BAŞARININ FORMÜLÜ: 3Z

Hüseyin ŞİNASİ - 09.05.2011

     Bu sütunda daha önce bir yazısına yer verdiğimiz Hüseyin Deniz'e ait çok anlamlı bir yazıyı daha bilgilerinize sunuyoruz.



BAŞARININ FORMÜLÜ: 3Z

Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda bir gün ilçe kaymakamı dersime geldi. Dersimi dinleyip çocuklarla sohbete başladı. Çocuklardan birisi nasıl kaymakam olduğunu sordu. Kaymakam bey de “Çalıştım, oldum” gibi pek klasik bir cevap verdi. O çıkıp gittikten sonra çocuklar heyecan içinde konuşmalarını sürdürdüler. Öğrencilerimden birisi (adını hâlâ hatırlıyorum: Melahat ORAL) yanıma yaklaşarak, “Hocam, dedi, Kaymakam bey bilemedi. Bunun formülü var: Zarafet, Ziyafet, Ziyaret.”

Bizde başarı ve huzur ile (yani kişisel gelişim ile) ilgili kitapların çoğu Amerikalılardan tercüme, ya da çalma çırpmadır. Yahut da eskiden bu yana dinsel telkinlerin çizgisindedir. Yani “Dünyayı ve ahireti kazanmak için dini iyi yaşa!” düşüncesi telkin edilir. Bu düşünce öyle bir şey ki sadece kitap ve gazetelerde değil, sanal ortamda da siteler, yazılar ve öteki görsel ürünlerle insanlarımızın kafalarına sokulmaya çalışılıyor.

Hâlbuki halk kültüründe de başarının ve huzurun şifresi niteliğinde bilgiler vardır. Bunlar çoğunlukla atasözü gibi özlü sözlerde kendini gösterir. Ve en doğru sözler bile halk kültüründeki derinliği asla taşımaz. Ancak bu sözleri açıklamak, o derinliğe vakıf olmakla mümkündür. Bu ise her faniye nasip olan bir nimet değildir. Değildir, çünkü bazı etnologlar olaylara siyasi bir gözlükle bakar, bazıları ise din ve mezhep açısından yaklaşır. Bu ise görüntüyü çarpıtır ve aslından uzaklaştırır.

Başarınız, karşılaştığınız kişi ya da kişilerin sizin hakkınızda vereceği hükümlere bağlıdır. Bu hükümler çoğunlukla ilk görüşte ya da birkaç konuşma sonunda verilir ve ondan sonra çok zor değişir. Kişilerin sizin hakkınızda vereceği “adam gibi adam” ya da “insan evladı” hükümleri sizin için çok güzel bir referans olabilir. Eğer sizin için “çekiver kuyruğunu” ya da “ciğeri beş para etmez”  hükmü verilmişse bunu bozmak için ağzınızla kuş tutsanız nafile.

Hepimiz başarmak için çalışıyorsak bu formülü iyi öğrenmek zorundayız. Geleneksel toplum yapısında bu formül her zaman her yerde bireyin kafasına kazınırdı. Ama günümüzde birey her taraftan telkin bombardımanına tutulmakta, böylece kafası karışmaktadır.

Gelin bu formülü bir analiz edelim: Buradaki kavramlar halk arasında yüzyıllardır işlenmiş, ulusal kültüre mal olmuş kavramlardır. Halk kültürüne vakıf olmayanlar bu sözcükleri basit ve çiğ anlamıyla kavrayıp ilgiye layık görmezler.

