuyorum. Çünkü seçilmemesi gereken kişi seçilecek gibime geliyor. Benim partim; ülkem ve halkım, aracım da kitaplarım, sözlerim ve yazılarım. Kendi çapımda doğruları söylerim ve yaşarım gücüm yettiğince. Daha ne yapayım ki? Allah bana dünyayı kurtarma görevi vermedi. Bütün insanları aynı anda uyarma ve aydınlatma görevi de vermedi. Sistem yıkma ve kurma görevi de vermedi. Sadece ‘’emri bil maruf ve nehyi anil münker’’ görevi verdi. Keşke herkes görevini bilse ve hakkıyla, namusuyla, şerefiyle yapsa. Yerini ve safını bilse. Hakkın safında mısın, küfrün safında mı? O saftakiler ve o yer temiz değil diyerek terk etmese hemen. Ki bu zaten ahmaklıktır. Bizi batıran da budur. Görevini yapma, çözüm üretme, şikâyet et ve terk et git. Küfrün kucağına düş. Alçaklaşta alçaklaş. Bir Uygur atasözünü söyleyeyim uysa da uymasa da: ‘’köyün itleri küs olsalar da kurdu görünce birleşirler.’’

 

6.Şimdi, insan, ruh ve bedenden müteşekkil bir canlı varlıktır. Maddeye de manaya da ihtiyacı vardır. Misal, sevgi vb duygular manen doyururken, cinsellik vb duygular madden doyurur. Bu yüzden maddeye verdiğimiz oranda manaya da önem vermeliyiz.  İşte bu dünya da kurulacak sistem de bu yönde olmalı ki, hedefi insan değil mi her sistemin? İnsan odaklı olmalı değil mi? Yoksa beyhude olmaz mı? Absürt ve abes olmaz mı? İşi karmaşıklaştırmanın âlemi yok. Doğduk bu âleme ve yaşayacağız bu âlemde ve yine öleceğiz bu âlemde. Öyleyse bu âlemde ihtiyaçlarımız olacak. Mesela, bir vatan üzerinde yaşayacağız, bir toplumsal yapı içinde hayat süreceğiz. Devlet denilen organizma eliyle idare edileceğiz. Yine muayyen kurumlar tavassutu ile ihtiyaçlarımızı karşılayacağız. O kurumların otokontrolünde olmak zorundayız. Kurumlar devletin ruhudur. Ona can verirler. İlk başlarda da değindik malum. Ruh nasıl insana can veriyorsa kurumlarda devlete can verirler. Yoklukları ya da çürümüşlükleri, devletinde zayıflığı, çürümüşlüğü ya da yokluğudur. Gerisi terörizmdir, kıyamettir, felakettir, acı bir yok oluştur. Çünkü ruhun düzenli işlememsi organizmanın iflasını intaç eder. Öyleyse bu vatanı muhakkak korumak gerekir. Üzerinde güçlü ve kudretli bir devlet tesis etmek gerekir. O devletin işlemesini sağlayacak sağlam kurumlar ihdas etmek gerekir. Bu yapıların hepsi bu toplumun kök değerleriyle uyum içinde olması mutlak koşuldur. Varoluşu sağlayan vazgeçilmez bir sorumluluktur. Dürüstsek ve vicdanlıysak gerisi laf-ı güzaftır.

 

‘’İnsanoğlunun kıskanç doğası yüzünden, yeni kurumlar tesis etmek veya yeni rejimler yaratmak, bilinmeyen denizleri ve ülkeleri keşfetmek kadar çetin ve zordur; çünkü insanlar, diğer insanların eylemlerini övmek yerine yermeye daha çok meyillidirler. Bu doğal arzunun dürtüsüyle herkesin ortak yararına olduğunu düşündüğüm, ancak daha önce kimse tarafından düşünülüp denenmemiş yolları takip etmekte hiçbir sakınca görmedim. Bu şeylerin bana sıkıntı ve külfet getireceğini bilsem de, sarf ettiğim emeğin gerçek amacını fark eden zarif insanlar tarafından ödüllendirileceğimi de bildim. Benim beslenmeye muhtaç zekâm, bugüne dair kısıtlı tecrübem ve geçmiş hakkındaki yetersiz ve kullanışsız bilgim bile bir yarar sağlayabiliyorsa, çabam en azından benden sonra gelecek daha yetenekli, daha zeki, daha kavrayıcı insanlara, gerçekleştirmek istediğim planın yolunu açabilir; bana bir mükâfat kazandırmasa da beni utandırmaz.’’ MACHİAVELLİ.

 

Yukarıda ki söz ne kadar da doğru değil mi? Doğru yanlıştan sadır olsa da doğruluğuna halel gelmez. Tıpkı yanlışın doğrudan sadır olmakla doğru olamayacağı gibi. Tabi bu tür sözler düşünceyle dövüşen yüce beyinler ve güzel yürekler için geçerlidir. Gayrisi için absürttür, abestir, boştur. Bakar geçer. Durmaz, bakmaz, örmez ve dalmaz. Tabi bir derste almaz. Son tahlilde, hakikati de bulmaz. Bomboş yaşar gider. Sefillerin peşinden koşar gider. Ne ederse kendine eder. Söyleyecek çok şey var amma uzatmak okuyanı sıkıyor. Zira okumak zor iş. Tehlikeli iş. Yürek işi. Cesaret işi.

Tarih: 24.05.2009 Okunma: 581

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?