"Tanrım, ilk önce dağa taşa ver.
Ormana, hayvanlara, suya, kurda, kuşa ver.
Ondan sonra insanlara, kapı komşuya, muhtaçlara,
Kalırsa, en son bana ver.”
Türkmen duası
BABİL’İN EN ZENGİN ADAMI
……….
Yazıhanede yazıcı olarak iş buldum; her gün saatlerce toprak tabletler üzerinde
emek verdim. Haftalarca, aylarca çalıştım ama kazancıma gelince elimde kalan
sıfırdı. Yiyecek, giyecek, tanrılara şükran ve aklıma gelmeyen başka şeyler tüm
kazancımı alıp götürüyordu. Ama kararlılığımdan asla vazgeçmedim.
Günün birinde tefeci Algamish,
efendimin evine geldi; dokuzuncu yasanın bir kopyasını sipariş vererek bana, ‘İki
gün sonra elimde alınalı’ dedi, ‘o zamana
kadar bitirirsen sana iki bakır para veririm.’ dedi. Çok çalıştım, ama
yazılacak yasa çok uzundu, Algamish geldiğinde daha bitirememiştim. Çok kızdı,
kölesi olsaydım beni döveceğini söyledi. Efendimin bana zarar vermesine izin
vermeyeceğini bildiğim için korkmadan, "Algamish, sen çok zengin bir
adamsın," dedim, "Nasıl zengin olabileceğimi bana söylersen
sabaha kadar oturur tableti yazar, gün doğmadan işi tamamlarım."
Yüzüme güldü ve “sen uyanık birine benziyorsun” dedi, ama pazarlıkta
anlaştık. "Bütün gece sırtıma ağrılar girip, fitilin kokusu başımı
ağrıtana, gözlerim artık görmez olana dek yazdım. Ama gün doğarken Algamish
geldiğinde tabletler hazırdı.
“Şimdi, dedim, bana söz verdiğin şeyi söyle.”
“Sen pazarlığın üstüne düşen kısmını yerine getirdin, oğlum,” dedi yumuşakça, “ben de sözümü yerine getirmeye hazırım. Öğrenmek istediklerini sana söyleyeceğim, çünkü artık yaşlı bir adamım ve yaşlılar gevezeliği sever. Gençlik öğüt alacak yaşa geldiğinde ona verilen geçmiş yılların bilgeliğidir. Ama genellikle gençlik, yaşlılığın yalnızca geçmiş günlerin bilgeliğini bildiğini sanır, onun için yararlanamaz. Oysa unutmayın, bugün parlayan güneş, babanız doğduğu gün parlayan güneşle aynı ve en son torununuz karanlıklara gittiğinde hala aynı güneş parlıyor olacak.
"Gençliğin düşünceleri
gökyüzünü aydınlatan meteorlar gibi parlak ışıklardır ama yaşlılığın bilgeliği
duran yıldızlara benzer, pırıltıları hiç değişmediği için gemiciler yollarını
bulmak için onlara güvenirler."
"’Söylediklerime dikkat et, etmezsen sana söyleyeceğim gerçeği anlayamaz,
bu gece boşuna sabaha kadar çalıştığını düşünürsün.”
Sonra uzun kaşlarının altından
keskin bakışlarla yüzüme baktı, alçak ama güçlü bir sesle, “Kazandıklarımın
bir bölümünü kendime saklamaya karar verdiğim zaman
zenginliğe giden yolu buldum. Sen de bulacaksın.”
Sonra delici bakışlarla yüzüme bakmayı sürdürdü. Ama başka bir şey söylemedi.
“Bu kadar mı?” diye sordum.
“Bu kadarı, sürü güden çobanın yüreğini bir tefecinin yüreğine dönüştürmeye yetti,” diye karşılık verdi.
“Ama kazandıklarımın hepsi
zaten benim değil mi?” diye sordum.
“Hiç de değil,” diye yanıtladı. “Terziye para ödemiyor musun? Ayakkabıcıya
ödemiyor musun? Yediklerin için ödemiyor musun? Para harcamadan Babil’de
yaşayabilir misin? Geçen ay kazandığım bu diye gösterebileceğin ne var? Ya da
geçen yıl? Budala! Kendinden başka herkese para ödüyorsun. Başkaları için emek
veriyorsun. Köle olup sahibinin sana verdiği yiyecekler, giyecekler
karşılığında çalışmaktan, ne farkı var. Kazandığının onda birini kendine
ayırmış olsaydın on yılda ne kadar paran birikmiş olurdu?”
