DALGA ŞUURUN DERİNLİKLERİNDEN YÜKSELMİYORMUŞ, Cemil Meriç

GENEL HABERLER Misafir Yazar - 20.06.2009

 

Dalga, şuurun derinliklerinden yükselmiyormuş demek. Satıhtaymış. Sert ama sığda… Varlıktan ademe yuvarlanışta, ellerin ihtilaçla uzandığı dallardan biri daha kırılmış ne çıkar? Gölgeleri dal diye kucaklamaya koşmanın akıbeti… Gölge. İnsanlar birer gölge, konuşan, gülen, inleyen ve eriyen birer gölge. Toprak nasıl emerse suları, zaman da bu gölgeleri öyle yutuyor.

Neden en küçük fırtına bu gemiyi dümensiz bırakıyor? Bu bocalayışların hepsi de soyumuza has bir alın yazısı mı? Yoksa… Bu “yoksa” öldürüyor. Sürü ile acı çekmek, acı çekmemek gibi bir şey. Sürünün terk ettiği hasta bir koyun olmak güç.

Ruh iklimindeki durgunluk ne kadar sürecek? Bu aldatıcı bir sükûn mu? Bilmiyor ki. Neden ruhu bütün rüzgârlara açık, neden en küçük bir meltemle alabora oluveriyor?

Fertler de, içtimai sınıflar gibi antitezlerini sinelerinde besliyorlar. Ölüm mikroplarını içimizde taşımıyor muyuz? Sevdiklerimiz bazen bir vicdan azabı…

*   *   *

BULUTLARA BENZER DUYGULAR

Bulutlara benzer duygular: Turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz. Çiçeklere benzer duygular: Gönüllerde yıldız yıldız açılır, meyve olur, ağaç olur; nesiller dinlenir gölgesinde: Muzaffer alınlarda taç olur. Çiçeklere benzer duygular, kuytu bir bahçede açan çiçeklere. Gözyaşlarında kanatlanır yaprakları, kalbinin kanıyla şafaklaşır. Ağlayınca açar o çiçekler, gülünce solar. Kuşlara benzer duygular. Nereden gelirler bilinmez. Kâh çığlık çığlıktırlar, kâh sesleri işitilmez. Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selâmlayıp geçerler seni. Kuşlar soğuk iklimi sevmez.

*   *   *

ROUSSEAU

Deha çullanmış Rousseau’ya. Nereye gitse kovalamış: Gölge gibi, felaket gibi. İnsanların en terbiyesizi, insanlığın en büyük terbiyecisi olmuş. Zilletlerini, düşüşlerini, hicranlarını tefekküre kalbetmiş. Gübreden fışkıran zambak. Byron haklı: Rousseau’yla bir çağ başlıyor… Hasta, sarsak, yapmacıklı, perişan bir çağ. Ama kalbi var bu çağın. Yalnız beyin, yalnız merasim, yalnız poz değil.

*   *   *

KAÇANLAR

Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor yurdundan. Hayır, kirlettiği bir odadan kaçar gibi. Unutuyor ki vatanı kenefe çeviren kendisi. Aydın, Tanzimat’tan beri Batı kapitalizminin şuursuz simsarı. Tanzimat bir medeniyetin fethi değil, bir ırzını teslim. Ve aydın harabe haline getirdiği bu memleketin enkazından bir şeyler yüklenip Batı’ya kaçmak istiyor. O enkazla yeni bir bina kurmak güç şey. Ama zavallı dostlarım, dünyanın en güzel coğrafyasını cehennemleştiren biziz!.. Bavulunuzda, hafızanızda o cehennemi taşıyorsunuz. Kaçış, daima zelilanedir. Bu kaçış bir kendini arayış da değil, pervanenin ışığa koşması da. Hürriyet, hürriyet… ne hürriyeti? Mevcut hürriyetleri kullanıyor musun? 1963 Türkiye’si Voltaire’lerin Fransa’sından yüz kere daha hür. Voltaire’ler nerede?

 

Arşiv

Tarih: 20.06.2009 Okunma: 703

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?