Beyin Yaşlanmıyor, Sıkılıyor, Mehmet ÖĞÜTÇÜ

GENEL HABERLER Misafir Yazar - 14.12.2025

Unutkanlığın Ardındaki Asıl Tehlike Ne?

Mehmet Öğütçü – Forbes Türkiye

Yaş ilerledikçe pek çok insanın zihnini aynı soru kurcalamaya başlıyor: “Bu unutkanlık normal mi, yoksa demansın başlangıcı mı?” Son yıllarda bu soruyu bana da sıkça yöneltiyorlar. Dostlarım, iş dünyasından tanıdıklarım, toplantılarda karşılaştığım profesyoneller… Hepsi aynı şikâyeti dile getiriyor: İsimleri hatırlamakta zorlanıyoruz, kelimeler gecikiyor, bir odaya neden girdiğimizi unutuyoruz. Zaman zaman zihnimizin sisli bir koridora girdiğini hissediyoruz. En eski anılarımız hâlâ capcanlı dururken, önceki akşam ne yediğimizi hatırlayamıyoruz.
Bu kaygı insani, hatta doğal.
Ancak çoğu zaman yanlış yere yöneltilmiş bir endişe.
Çünkü nörobilim artık çok açık söylüyor:
Beyin yaşlanmıyor. Beyin sıkılıyor.
Tekrar, rutin, heyecansızlık ve duygusal durağanlık beyni yavaşlatıyor; yaş değil, hayatın tekdüzeliği.
Demans dediğimiz nörolojik gerilemenin önemli bir kısmının, tıbbi nedenlerden önce zihinsel ve duygusal tekdüzelikten beslendiğini öğrendiğimde ben de şaşırmıştım. Oysa geriye dönüp baktığımda, yaşlanmak dediğimiz şeyin çoğu zaman beynin “hayatla teması kaybetmesi” olduğunu görüyorum.
Beyin yaşlanmaz; şaşırmayı bırakınca küçülür
40 yaşından sonra önce vücudumuz değil, beynimiz yavaşlamaya başlar. Bunun nedeni yaş değil; aşırı öngörülebilirliktir. Her gün aynı yolu yürümek, aynı insanlarla konuşmak, aynı haberleri okumak, aynı duyguların içinde dönmek, rutinlere sıkışmak… Beyne “beni artık çok çalıştırmana gerek yok” mesajı gönderir.
Bilim buna “zihinsel hibernasyon” diyor — beynin kış uykusu.
Bu doğrudan demans değildir ama demansa giden yolu sisle kaplayan bir ön evredir.
Bu gerçeği diplomatlık yıllarımda çok hissettim. Yeni ülkelere uçtuğumda, yabancı liderlerle masaya oturduğumda, bilinmez kültürlerin içine girdiğimde beynimin bir anda açıldığını fark ediyordum. Bugün hâlâ yeni bir coğrafyaya gittiğimde, yeni insanlarla temas ettiğimde, farklı bir tartışmaya girdiğimde zihnimin gençleştiğini hissediyorum. Çünkü beyin yeniliği sever. Yenilik bulamazsa kendini kapatır.
Yalnızlık, beyindeki nöronları şekerden daha hızlı öldürüyor
Nörologlar bugün çok net konuşuyor:
Yalnızlık, beynin en hızlı yaşlandırıcısıdır.
Şeker, yağ, stres hatta genetik bile bu kadar hızlı tahribat yaratmıyor.
Bir doktor annesini şöyle anlatmıştı: “95 yaşında hâlâ dimdik, çünkü her gün biriyle konuşuyor — üstelik gerçek bir sohbetle.” Bu tesadüf değil. Sosyal temas, özellikle derin ve nitelikli olanı, beynin yeni bağlantılar kurmasını zorunlu kılar. Hikâye anlatmak, tartışmak, kahkaha atmak, bir derdi paylaşmak… Bunların her biri beynin iç kablolarını yeniden döşer.
İzolasyon ise zannedildiği gibi bir huzur değildir.
Sessiz evler, sessiz akşamlar, birbirinin kopyası günler…
Bunlar beyni görünmez bir çöküşe sürükler.
Türkiye’de, Avrupa’da, Körfez’de gördüğüm pek çok insan yalnızlığın nasıl sinsi bir düşman olduğunu fark etmiyor. İnsan beyni, insan sesiyle canlı kalır. Sessizlik, dayanılmaz bir aşındırıcıdır.
Ekranlar beyni kandırıyor ama geliştirmiyor
