VİCDAN, CÜZDAN, BİZDEN

İsmail Hakkı CENGİZ - 22.01.2012

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.


“Maalesef Türkiye'de hukuk yargıcın cüzdanıyla vicdanı arasında sıkışmıştır.”

Bu söz hukuk tarihimize gireli kaç yıl oldu dersiniz?

Tam 14 sene olmuş!

1998 “Adlî yılı” açılışında, dönemin Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun, sarf etmiş yukarıdaki sözleri…

Tabii çok tartışılmıştı… Halen tartışılıyor… Tartışılmaya da devam edecek…

Bu tartışma bize bir şeyi öğretiyor veya hatırlatıyor: Hâkimlerin kararlarında “vicdan” çok önemli bir etken… Evet, kanunlar var, içtihatlar var… Fakat bir de “vicdan” var…

“Vicdan” nedir?

Adalet ve hakkaniyet duygusunun “ilâhî” kaynağı!

O kaynağa hepimizin ihtiyacı var… Çünkü hepimiz, her gün kararlar, hükümler veriyoruz… Aile ortamında, işte, cemiyet hayatında… Vs.

Meselâ medya mensupları… Her gün herkes, her kurum hatta tarih hakkında “hüküm”ler kesiyorlar. Tabii biz de yazdığımıza ve yazdıklarımızı yayınladığımıza göre “hüküm” verenler içindeyiz. Temiz, lekesiz, sakatlanmamış bir vicdan en çok medyadakilere lâzım.

x   x   x

“Vicdanla cüzdan arasında sıkışanlar” için haddizatında ümit var demektir. Bunların hâlâ bir vicdanları olduğu kabul edilmektedir. Vahim olan, “vicdan”ı tamamıyla çıkarıp atmış olanların mevcudiyeti… Bunların bütün “hüküm” ve “karar”larının, artık “cüzdan”a dayanıyor olmasıdır. Böylelerinin tek endişesi kalıyor: Cüzdanı şişirmek!

Nitekim günümüzde “vicdan”dan tamamen habersiz medya mensupları türedi… Belli ki bunlara “ücret”leri bir “misyon” için veriliyor… Bazı kişi ve kurumları korumak, kollamak, onları “kutsal”laştırmak; başka bazı kişi ve kurumları karalamak, kötülemek, toplumun gözünde değersizleştirmek.

x   x   x

Geçen hafta içinde açıklanan “Hrant Dink kararı”;vicdan” sahiplerini isyan ettirdi… Soruşturmanın derinleştirilmediği, bunun sorumlusunun da iktidar olduğu belirtildi…

Vicdanını rafa kaldırmış olanlar ise “misyon”ları gereği iktidar partisini “koruma”, “kollama” ve “yüceltme” görevlerini yerine getirip, eleştirilerin önünü tıkamaya kalkıştılar…

Bunlardan birini; gazeteciler.com sitesi şu ifadelerle okuyucularına duyurdu:

“Bugün yazarı Gülay Göktürk, Hrant Dink davasındaki karara dönük tepkilerde hükümetin eleştirilmesini doğru bulmadığını, bu eleştirilerin 'derin devlete karşı verilen mücadeleyi zaafa uğrattığını' söyledi.

Merak ettik haliyle; o zaman ne yapacağız? Tepki gösterip eleştirmeyecek miyiz? Hükümet zorda kalır diye susacak mıyız? Derin devletle verilen mücadelenin doğal bir bedeli olarak mı kabul edeceğiz olan biteni? Uludere'de yaşananları 'terörle mücadele zaafa uğramasın' diyerek aklamaya çalışan milliyetçi-şoven yazarlar ile Göktürk arasında nasıl bir fark olduğunu düşünmeliyiz şimdi?

Göktürk, karara karşı gelişen tepkilerin hükümete yönelmesinden duyduğu rahatsızlığı uzun uzun anlatmasına karşın bu rahatsızlığın adalet duygusundan kaynaklandığı konusunda hiç ikna edici değildi. Davanın 5 yıllık seyrinde ne olup bittiğini bilen hemen herkes, siyasi iradenin davaya gereken sahiplenmeyi göstermediğini söylüyor. Onları duymasak bile Celalettin Cerrah ve Muammer Güler örneklerinde görüldüğü gibi ihmal ve sorumluluğu bulunan herkesin terfi aldığını nasıl görmezden geleceğiz? Derin devlete karşı verildiği iddia edilen kutsal mücadele için mi?


Bazen yaptığınız eleştirinin ucu gider hükümete dayanır, bazen de dayanmaz... Dink davasında çıkan kararda (eğer bir başka ülkeyi yönetmiyorsa) hükümetin de sorumluluğu vardır elbette. Bu sorumluluk üzerinden yapılacak her eleştiri zaten derinlerdeki o devleti hedef aldığı gibi ahlaki ve siyasi olarak da meşrudur. Ahlaki olmayan, Gülay Göktürk'ün eleştirilerin önüne çektiği 'derin devlet' perdesidir.”

Göktürk, toplumun eleştiri hakkını ve itiraz etme gücünü hükümetin bekasına kurban eden tavrıyla kaybetti...”

Demek artık bazılarında hiç “vicdan” aramayacaksın… Onlar için sadece “cüzdan” ve “bizden” var!

x  x   x

HERKES VE HER DAVA İÇİN VİCDAN

Dink davası kararı, hemen her kanalda ateşli tartışmaların konusu oldu… Hafta içinde bir akşam Habertürk ekranlarında, İstanbul Barosu Başkanı, Doç.Dr. Ümit Kocasakal’ın konuşmalarına denk geldim.

Silivri davaları hakkında sözünü hiç esirgemeyen, savcı ve yargıçların “hata”larını ve “yanlış”lıkları uzun uzun eleştiren Kocasakal,  “Dink davası” için aynı açıklığı ve netliği gösteremedi… Sebep olarak da “davanın henüz sonuçlanmadığı” gerekçesine sığındı.

Yani sürmekte olan davalar hakkında rahatlıkla konuşulabiliyor da, aslında bitmiş, “hüküm” verilmiş, sadece Yargıtay safhası kalmış “karar” hakkında mı konuşulamıyor?

Bu nasıl ölçü?

Kocasakal hiç isabetli yapmadı!

O davada başka, bu davada başka türlü tavır takınırsanız, sizin sözlerinizin de doğrularınızın da hiçbir inandırıcılığı kalmaz!

Tarih: 22.01.2012 Okunma: 608

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?