GÜNEYDOĞU’DA ÖĞRETMEN OLMAK, Filiz AYGÜNDÜZ

GENEL HABERLER Misafir Yazar - 30.09.2011

Filiz AYGÜNDÜZ, MİLLİYET

Panzerlerin ve askerlerin ilk bakışta göze çarptığı çarşının ortasından geçip okulun kapısına geldiğimde, bir polis otomobili bekliyordu köşede. “Niye?” diye sordum yanımdaki rehber öğretmene. “Okulların açıldığı günlerde alınan rutin güvenlik önlemleri...” dedi. Rutin?
1995 yılının eylül ayıydı. Henüz 23 yaşındaydım ve Diyarbakır’ın Silvan ilçesine sınıf öğretmeni olarak atanmıştım. Okula girdim. Eteklerime dolanan, ‘öğretmen bekleyen’ çocukların arasından geçip beni odasında karşılayan müdür beyle tanıştım. Normalde, sınıfımı söyleyip, ders planımı verip göndermesi lazım beni. Ama olmaz. Bu coğrafyada düzen başka.
Öğretmenin ‘kalmaya’ ikna edilmesi gerek ilkin, özellikle de Batı’dan geliyorsa. Yani Güneydoğu’da öğretmen olmak öncelikle can güvenliği konusunda teminat almak demek. Ne kadar verilebilirse tabii...

Eksik bilgi işin usulü
“Hiç öğretmen öldürüldü mü burada?” diye yekten sordum müdür beye. “Yok” dedi: “Güvenlikten yana endişeniz olmasın; ama başınıza kiremit düşerse bilemem”... Silvan’ın o dönem PKK, Hizbullah, JİTEM üçgenine sıkışmış, güvenliğinin pamuk ipliğine bağlı bir kasaba olduğundan söz etmedi. Söz edemedi.
Köy okullarından birine gidip, öğretmenden pamuk, tentürdiyot ardından da sınıflardaki Atatürk resimlerini indirmesini isteyen, tehdit eden PKK’lılardan, kaçırılıp öldürülen öğretmenlerden; fail-i meçhul cinayetlere kurban gidip, ölüsü bile bulunamayanlardan, birkaç yıl önce bir beden öğretmeninin sırf kız öğrencilerine eşofman giydirdiği için çarşı ortasında öldürüldüğünden, elindeki poşetten yere saçılan portakalların arasından sızan kandan...
Bir şeyler anlattı ama eksik anlattı. Çünkü, öğretmen bekleyen bir sürü sınıfı vardı. Biliyordu ki, her şeyi olduğu gibi anlatırsa, kalmazdı öğretmen. Dersler boş geçerdi. O yüzden de işin usulü, biraz eksik bilgilendirmekti.

Dil mucizesi
Güneydoğu’da öğretmen olmanın, koca bir dil duvarına çarpmak olduğunu öğrendim ilk. Ben Kürtçe bilmiyordum, onlar da Türkçe... Evde, sokakta, teneffüste kullandıkları dil Kürtçeydi. Başka bölgelerdeki yaşıtları önce dilini konuşmayı öğrenip daha sonra okuma yazmaya geçerken; onlar önce okuma yazmayı sonra Türkçeyi öğreniyordu.
Öğretmen öncelikle bu mucizeyi gerçekleştirmek zorundaydı. Yıl 2011. Durum yine aynı. Öğretmen, dilini bilmediği çocuklara aynı anda hem Türkçeyi hem de okuma - yazmayı öğretecek... Bu süreçte çocuklarıyla iletişim kuramamaya tahammül etmeyi de kendisi öğrenecek. Gözünün içine bakan çocuklarla, gözleriyle konuşmayı...
O gözler ki, öğretmenin gözlerinden çok daha korkulu; o coğrafyada çatışmalar içinde büyümüş birçok çocuğunki gibi... Korku bulaşıcı.
Öğretmen, korkuyu, biraz da çocuklardan öğrenir. Daha sonra öğretmen arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerden, dinlediği hikayelerden, okuduklarından...
Bundan 16 yıl öncesinde, benim görev yaptığım yıllarda Güneydoğu’da öğretmen olmak, özellikle okulların açıldığı günlerde, bölgenin farklı yerlerindeki meslektaşlarının öldürüldüğünü öğrenmekti TV haberlerinden, gazetelerden ve bunun niyesine bir türlü akıl sır erdirememek demekti aynı zamanda.
Sürekli çekilen bir korkudan öğretmene her koşulda sahip çıkan halkın şefkatine sığınmak; onu paylaşarak hafifletmek demekti.
Olağanüstü hal bölgelerinin yabancılık çekmediği panzerlere ve kan kırmızı renklere çocukların resim defterlerinde rastladığında bile umudunu kaybetmemek demekti. Birbirimizin hikayelerini dinler, birbirimizi anlarsak bir gün zilin çalacağına inanmak demekti.