"Rakamlarla ilgili
bilgilerim beni terk etmemişti; ’bir yılda kazandığım kadar,’ diye yanıtladım.”
“Gerçeğin yarısını söylüyorsun,” dedi sertçe, “biriktirdiğin her altın para
senin için çalışacak bir köledir. Onun kazandığı her bakır para onun çocuğudur,
o da senin için kazanabilir. Zengin olmak istiyorsan biriktirdiklerin para
kazanmalı, onun çocukları da kazanmalı; hepsi birlikte sana özlediğin refahı
sağlayabilir."
"Bütün gece çalışmanın karşılığını vermeyerek seni
kandırdığımı düşünüyorsun,” diye sürdürdü konuşmasını, “ama sana sunduğum
gerçeği kavrayacak zekan varsa bin kat fazlasını ödüyorum aslında. Kazançlarının
bir kısmını kendine saklamalısın. Ne kadar az kazanırsan kazan onda birinden az
olmamalı kendine ayırdığın miktar. Daha fazlası da olur eğer karşılayabilirsen.”
“Önce kendine öde.”
“Geri kalanının yetmeyeceği
terzilerden, ayakkabıcılardan mal almazsan sana yiyecek için ve tanrılara bağış
yapacak kadar para kalır elinde.
Zenginlik ağaç gibidir, küçük bir tohumdan büyür. Biriktirdiğin ilk
bakır para senin zenginlik ağacının büyüyeceği tohumdur. O tohumu ne kadar
çabuk ekersen ağaç o kadar çabuk büyür. O ağaca ne kadar iyi bakar, suyunu
gübresini düzenli verirsen, o kadar çabuk oturursun gölgesinde mutlu
mutlu."
Böyle söyleyerek tabletlerini aldı gitti.
Söylediklerini uzun uzun düşündüm, mantıklı göründü. Denemeye karar verdim. Yapılan her ödemede on bakırdan birini kendime ayırıp sakladım. Garip gelebilir ama eskisinden daha sıkışık duruma düşmedim. Onlarsız yapabileceğim çok küçük değişiklikler fark ettim yalnızca. Biriktirdiğim paralar arttıkça içimden sık sık tüccarların deve ve gemilerle Fenike’den getirerek sattıkları güzel mallardan almak geliyordu ama akıllık edip kendimi tuttum.
On iki ay sonra Algamish
yeniden geldi ve bana, “Evlat, geçen yıl boyunca kendine ödeme yapıp
kazandıklarının onda birini biriktirdin mi?” diye sordu.
"Gururla, ’Evet, efendim, biriktirdim,” dedim.
“Bu iyi işte,” dedi memnun
memnun gülümseyerek, “peki onunla ne yaptın?”
“Uzak denizlere gideceğini söyleyen tuğlacı Azmur’a verdim; benim için Sur
kentinden Fenikelilerin ender güzellikteki mücevherlerinden alacağını söyledi.
Dönünce onları yüksek fiyata satıp parayı bölüşeceğiz.”
“Her budalanın ders alması gerekir” diyerek kaşlarını çattı. “Ama mücevherler konusunda neden bir tuğlacının bilgisine güvendin? Yıldızlarla ilgili bilgi almak için fırıncıya mı gidersin? Hayır, bana sorarsan astrologa gidilir; eğer bu kadarını düşünebiliyorsan. Senin birikimlerin gitti delikanlı, zenginlik ağacını kökünden söktün. Ama bir tane daha yetiştir. Yeniden dene. Ve bir daha mücevherlerle ilgili tavsiye almak istersen mücevherciye git. Koyunlar hakkında bilgi istiyorsan bir çobana danış. Öğüt bedavadan verilen bir şeydir ama dikkat et, yalnızca almaya değer olanları al. Birikimleriyle ilgili o konuda deneyimsiz birinden öğüt alan bir insan, onların düşüncelerinin yanlışlığını kanıtlamak için parasını boşa harcamış olur.” Böyle diyerek, gitti.
