ÖĞRETİLEN ve ÖĞRENDİĞİM TÜRKİYE! Hilmi ÇAKIR

GENEL HABERLER Misafir Yazar - 19.09.2014

Hilmi ÇAKIR

Öğretenler; aile, okul, çevre ve okuduklarımın karmasıdır. İkincisi ise; gördüğüm, gezdiğim, duyduğum, yaşadığım, çalıştığım, paylaştığım gerçeklerdir. Aralarında uçurum var. Bu uçurumların arasından sert rüzgarlar esiyor, kayalıkları aşındıracak kadar!…

Okula başladığımız ilk günün sabahı, sınıfa girmeden önce, topluca hep bir ağızdan, şu cümleler bize tekrar ettirildi. “Türküm doğruyum çalışkanım!
İlkem; küçüklerimi korumak büyüklerimi saymak yurdumu milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene! “

Daha sonra öğrendik ki; bu topluca söyletilen cümleler “andımız” mış meğersem. Yıllarca, sabahları tekrarladık ve artık ezbere söylemeye başladık. Daha sonra,hayatın içinde, hep aksini gördük ve yaşadık. Sonra BÖYÜKLERİMİZ(!) baktıklar ki; zaten toplum bunların tam tersini yapıyor, o zaman kaldıralım da, çocukların kişiliğini olumsuz etkilemesin dediler(!) Andımız da artık mazide kaldı. Bakalım, yeni nesiller “and” içmeden yetişince nasıl olacak? Biz, her sabah “and” içmemize rağmen bozulduk. Onlar herhalde bize göre daha iyi yetişecektir. Çünkü; artık and-mand yok(!) Hadi hayırlısı!...

Öğretilen Türkiye çok güzelll!. Yemyeşil ovaları, yaylaları, dağları, şırıl-şırıl dereleri, çalışkan insanları, üreten fabrikaları, bir birine seven-sayan insanları,işleyen demokrasisi, eşit vatandaşları, din-dil-ırk farkı gözetilmeden iç içe kardeşçe yaşayan halkı, eğitim, kültür, spor, teknoloji ve sanayide, dünyada söz sahibi olma çabası içersinde ve en önemlisi de, tarımı ile, dünya sıralamasında, ilk yedide olan bir Türkiye! Her yıl kutlanan “Yerli Malı Haftaları!”…

İlkokul’da, Atatürk Köşemizdeki “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi!” ezberletilir ve sırayla okutulurdu. Her okuyuşumuzda heyecan duyar ve en son cümlesi ise; “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!.” Ayrı bir heyecan ve motive sağlardı. Kendimizi çok önemser ve Atatürk’ün gençliğe güvenmesi, bizi biraz şımartır ve cesaret verirdi.O hitabede, M.Kemal Atatürk, bu Cumhuriyet’in ne gibi tehlikelerle karşılaşabileceğinin işaretini vermiştir.Şöyle ki; “Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” Diyerek en kötü senaryoyu çizmiş ve tedbirli olmaları konusunda gençliği uyarmış ve görev vermiştir. Peki, gençlik bugün bunun ne kadar farkında?..

      

Zorlu hayat, aşındırarak akıp ederken, öğretilenlerle , öğrenilenler zaman zaman, taban tabana zıtlık arz ediyordu. “Bize böyle öğretilmemişti,bunun hangisi doğru?” Şeklinde çelişkili bir süreçte, bizlere verilen cevap; “Sen bırak öğrendiğini, ne söylüyorsak onu yap!” oluyordu. Ekmek davası! Evde çoluk çocuk var. Kıpırdayamıyorsun. Gerçekleri haykıramıyorsun!. Susuyorsun! Yutkunuyorsun!. Bir yerlere gitmek, kaybolmak, görmemek ve duymamak istiyorsun! ama ,evdekiler aklına  gelince, bir kez daha yutkunuyorsun.Hayat yutkunmayı öğretiyor adama! Lokmayı yutarken değil, esas maharet, böyle durumlarda yutkunabilmek!..

             Öğrendiğim ve yaşadığımız ülkede; insan haklarında diz boyu sorunlar, çocuk gelinler, kadın cinayetleri, din istismarcılığı, soygun, hırsızlık,terör, adam kayırma, yalakalık,rüşvet, yolsuzluk, kirli siyaset, devlet kurumlarının halkın karşısındaki itibar kaybı,toplumda geleceğe ait şüpheler,eğitimdeki keşmekeşlik(dindar nesil yetiştirme iddiaları) ile, her yıl yapılan köklü değişiklikler,trafiği ve yaşam kavgaları ile  her gün çekilmez hal alan büyükşehirler, ne köylü ne de şehirli olamamış bir toplum,etrafı ateş çemberi olmuş ve  komşuları ile sorunlu bir ülke, milyonlarca Suriye’li başta olmak üzere, ülkede başıboş yaşayan göçmenler,bunlar sadece ilk akla gelenler!…Öğretilenler ile öğrendiklerim arasındaki fark, Ağrı dağı ile Iğdır Ovası arasındaki rakımdan farksızdır.

 Bizlere; vatan, bayrak, millet sevgisi, namus, şeref, haysiyet, onur ve  ahlaklı  olmayı, küçüğüne sevgi, büyüğüne saygılı olmayı,kimsenin malına, canına, namusuna yan bakmamayı,muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilmek için çok çalışmamız gerektiği öğretilmişti.Öğretilen her şey, ülkemiz ve bizim için faydalı ve gerekliydi.

Öğretilen Türkiye’de yaşamayı çok isterdim ama, maalesef, gerçekler yüzümüze fırtınadaki kum tanecikleri gibi vuruyor ve acıtıyor. Saklanacak ve bu fırtınadan sizi koruyacak hiçbir örtü yok. Kaçma şansınız olabilir ama, o da bize yakışmaz. Güneş, bulutların arasından, çok kısa aralıklarla, parlak yüzünü gösteriyor ve tekrar bulutların arkasına saklanıyor. Eğer, güneşin bu kısa yüzünü göstermesi de olmasa, bu dünyada yaşamın hiçbir anlamı kalmayacak. TV haberlerinde, her gün, insanlığımızdan utandığımız,  bir yığın haberle sarsılıyoruz. Yedi bakanlığın bütçesinden büyük, bir bütçeye sahip Diyanet işleri ile, bu kadar caminin ve din görevlisinin, bu kadar öğretmenin ve okulun olduğu bir ülkede, bu kadar ahlak dışı işler yapılıyorsa, bir şeylerin yanlış programlandığı bir gerçektir. İnsanların ve toplumun, mutsuz olduğu bir ortamdan, kin ve düşmanlık tohumları çabuk yeşerir. Acaba birileri bu ortamı bile bile mi yaratmak istiyor? Bir komplo teorisi de bizden, bakalım tutacak mı? (18.09.2014)

Hilmi ÇAKIR

Tarih: 19.09.2014 Okunma: 747

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?