Çözüm başlamadan bitiyor, Cengiz AKTAR

GENEL HABERLER Misafir Yazar - 25.06.2011

Cengiz Aktar - [email protected]

 

 

Nasıl birkaç saat içinde yaygın bir iyimserlikten kapkara bir havaya giriverdik. Bunca yıldır alınan ve alınmayan hukuki kararlar sonucunda YSK’nın Hatip Dicle’nin vekilliğini düşürmesi memleketi ciddi bir krizin eşiğine getirdi bıraktı. Savaş lügatinden kaos, darbe, bomba benzetmeleri boşuna değil. Dicle’ye, her derde deva ‘örgüt propagandası’ suçuyla Anayasa’nın 76. maddesi uyarınca 1 yıldan fazla hüküm giymiş olanların seçilme hakkını engelleyen maddesi uygulandı, seçilemezliğine karar verildi. Sıradaki AKP’liye ihtimaldir ‘git hemen mazbatayı al’ dendi. Alan, Balbay, Haberal’ın vekilliği düşerse AKP’nin referandumla tek başına bildiği gibi memleket idare etmek için gereken 330 vekile ulaşması söz konusu. Gelişmeleri salt hukuki bir okumayla yetinmek mümkün değil. Kriz siyasi. BDP’nin Meclis’e gelmeme kararı sonrasında iyice kontrolden çıkma ihtimaline karşı Dicle’nin tahliyesi gerekiyor. Yazı gazeteye yollandığı saate kadar Şahin ve Arınç’tan 2002’de Erdoğan’a uygulanan formül olasılığı geldi ama Başbakan hâlâ bekleniyordu.

Herkes aynı olsun aynı düşünsün

Pazartesi Mersin’de Zafer Çağlayan seçim zaferinin şehvetine kapılarak şöyle bir öngörüde bulunmuş: ‘CHP’ye, MHP’ye ve bağımsızlara oy veren kardeşlerimiz de birgün AK Parti sıralarında yer alacak. Onlar da bir gün bizim saflarımıza katılacak.’ İfade yeni değil, futbol sürümleri mevcut: ‘Birgün herkes Fenerli, Gassaylı olacak...’ Zaten iddia da biraz futbol kokuyor. Ama seçmenin yarısının oyunu aldıktan sonra dahi akla gelmesi düşündürücü. AKP bugün varsa ve yüzde 50 oy alıyorsa bu, CHP’nin tekparti sultasına gelen itirazlar sayesindedir. Tektip askeri mantığa toplumca karşı çıkıldığı içindir.

Aynı minvalde medyadaki tekseslileşme süreci. İktidarın eski anaakım medya ile olan ilişkisi artık sorunlu değil. Nitekim ‘eski’ anaakım medya diyoruz. Tıpkı ‘eski’ muhalefet gibi artık eski ağırlığı yok. İstanbul Politikalar Merkezi’nin geçen ay açıkladığı ‘Türkiye’de demokrasi algısı’ çalışmada ‘Sizce gazeteciler ve yazarlar medyada fikirlerini özgürce açıklamaktan çekiniyorlar mı?’ sorusuna çok yüksek bir oranda (yüzde 55,4) ‘çekiniyorlar’ cevabı veriliyor. ‘Hükümet, basın özgürlüğünü kısıtlamakta mıdır?’ sorusuna verilen cevaplar da ‘kısıtlamaktadır’ eğiliminde: yüzde 53,2.

Eski anaakım medyada farklı yazmak, konuşmak bugünün anaakım medyasında faaliyet göstermekten kolaydı, hâlâ biraz öyle. Hep kendime sorarım: Neden muktedirler daima tekses, teknefes olsun isterler? Nitekim Başbakan da her coştuğunda ‘biz tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna kim karşı çıkabilir?’ diye sormuyor mu? Demokrasi dersi zayıf muktedirleri anlamak zor değil. Ama esas soru muhtemelen şu: Hepsi bir ağızdan aynı şeyleri yazan bir medya ne işe yarar ki? Aynı methiyeleri düzen bir medyanın Sovyet döneminin Pravda yani ‘Gerçek’ gazetesinden ne farkı olabilir? Herkesin AKP’li olduğu ve her mecrada AKP güzellemesi yapılan bir Türkiye’nin ne gibi bir ağırlığı, cazibesi olabilir?
Bu hezeyanlar bana Karadeniz illerinde yaygın olan DTO yani ‘Dünya Türk Olsun’ sloganını hatırlatıyor. Bir de ‘Cihan Türk Olsun’ adlı bir haber ajansı vardı, epeyidir ses yok. Herkesin Türk olduğu veya AKP’li olduğu, yani herkesin aynı şeyi düşündüğü bir dünya tasavvuru! Ölümcül derecede sıkıcı olurdu herhalde. Herkes aynı olunca didişecek insan kalmayacak.

Çünkü didişme illâki kötü bir şey değildir. Zira demokrasiler tekdüşünceyle yürümez, çürür. Demokrasi çoklu, farklı ve doğal olarak çelişkili seslerin birlikteliğidir. Anayasa da bunun kaydı.

Siyasetçilerin kardeşlik, uzlaşma, sağduyu, millì birlik ve beraberlik çağrılarına hiçbir zaman anlam verememişimdir. Hâlbuki itidal, tevazu ve üslûpta sükûnet başka, illâ ki uzlaşma bambaşka. Çelişki kavramını siyasete başarıyla taşıyan AKP’nin, çelişkinin demokrasinin temel zeminlerinden birisi olduğunu artık bilmesi gerekiyor. Çelişkide bir ziyan yok, bilâkis demokrasiler çelişkinin doğru yönetimiyle güç kazanıyor, pekişiyor.

Mülteci mi misafir mi?

Türkiye yoğun bir kafa karışıklığı ve ısrarla Suriyelilerin mülteci olmadığını savunuyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün Ortadoğu danışmanı Erşat Hürmüzlü şöyle hükmetmiş: ‘misafirlerimizin bulunduğu kampları ziyaret ederek, yetkililerden bilgi alıyorum. Dün (20 Haziran) buraya gelmek istiyordum fakat uluslararası mülteciler günüydü. Cumhurbaşkanım yanlış algılanmasın diye bugün gelmemi istedi.’ Sanki mülteciye mülteci denince Suriye’yi hoş tutmuş olacak, daha yeni başlamakta olan çöküşü engelleyebileceğiz.

Başdanışman sürdürüyor: ‘Buradaki arkadaşları mülteci olarak kabul etmiyoruz. Onlar bizim misafirlerimiz. (...) Biz nasıl onları misafirimiz olarak kabul ediyorsak onlar da kendilerini şefkatle kucaklayan, dostluk eli uzatan bir ülkede oldukları için memnunlar.’ Dünyanın neresinde insanlar misafirliğe canlarını kurtarmak için gider Allahaşkına? Türkiye bu devekuşu kafasıyla Suriye mülteci krizinin altında kalmaya namzettir.

Tarih: 25.06.2011 Okunma: 681

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?