Değerli okurlar, bugünkü sütunumu, Ahmet Nesin'in 26 Temmuz 2009 tarihli makalesine ayırıyorum. Çok ilginç şeyler okuyacaksınız.
Türk Solu’nun askerle içiçeliği ya da askerle beraber darbe
girişimi uzun yıllardır konuşulur, ama Ergenekon davasıyla beraber iyice
gündeme geldi… Esasında solcu-asker tartışması çok sağlıklı bir şekilde
yapılmıyor. Burada sağcıların, gericilerin ya da dincilerin ortaya attıkları
sol ile, Marksist solun tartıştığı sol arasında dağlar kadar fark var. Gerici
kesim bu oyunu bilerek oynuyor ve son dönemde de kimi aydınımsılarla beraber
aynı oyunu oynuyor…
Ergenekon davasında bu tartışma hızlandığına göre, önce olaya oradan bakmak
gerekiyor… Ergenekon davası sanıkları içinde ne kadar solcu var, bana göre
İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ekibi ya da İşçi Partisi grubu sol değil. Ya da
Ergenekon davasında yargılanan Marksist sol var mı? Baktığımız zaman öyle bir
sol yok ve Marksist solun da Ergenekon ya da askerden beklediği bişey yok.
Başından beri AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ekibinin dinci politikasına karşı
çıkmanın yolunun Ergenekon olmadığını, bunun karşısında da Ergenekon’a karşı
çıkmanın yolunun AKP’yi desteklemek olmadığını yazdım. Yargılanan ulusalcı grup
dışındaki sol Ergenekon davasını fazla ciddiye almadı, bunun nedenleri çok açık.
Marksist sol hemen hemen 50 yıldır meydana gelen bütün katliam olaylarında işin
içinde adı ister Ergenekon olsun, ister başka bişey, ama derin devletin
olduğunu yazdı ve söyledi… Ancak darbecileri yada derin devleti yargılamak
adına karşımıza Ergenekon davasını çıkarttığınız zaman bunu bir darbe ve derin
devlet yargılaması diye inandırmanız çok zor olur. Türkiye derin devletini ve
darbecilerini 3-5 general, 5-10 albay ve bilhassa AKP’ye karşı kimi sivilleri
yan yana getirerek yok edemezsiniz. 27 Mayıs 1960 darbesinden yargılamaya
başlamazsanız eğer, daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül darbecilerini katmazsanız,
sadece Erbakan’a karşı yapılan 28 Şubat ve daha sonra AKP Hükümetine verilen
muhtıra üzerinden giderseniz inandırıcılığınız kalmaz. Zaten kalmadı da,
tarihsiz bir belgeyle ortalığı velveleye verir, mahkemeler açmaya çalışır,
sonrada kafasını kuma gömen devekuşu misali ortalarda dolaşırsınız…
Tabii derin devleti yargılamak sadece askerle bitmiyor, işin içinde MİT var,
polis var, siyasetçi var, belki de en az asker var… NATO’nun emriyle Sovyetler
Birliği’nin kurulmasıyla beraber ortaya çıkan derin devletin nasıl geliştiğini,
hangi hükümetlerin bu oluşuma izin verdiğini ve göz yumduğunu, hatta emirler
verdiğini yargılamadan 50-100 kişilik sanıklarla darbe ve derin devlet davası
olmaz.
Faili Meçhul cinayetlerin üzerine gidiliyor, kimi yerlerde kuyular açılıyor ve
kemikler çıkartılıyor. Bu olaylardan dolayı kimi askerler tutuklanmaya
başlandı. Peki 1993 yılında başbakan olan ve “Elimizde PKK`ya yardım
eden 60 Kürt işadamının listesi var. Devlet PKK ile olduğu gibi PKK`ya mali
destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir.” diye demeç
veren Tansu Çiller nerede, neden Ergenekon sanıkları arasında adı yok. O
dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar nerede? Tansu Çiller’in bu demecinden
sonra kaç faili meçhul cinayet var, incelenmeye başlandı mı acaba?
Gelelim Susurluk kazasına, 3 Kasım 1996 yılında oluyor kaza, hükümette kimler
var, Necmettin Erbakan başbakanlığında Tansu Çiller var yine. O dönemin önemli
bakanları neden bu davada yoklar ve Refahyol Hükümeti Susurluk adına ne yapmış?
Abdullah Gül var o hükümette Devlet Bakanı olarak, yine Devlet Bakanı
Abdüllatif Şener var, İçişleri Bakanları Mehmet Ağar ve Meral Akşener, Adalet
Bakanı Şevket Kazan…
Ergenekon davasının genişletilmesi için aydınlar bir dilekçe sundular. Sanırım
o dilekçe yanlış anlaşıldı. Oradaki amaç bu yukarıda adlarını saydığım
kişilerin davaya eklenmesi olmalıydı. Tansu Çiller’in başbakanlığı dönemine ait
gizli belgeler yakılmış olarak bir arsada bulundu. Kimsenin umuru bile olmadı,
küçük haber olarak verdiler gazetelerde…
Türkiye’de solun askerle ittifakı yeni
ortaya çıkmış bir durum mu?