"Söylediği gibi de oldu. Fenikeliler dolandırıcıydı, Azmur’a değerli taşlara benzeyen değersiz cam parçalan sattılar. Ama ben Algamish’in öğrettiği gibi gene kazandığım her paranın onda birini biriktirmeye başladım, alıştığım için artık zor gelmiyordu.
Tam on iki ay sonra Algamish
yazıhaneye tekrar geldi ve “Seni son gördüğümden bu yana ne ilerlemeler
kaydettin?” diye bana sordu.
"Düzenli olarak kendime para ayırdım, diye yanıtladım, biriktirdiğim
paraları bronz alması için kalkan yapımcısına verdim, her dört ayda bir bana
faizini ödüyor.”
"Bu iyi. Peki, faizle ne yaptın?"
"Bal, baharatlı kek ve
şarapla kendime harika bir ziyafet çektim. Ayrıca kırmızı bir tünik aldım. Bir zaman
sonra da binmek için bir eşek alacağım.”
Bunun üstüne Algamish güldü. “Birikiminin çocuklarını yiyorsun, böyle yaparsan
senin için çalışmalarını nasıl beklersin? Nasıl senin için çalışacak çocuklar
doğurabilirler? Önce altın kölelerden oluşan bir ordu yaratırsan, sonra hiç
pişmanlık duymadan kendine harika bir ziyafet çekebilirsin.” Böyle diyerek
gitti.
İki yıl boyunca onu görmedim, bir kez daha geldiğinde yüzü ince çizgilerle
dolmuş, gözkapakları düşmüştü; iyice yaşlanmıştı. Bana, “Arkad, düşlediğin
servete kavuştun mu?” diye sordu. "Henüz tam istediğim kadar değil, ama
benim için para kazanan, onun kazandıklarının da kazandığı küçük bir servetim
oldu.”
“Hala tuğlacılardan öğüt alıyor musun?” “Tuğla konusunda iyi öğüt veriyorlar,” diye karşılık verdim kendimden emin. "Arkad,’ diye konuşmayı sürdürdü, dersini iyi çalıştın. Önce kazandığından daha az parayla yaşamayı, sonra kendi alanlarında uzman kişilerin öğütlerine kulak vermeyi öğrendin. Son olarak da altını senin için çalıştırmayı öğrendin.
"Kendine nasıl para
kazanacağını, onu nasıl koruyacağını ve nasıl kullanacağını öğrettin. İyi bir
işin başına geçecek kadar uzmanlaştın. Ben artık iyice yaşlandım. Oğullarım
para kazanmayı akıllarının ucuna bile getirmeden yalnızca harcamayı
düşünüyorlar. Yatırımlarım ilgilenemeyeceğim kadar çok. Nippur’a gidip oradaki
topraklarımla ilgilenirsen seni ortağım yaparım, mülküme ortak olursun.”
"Böylece Nippur’a giderek Algamish’in çok büyük çaptaki işlerinin başına
geçtim. Hırslı olduğum ve serveti başarıyla yönetme konusunda ustalaştığım için
mülklerinin değerini büyük ölçüde artırdım. Böylece çok zenginleştim;
Algemish’in ruhu karanlıklar dünyasına gittiği zaman
onun önceden düzenlediği gibi mülkünün yasal ortağı oldum."
Böyle konuştu Arkad; öyküsünü bitirince arkadaşlarından biri, "Algamish seni varisi yaptığı için şanslıymışsın," dedi.
"Algamish’le tanışmadan önce içimde servete kavuşma tutkusu olduğu için şanslıydım. Dört yıl boyunca kazandığım paranın onda birini biriktirerek kararlılığımı göstermedim mi? Balıkların alışkanlıklarını, yıllar boyunca, rüzgârın her değişmesinde ağını nereye atacağını öğrenecek kadar gözlemleyen bir balıkçıya şanslı diyebilir misiniz? Şans hazır olmadıklarını düşündüğü kişiler için zaman harcamayacak kadar gururlu bir tanrıçadır.
"Algamish’in öğüdünü dinleyip kendi kendinize, ’kazandıklarımın bir kısmı benim,’ deyin. Sabah uyanır uyanmaz söyleyin. Öğle vakti söyleyin. Günün her saati söyleyin.”