Evvelsi gün akşam keşfettim TRT'yi...
Tabii eskiden beri var. Televizyon cihazının da 1'nci kanalında TRT kayıtlı ama ne zamandan beri açmadığımı ben de bilmiyorum. İşte o gün, saat 18:30'da haber seyredeceğim tuttu. Tuttum TRT1'i açtım. Ne iyi etmişim. Bundan sonra cihazımdaki sırasında olduğu gibi, gönlümde ve zihnimde de birinci sırada... Yakalamışım bir kere, bırakmam gayrı...
* * *
Her şeyden önce, haberleri, Türkçe'yi mükemmel telaffuz eden, son derece güler yüzlü, dünya tatlısı bir sunucu okuyor. Yüzünde güller açtığı için, bakarken sizin de ruhunuz aydınlanıyor. İçinize bir iyimserlik, bir neşe, bir sevinç ilkbahar rüzgârları gibi doluyor.
Herkesin, hele başka televizyonların karamsarlık fırtınaları üfürdüğü, ülkenin üstünü sanki kara bulutlar kaplamış gibi gösterdiği, felaket tellalığının ayyuka çıktığı bir zamanda, TRT'den esen bahar rüzgârları az şey midir?
Az değil, çok kıymetli bir şeydir.
Sonra bu devlet televizyonunun haberlerinde cinnet, cinayet, trafik kazası, işten çıkarılma, kapanan fabrika haberleri yok.
Ne var?
Uluslar arası bir finans kuruluşu “Türkiye'nin durumu gayet iyidir. Dünyada parası olan herkes gelsin Türkiye'de yatırım yapsın. Biz Türkiye'ye kefiliz. En kazançlı yatırım Türkiye'de yapılabilir.” demeye gelen bir haber var.
Bu muhteşem haber de diğer televizyonlarda yok!
* * *
TRT'nin haberlerini seyrettikten sonra, ki zaten saat 19:00'a gelmeden bitti, diğer kanallara baktım. Dediğim gibi haber bültenleri tamamen farklı. O özel kanallar insanın içini karartıyor.
Yeniden döndüm TRT'ye. Bir baktım, “Akşam Sefası” diye bir program. Daha ne isterim, bundan iyisi can sağlığı deyip başladım keyifle izlemeye. Ne güzel, ne güzel! Kafam dinlendi, ruhum sanata doydu, içim coştu. Allah TRT'den razı olsun, dedim içimden. Ne kadar da az reklam arası veriyor! Şöyle ağız tadıyla bir televizyon seyrettim.
Son derece zevkli bir sanat müziği konserinden sonra “Akşam Sefası” bitti. Çok geçmeden “Ezberbozan” diye bir program başladı. Ne güzel isim bulmuşlar! Hakikaten ezber bozuyor. Programda konuşan ateşli gazeteciye göre; Amerika'nın etkisinden çıkıyoruz. Geçmişte karanlıkta kalan ne varsa hepsi bir bir aydınlatılıyor. Suçlulardan hesap soruluyor. Artık karanlıkta hiçbir şey kalmayacak.
Dedim, işte bu!
İstikbalin pırıl pırıl olduğunu hissettim.
* * *
Ertesi gün, yani dün, öğleden önce yine açtım TRT'i. “Günbegün” diye bir program vardı. Aman efendim, o ne kadar şeker bir sunucu! Haber sunucusundan güleryüzlü olmasın diyemiyeceğim, çünkü sonuçta haberleri okuyan bir yere kadar tebessüm edebiliyor; “Günbegün”ün sunucusuna ise sınır yok. Bu kadar şen-şakrak sunucu görmedim dersem, inanın!
Sonra, özel kanalların sabah programlarıyla mukayese edilmeyecek kadar yüksek bir kalite var. Keyif var ama sululuk yok.
Tebrik ediyorum bütün TRT camiasını.
İyi ki varsın TRT!
* * *
Eminim, çoğunuz benim gibi TRT'nin varlığını bile unutmuşsunuzdur.
Açın TRT'yi, kapatın diğer kanalları.
Kârlı çıkacaksınız.
Artık mideniz yanmayacak, sinirleriniz bozulmayacak, uykularınız kaçmayacak.
İlaç gibi kanal!
* * *
Uysa Da Uymasa Da
Temel
tıp fakültesini bitirip, beyin cerrahisi ihtisasına başlamış.
İlk yurtdışı kongresinde, heyecanla farklı ülkelerden bir araya
gelen doktorların arasına karışmış. Bir köşede, kalabalık
bir grubun aralarında tartışmakta olduğunu görüp konuşmalarına
kulak kabartmış.
Aksanından İngiliz olduğu anlaşılan
doktor şöyle diyormuş:
Beyin cerrahisi bizde öyle ilerledi
ki, beyin nakline başladık. Biz
bir adamın beynini alırız, başkasına naklederiz ve onu altı
haftada iş arayacak hale getiririz.
Bunu
duyan bir Alman cerrah, küstahça atılmış:
Bu hiç birşey
değil; biz
bir adamın beynini çıkarıp, başkasına naklederiz ve onu dört
haftada orduya katılıp, savaşacak hale getiririz.
O
ana kadar sessiz, sakin tartışmayı dinleyen Temel, yüksek sesle
söylenmiş:
İş aramak ve savaşmak için beyin nakli mi? Ne
kadar gereksiz!
Bir anda bütün gözler kendisine dönerken
eklemiş:
Biz
Kasımpaşa'dan bir beyini aldık ve Başbakan yaptık. Şimdi
ülkenin yarısı iş arıyor, yarısı da savaşa hazırlanıyor...