1-ZARAFET: Başarı ve huzur için beşeri ilişkilerde zarif davranmak gerekir. Zarafetin Türkçesi “incelik”tir. Kibarlıktır. Yani konuşmada, düşüncede ve davranışta damıtılmış bir kültüre sahip olmaktır. Bunları da ayrıntılı olarak ele almak istiyoruz. Çünkü bu kavramlar da yanlış anlaşılmaya elverişlidir. Bu konuyu dört alt başlıkta ele almak istiyorum:

A. GİYİMDE ZARAFET: Son zamanlarda giyim kuşamda bir tarz yoksa da gelenekte insanlar yaşı, mevkii, maddi durumu ile uyumlu bir görünüm sergilerler.

a- Kılık: Kılık, insan üzerinde giyim ve aksesuar dışında kalan şeylere kılık denir. Saçlar, kaşlar, gözler, bıyık ve sakal, el ayak ve tırnak bakımı, diş sağlığı gibi insanın ilk bakışta gözleyebildiği bedensel şeyler “kılık” olarak adlandırılır. İnsanlarımız kadın olsun erkek olsun doğal görünümünden pek memnun değil. Bu yüzden saçını boyatıyor, ek yaptırıyor, değişik biçimler veriyor. Tırnaklarını upuzun uzatıyor ve uçuk renklere boyuyor. Dövme yaptırıyor.gözlerine rimel ve far, yanağına  renkli sıvılar sürüyor. Kılıkta temizlik ve doğallık esastır.

b- Giysi: Giyim sanayi çok gelişti. Moda, insanların en çok para harcadığı bir sektör. Buna rağmen parasıyla kokot veya rüküş olan birçok insan var. Bazılarının ayakkabı, bazılarının deri bazılarının şapka takıntısı olabiliyor. İnsanların kılık kıyafetleri ile karşılanıp bilgi ve görgüleriyle uğurlandığını bilmeyen yoktur. Buna rağmen varlığını giysiye harcayan pek çok insan vardır. Giyside de temizlik ve doğallık esastır. Giyimde doğal olan ev, sokak ve tören giysilerini imkânlar ölçüsünde farklı olmasıdır. Bu farka dikkat eder ve yerli yerince, yaşımıza uygun giyinirsek “zarif giyinmiş” oluruz.

 c- Aksesuar: Yüzük, küpe, kolye, bileklik, halhal, piercing, çanta, anahtarlık, cep telefonu gibi insanların kılık ve kıyafetini tamamladığı düşünülen ürünlerin tümüne aksesuar diyoruz. Bunların yaşla, maddi durumla ve birikimle orantılı olması gerekir. Her türlü aksesuarın gösterişten uzak olması esastır. 500 lira aylıkla çalışıp bin liralık telefon kullanırsanız saygın değil gülünç olursunuz. Aksesuar da düşkünlük ve takıntı yapabilen bir alışkanlıktır. İnsan her zaman farkında olmadan aşırıya kaçabilir.

d- Yaşam mekanı: İlişkilerde iş yapılan ve yaşanan mekanlar da önemli bir yer tutar. Akıllı bir insan yaşadığı mekanı, iş yaptığı yeri, bulunduğu çevreyi temiz ve düzenli tutmayan kişinin kişilik bakımından çarpık olduğunu bilir. Her ne kadar bazı sanatkar ve bilim adamları zarafetle ilgili sözünü ettiğimiz kurallara uymasalar da uyanların çok daha kaliteli işler çıkardıklarını hepimiz biliriz.

B. KONUŞMADA ZARAFET: Yerel ağızla konuşmak, kaba ve argo sözler kullanmak, küfür etmek, karşımızdaki kişiye lakap takmak ya da adı ile seslenmek yerine amca, teyze gibi sözler söylemek konuşma yanlışlarıdır. Hele çok samimi olmadığınız ortamda belden aşağı espriler yapmak ve fıkralar anlatmak sizin itibarınızı beş paralık ediverir. Yüksek sesle konuşmak, aşırı el kol hareketleri yapmak konuşmanın adabına aykırıdır.  Bunlardan kaçınmak gerekir. Çok konuşmak, bilgiçlik taslamak, konuşanı dikkatle dinlememek de konuşmayı sevimsiz hale getiren davranışlardandır. Kaçınılmalıdır.

İyi konuşma görüştüğümüz insanları germeyen, kırmayan, aksine keyiflendiren konuşmadır. Şoför edebiyatındaki “Taş taşırım, laf taşımam” sözünü ben “Taş taşımaktan yorulmam, ama laf kaldıramam” anlamında düşünüyorum.