Bugün çoğumuz saatlerimizi ekrana bakarak geçiriyoruz ve bunu zihinsel faaliyet sanıyoruz. Oysa beyin pasif tüketimden hiçbir şey öğrenmiyor. Ekran, zihni çalışıyor gibi gösteren bir illüzyon yaratıyor ama nöronları uyutmaktan başka bir işe yaramıyor.
Beyni büyüten şey ekran değil; eylemdir.
Okumak, yazmak, yürümek, yeni bir dil öğrenmek, sanatla uğraşmak, bir çocukla ya da yaşlıyla gerçek bir sohbet etmek… Bunlar beyni ateşler.
Kendi hayatımda bunu çok görüyorum. Yeni bir konuşma hazırlarken, bir müzakere stratejisi oluştururken, günlerce masa başında kitap yazarken zihnimin nasıl açıldığını, nasıl hızlandığını hissediyorum. Bu yüzden ekranı mümkün olduğunca geri plana alıyor, zihnimi “kullanan” işlere yöneliyorum.
Affetmeyen insanların beyni daha hızlı çürüyor
İddialı gelebilir ama bilimsel olarak kanıtlı:
Kırgınlık, öfke ve kin nörolojik toksindir.
Vücutta sürekli dolaşan kortizol, yani stres hormonu, hippocampus’u — hafıza merkezimizi — yavaş yavaş aşındırır.
MRI görüntülerinde kronik öfkesi olan kişilerde hafıza bölgelerinin daha küçük olduğu görülüyor.
Bu yüzden affetmek yalnızca bir ahlak erdemi değil, biyolojik bir zorunluluktur.
Bağışlamak karşıdakini değil, kendi beynimizi kurtarır.
Geleceğe dair beklenti yoksa beyin kendini kapatır
Belki de en etkileyici bulgu şu:
Bir insanın geleceğe dair bir heyecanı, beklentisi, planı yoksa beyin hızla kararmaya başlar.
Dopamin düşer.
Nöron üretimi azalır.
Yaşam enerjisi söner.
Hâlâ çantasına ruj koyan 80’lik teyzeler vardır; “her ihtimale karşı güzel bir şey olabilir” düşüncesi bile beyni hayatta tutan yakıttır. Benim annemde de bunu görüyorum. Hep meraklı, hep meşgul, hep konuşan… Planı olanın zihni ışıldıyor; planı olmayanın beyni kapanıyor.
Demans bambaşka bir rahatsızlık!
Demans; kişinin yakınlarını tanıyamaması, mekânı karıştırması, günlük hayatını sürdürememesi ve davranışlarının belirgin biçimde değişmesi gibi ağır bulgularla seyreder. Bugün toplumda gördüğümüz hafıza şikâyetlerinin büyük kısmı ise stres, uykusuzluk, yalnızlık, zihinsel rutin, duygusal yük, B12 eksikliği ve çoklu görev baskısından kaynaklanıyor.
Bunlar demans değil; hayatın bizi zihinsel olarak köreltmesidir.
Benim güçlü tavsiyem: Beyninize yeni yollar açın
Yaşadığım her ülkede, çalıştığım her kurumda ve masasına oturduğum her liderde aynı gerçeği gördüm:
Beyni genç tutan şey yaş değil; yeniliktir.
Yeni insanlarla konuşun.
Her yıl en az bir yeni şey öğrenin.
Günlük rutininizi kırın.
Affedin.
Bir hedefiniz, bir hayaliniz olsun.
Telefonsuz yürüyün.
Ve mutlaka üretin.
Seyahat edin — yakın ya da uzak fark etmez. Yeni bir yol, yeni bir yüz, yeni bir ses beynin en güçlü gençlik ilacıdır.
Uzun yaşıyoruz, fakat uyanık yaşamıyoruz
Demans çoğu zaman bir hastalıktan önce bir uyarıdır:
“Hayatının sürprizleri bitti. Yeni bir şey yap. Yeni biriyle konuş. Yeni bir sayfa aç. Yoksa zihnin kapanacak.”
Bugün 40’ından, 50’sinden, 60’ından sonra hâlâ üretken, meraklı ve keskin kalan insanların ortak noktası çok net:
Ruhları genç, beyinleri meraklı, hayatları hareketli, duyguları akışta, planları hiç bitmiyor.
Yaş değil, yaşama biçimi belirliyor geleceğimizi.
Ben kendi adıma beynime bir söz verdim: Sıkılmasına izin vermeyeceğim.
Aynı sözü siz de verin. Çünkü mesele artık uzun yaşamak değil;
uyanık yaşamak.
Tarih: 14.12.2025 Okunma: 24

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?