Korkuyu öğrenmek
Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı: “Siirt’ten Eruh’a gidiyoruz, minibüsle... Yıl 2005. Sabah saatleri... Bizden 15 dakika sonra geçtiğimiz yol üzerinde mayın patlıyor. Eğer 15 dakika önce geçsek, bir minübüs insan yok olacağız... İçinde Türk öğretmeni ve Kürt öğretmeniyle birlikte...”
Bugün hâlâ Güneydoğu’da öğretmen olmak, terör ikliminin üç aşağı beş yukarı değişmediği bir bölgedeyseniz, ‘işe korkuyla gitmeyi’, ‘işten korkuyla dönmeyi’ öğrenmek demek.
Ve bazen Güneydoğu’da bazı bölgelerde öğretmen olmak, içecek sigara bulamamak demek. Kepenkler indirilmiş; bakkalı, marketi hepsi kapalı... Sigaradan geçtim; sağlı sollu, bir kasabaya sabahın geldiğini anladığın bütün dükkanlar kapı duvar, ölüm sessizliği...
Dükkanların açılmadığı aydınlık bir gece vakti sanki... Ve sen okula gidip eğitim vereceksin. Öğretmen olmak orada, sağlam durabilmek, çelik gibi sinirlere sahip olmak demek. Ruhuna bu manzara karşısında daralmamayı öğretmek, bunu öğrencilerine belli etmemek demek...

İki söylem arasında
Akşam erkenden indi. Şehir merkezinde değilsin. Bir kasabada, bir dağın eteğindeki köyde ya da mezradasın. Seçeneklerin sınırlı. Ev - okul, varsa öğretmen evi üçgeni. Üniversiteden yeni mezun olmuşsun. 21-22 yaşlar...
Akademik ortamın özgür düşünce pratiğindenden çıkıp, geldiğin yer burası. Öğrendiklerini pekiştirecek, seni geliştirecek alternatif ortamlar, sinema, tiyatro, sergi hayal... En iyi ihtimalle sendika bünyesinde açılan birkaç kurs, mütevazı paneller... Okul sonrası döndüğün ev.
Ev dediğin bir oda bir salon. Dört duvar arasında çevrilen kitap sayfaları. Peki orada ne kadar güvendesin? Kimbilir? Öğretmen olmak, “Sınıfta asimilasyon amaçlı eğitim vermiyorsan korkacak bir şey yok” diyen sesle, “Sınıfta örgüt propagandası yapmıyorsan korkacak bir şey yok” diyen ses arasında kalmak demek.
Her ikisini de yapmadığını bildiğin halde, derdini, kime, nasıl anlatacağını bilememek; o korkuyla gözün kapıda uyumaya çalışmak demek. Sabah okula giderken, dönüp dönüp arkana bakmak, adımlarını ürkek atmak demek...

Bahar umudu
Son 10 yıl içinde epey değişti manzara... İklim öğretmen için tam anlamıyla Akdeniz olmadı belki; ama bir bahar umudu da yok değildi. Birkaç gün öncesine dek...
Şimdi 12 öğretmenin kaçırılmasının ardından, Güneydoğu’da öğretmenin koşullarını bir kez daha gözden geçirmek, ona yeni seçenekler sunmak gerek. Son olaylar nedeniyle korkuyla da terörize edildiği bu günlerde ona güvenlik zaafı olmayan bir hayat tanımlamak...
Eski tanımları tekrarlamadan, yine mi ‘90’lara dönüyoruz korkusunu çekmeden; çektirmeden. Tüm eğitim camiası, aydınları, siyasetçileri, yazarı, çizeri, gazetecisi ve yeniden okullarına başlayacağını umduğumuz o 12 öğretmenle birlikte...

 

Tarih: 30.09.2011 Okunma: 703

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?