Atalar “Kelamın kibarı, kibarın kelamıdır” der. “Kibar” sözcüğü burada “sağlıklı ilişkiler kurabilen dengeli kişiler” olarak anlaşılmalıdır.

Ben insanlar üzerinde bağırıp çağırmadan çok fısıltı ile söylenenlerin etkili olduğunu düşünüyorum.

C. DÜŞÜNCEDE ZARAFET:  Bilgili insanlar her yerde ve her zaman ilgi görmüştür. Ancak bu bilgileri uluorta saçmak, istenmediği, sorulmadığı halde söylemek pek doğru bir davranış değildir. Hele hele siyasi konularda, dini ve felsefi konularda karşımızdakini bayacak düşünceleri dile getirmek onu bizden uzaklaştırır. Uçuk düşüncelerimiz olabilir. Bunları dile getirmekte yarar olduğunu da düşünebiliriz. Ancak bunları her ortamda dile getirmek, döndüre döndüre söylemek bizi sevimsiz yapar.

Bazı kişiler kötümserdir. Herkesin kötümser olmasını isterler. İyi bir şey söylediğiniz zaman size düşman olurlar. Onları çok dinlerseniz ruhunuzu çürütürler. İnsanlara ümit vermek, iyimser olmak gerekir.

Taassubun iyisi olmaz. Düşüncelerinizin insanlar üzerinde etkili olmasını istiyorsanız fanatik değil, ılımlı olmanız gerekir.

D.DAVRANIŞTA ZARAFET: Size birisi selam verirse selamını alıp işinize devam etmek yerine yüzünüzü ona döndürüp doğrulmak ve mümkünse gözlerini içine bakarak selamını almak gerekir. Size uzatılan eli geri çevirmemeli hararetle sıkmalısınız. Kişi size bir şey sorarsa bildiğiniz kadar kısaca cevap vermek, oturup bir soluklanmak istiyorsa yer gösterip ikramda bulunmak lazımdır. Rahatça yayılmış durumdaysanız toparlanmak şarttır. Kişi yanınızda oturursa ve başka işleriniz varsa izin almak gerekir. İyi okullarda beşeri ilişkiler öğrencilere sadece öğretilmekle kalmaz birer davranış biçimi haline getirilmesi de beklenir. Zaten eğitim de tepeden tırnağa “kibar davranış” demektir

Yellenmek, geğirmek, diş bizlemek, sümkürmek ve tükürmek gibi davranışlar ayıptır ve sizin kabalığınıza verilir.

2- ZİYAFET: Ziyafet deyince aklımıza etliden sütlüden, tuzludan tatlıdan bir sofra donatmak geliyor. Bu anlayışla herkese ziyafet vermek insanı maddi yönden bitirir. Hâlbuki kişi elinde bulunanları paylaşmaktan yoksul düşmez. Ziyafetten kasıt da budur bence: Cömert olmak. Elinizdeki iki çekirdekten birini yakınınızdakine verebiliyorsanız, bir tek simidi bölüşebiliyorsanız sizden zengin kimse yoktur. Bir düşünür, “Verebildiğiniz ölçüde zenginsiniz” derken atalarımız da “Varını veren utanmaz” demişlerdir.

Geleneksel anlatılarımızda “Kim Hızır kim hınzır belli olmaz” ya da “Her karşına çıkanı Hızır belle!” denir. Hızır çoğu zaman insanların karşısına kambur, çelimsiz bir kişi olarak çıkar. İşte bunun için Nasrettin Hocamızın meşhur hikâyesinde olduğu gibi kürklüye börklüye değil, her insana karşı cömert ve âlicenap olmalıyız.