Bugünkü ittifak 1960’lardaki, 70’lerin
başındaki ittifakla aynı değil. Geçmişte sol kesimde, ‘biz Türkiye’yi askerle
birlikte bağımsız ilerici bir ülke yaparız’ diye bir düşünce vardı. Çünkü
60’ların dünyası farklıydı. Avrupa’da özgürlük hareketleri, sömürgeciliğin
yıkılması, Sovyetler’in izlediği politika, Nasır ve Baas hareketi vardı. O
dönemde sol, askerle birlikte statükoyu aşmak istiyordu. Bugünkü ittifak ise
çok farklı. Sol, askerle birlikte mevcut durumu muhafaza etmeyi, statükoyu
korumayı istiyor. Bugün ulusalcılarla Ergenekon arasındaki ittifak, 12 Eylül
sistemini, otoriter rejimi, devletin antidemokratik merkeziyetçi yapısını
korumak için.
Neşe Düzel sormuş, Zülfü Dicleli yanıtlamış.
1970’lerdeki 9 Mart darbe girişimi dedikleri olayla hangi solun bağlantısı var
acaba? Kendisi TKP’li o dönemlerde, iyi bilmesi gerekiyor. TKP’nin yok, TİP’in
yok, THKO’nun, THKP-C’nin ve TİKKO’nun da yok. Hatta bugünün ulusalcıları
denilen PDA grubunun, yani Doğu Perinçek ve arkadaşlarının da yok. Kimlerin
var, Hasan Cemal yazdı, Madanoğlu anılarını yazdı, İlhan Selçuk zaten belli…
Doğan Avcıoğlu var, var oğlu var da, bunları her zaman yakından takip eden MİT
ajanı Mahir Kaynak var yanlarında… Nasıl bir demokrasi savaşımıysa bu Mahir
Kaynak şimdi Star Gazetesi’nde Mehmet Altan ve Ahmet Kekeç ile birlikte savaşım
veriyor. O zamanın esprisi de kullanılamıyor artık, “Mahir kaynaklardan
aldığımız bilgiye göre…” demenin bile anlamı kalmadı… Bu partilerin
dava dosyalarının hemen hemen hepsi kitaplaştı, o kitaplarda, orduyla bağlantı nerede
var? 12 Mart döneminde bu örgütlere sempati duyan ve bu yüzden ordudan atılan
teğmen ve üsteğmenleri darbecilik bazında alacaksanız bişey diyemem?
İşte “Bugün ulusalcılarla
Ergenekon arasındaki ittifak, 12 Eylül sistemini, otoriter rejimi, devletin
antidemokratik merkeziyetçi yapısını korumak için.” dediğiniz zaman Türk
Solu sorunu ortaya çıkıyor. Ulusalcılar dediğiniz kesimin solla hiçbir
bağlantısı yok. Deniz Baykal’ın Ergenekon davasının avukatı olup olmaması kendi
sorunu, ama onun da sol olmadığını zaten sizler söylüyorsunuz. Oysa bugünkü
hükümete baktığımızda yukarıdaki tümceyi olduğu gibi görüyoruz. AKP 12 Eylül
faşizminin ve Kenan Evren’in dinci konuşmalarının ve 12 Eylül Anayasası’na ve
Seçimler Kanunu’na göre kurulmuş bir partidir. Kendi otoriter rejimini kurmak
için kendi milletvekillerini bile azarlayan, onlara konuşma hakkı vermeyen bir
partidir… 12 Eylül seçim sistemine göre % 10’luk barajla yüzde 50’nin altında
kendini hükümran yerine koyan bir rejimdir. Devletin antidemokratik yapısını
kendi lehine çevirmek için elinden geleni de yapmaktadır.
O zaman ortaya başka bir gerçek çıkıyor, hem askeri, hem de sivil darbeye karşı çıkan sol sizi ürkütüyor. Ergenekon’a bulaşmış yada bulaşmadığı halde içine sokulmak istenen herkesi sol diye göstererek halkı gerçek soldan da soğutmak gibi bir niyetiniz olmalı. Türkiye askeri darbe ve şeriatçı sivil darbe kıskacına girmiş durumda… Bütün sorun birine karşı çıkmak için diğerini destekleme gereği duymamaktır. Ayrıca darbe olayının sadece askerle yapılmadığını da bu halka anlatmaktır. Çünkü kimi aydınımsı yazarologlar sivil darbeyi görmezden gelerek askere her anlamda yüklenmeyi borç bilmeye başladı. Darbe yapanlara karşı olmakla bütün orduyu düşman olarak göstermek yada benimsemek de pek normal olmasa gerek…