Gene insanımız, “Bereket yenilen içilen yerde olur” diyerek elindeki varlığı cömertçe paylaşmayı telkin eder. Dini bir kavram olan bereket ve buna dayalı olarak anlatılan Halil İbrahim söylencesi hep “elinde olanı paylaşmak” hatta “elinde olanı sonuna kadar vermek” üzerine kurulmuştur. Dinimizde sadaka binerce kötülüğü def eder. Tabi onu vermenin de yolu yordamı vardır. Sadaka etmek de bir başka paylaşma biçimi değil midir?

  3- ZİYARET: Dostlukların devamında en etkili şey karşılıklı ziyaretlerdir. Ne kadar samimi olursa olsun aranıp sorulmayan, selam verilmeyen dostlar bir müddet sonra sizden soğur. Halk tabiriyle “Gözden ırak olan gönülden re ırak olur.” Komşuluk, takım arkadaşlığı, asker veya okul arkadaşlığı, iş arkadaşlığı, dostluk temellerinin atıldığı yerlerdir. Ama mahkeme kadıya mülk değildir. İnsan başka mahalleye ya da kente taşınabilir, başka işe girebilir, okul ya da askerlik biter. Bu dönemde kurulan dostlukları sürdürmenin en kestirme yolu, ayrıldıktan sonra da ziyaretlerin devam ettirilmesidir. Eskiler bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını saymışlardır. Aynı sofraya oturup aynı karavanaya kaşık sallamayı kader birliği için yeterli sebep saymışlardır. Dahası “Dostluk pazara kadar değil, mezara kadardır” demişlerdir.

Yükselmek için günümüzde bile yetenek ve bilgi tek güç değildir. Muhakkak bir yerlerde sizi tanıyan ve size bütün varlığıyla kefil olan dostlarınız (dayınız) olmalıdır. Gelenekte insanımız bir hastanede kapıcının başhekimden daha çok iş yaptığını bilir bu yüzden hiçbir dostu küçümsememekte yarar vardır.

Dostluğu kurmak kolay, sürdürmek zordur. Sürdürmenin tek yolu ilişkiyi koparmamaktır. Eskiden ilişki kurmak zor olmasına rağmen insanlar birbirlerine mektup yazarak, selam göndererek dostluklarını başarmışlardır. Günümüzde ise dostlarımızı hatırlamamız için bir sürü gün var. Engelli dostlarınız için engelliler günü, hekim dostlarımız için Tıp Bayramı, öğretmenler ve polisler günü vs. vs. Onlara ulaşmak daha da kolay. İnternet ortamı, telefonlar ya da özel arabalar öncelikle dostlukları sürdürmek için yapılmış icatlardır. En iyisi arada sırada yolunuzu değiştirip arkadaşınızın evinin ya da işyerinin önünden geçen bir yol izleseniz pek bir şey kaybetmezsiniz; aksine dostluğunuza bir düğüm daha atmış olursunuz.

Biliyorum evdeki ve işyerlerindeki ziyaretlerin tadı kaçtı. Telefonlar ve televizyonlar, internet dostlar arasındaki iletişimi dinamitliyor. Ama kısa uğramalarla da olsa aranızın soğumasına, dostluklarınızın bitmesine izin vermeyin. 

Aradan çok zaman geçti. Belki bazılarınız başarmak ile ilgili Amerikan formüllerin bel bağlıyorsunuz, bazılarınız okullarda size verilen dersleri ezberlemeye çalışıyorsunuz. Ama yolu insandan geçmeyen hiçbir başarı kalıcı ve mutluluk verici değildir. Başkalarının omuzlarına basarak da yükselmeniz mümkündür. Hatta zirveye bile çıkabilirsiniz. Ama oradan aşağıya öyle bir düşersiniz ki sadece malınızı ve mevkiinizi değil itibarınızı da yitirmiş olursunuz. Ama insanlarla birlikte yükseliyorsanız ve başarınızın getirilerini insanlarla paylaşıyorsanız tek başınıza en büyük servet sayılırsınız.

SONSÖZ: İNSAN VARSA, BAŞKA BİR ŞEYE İHTİYAÇ YOKTUR.

 

 

 

Tarih: 09.05.2011 Okunma: 736

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?