İkinci Abdülhamit

İsmail Hakkı CENGİZ - 10.11.2018

Biz İkinci Abdülhamit'i nereden bileceğiz?

Peki, kim bilebilir?

Onu en iyi onun döneminde yaşayanlar bilir, değil mi?

O vakit, onlardan dinleyelim… Onlardan biri 1864 doğumlu Hüseyin Rahmi Gürpınar olabilir mi?

İkinci Abdülhamit döneminin bütününe (1876-1909) şahit olmuş, ondan sonra gelen İkinci Meşrutiyet, İttihat ve Terakki, İşgal yılları, ülkenin yeniden kurtarılması ve Cumhuriyet dönemlerini görmüş, yaşamış. Ölümü 1944…

Gelin, Abdülhamit’i bir de ondan dinleyelim:

Bugün hâlâ eski hırsızlıkların refahıyla yaşayanlar yok mu? Memleketin bazı semtlerinde Abdülhamit devri resmî hırsızlıklarının dikilmiş muazzam, mualla abidelerini görüyoruz. Bunlar vaktiyle nasıl kazanılmış ve kimden kime, ne suretle intikal etmiştir?

O zamanın bu büyük hırsızları kendi bileklerine geçirilecek kelepçelerle kanunu zincire vurmuşlar, insafsız tehditler, tazyiklerle her şeyi kendi lehlerine söyleterek eller yukarı haydutluğuyla böğürenler gibi bila-mania memleketi soymuşlardır.

Bu soygunculuk zamanında neler olurdu? Hak edenler maaşlarını tamam almazlar, hemen yarı yarıya sarraflara kırdırırlardı. Küçük sarraflar da Haronaçi gibi büyüklere satarlardı. Bu suretle elden ele geçen “suretler” son merhalede büyütülür, paralar alınırdı. Sahiplerinin zararına, hırsızların yararına bunları buyuran hangi kırılası parmaklardı?

Mademki bu paralar hazineden çıkacaktır, o zaman Nemrut kafalı mesulleri, doymaz haramileri bu işi meşruiyetine döndürecek çareyi bulamazlar mıydı?
Bu maaş suiistimallerinin elebaşlarından bazılarının suret toplamak hırsızlığıyla iki yüz liraya iki bin liralık iratlar, konaklar aldıklarını bilen adamlardan bugün hâlâ yaşayanlar vardır.

Herkesin ruhunu, hürriyetini sıkan istibdat cenderesinin somunlarını her gün biraz daha kıvırarak müstebitin zulmünü, hâkimiyetini uzatmaya uğraşan heriflere hizmetlerine mükafaten bol bol maaşlar, ihsanlar, çiftlikler, maden imtiyazları, rütbeler nişanlar verilirdi. Yokluk halk içindi. Bu doymaz ejderler bütün varidat membalarını çevirmişlerdi. Bu zalim, bu cahil, bu çapulcu idareden şikâyet edenler asi sayılır, hemen sürülür, mazlumlara gık dedirtilmezdi. Matbuatın ağzına ısıran köpekler gibi müzüvar takılmış, kalemlere pranga vurulmuştu. Şair, edip yetişemiyor, fikirler kaynadıkları kafaların içinde kilitleniyordu. Muharrirler zulmü alkışlamak için yazdıkları sütunların yarısını iktidarı methetmeye, şükrana, , duaya hasretmek mecburiyetindeydiler. İçinde yaşanan cehennemi cennet bahçesi göstermek için dalkavuk kalemler birbiriyle yarışırlardı. İlim, fikir adamı memleket haini demekti. Zabıtanın nezareti altında yaşarlardı. Ufak bir vakanın ortaya çıkmasında en evvel bunlar tevkif edilirdi.

Sansür gazetelere yazdırtmaz. Hafiyeler halkı dertleşmeye bırakmaz, hükümetin her fenalığı gizli hastalıklar gibi üstü örtülü cereyan eder, Türkler burunlarının dibinde olan biten felaket haberlerini ancak Avrupa gazetelerinden alabilirlerdi.

Yetişecek istidatlı gençler hamal-camal fikirli kaba saba adamların idareleri altında ezdirilirdi. Bugün o zamanın soygunculuğundan kalma iratlar, paralarla geçineneler mallarının meşru ve hakiki mutasarrıfları kendileri olmadığını bilmelidirler. Bunlar o devirde sürüm sürüm sürülenlerin hakkıdır.

Onlar susturulmamış olaydılar müstebite sadakatten başka insanlıktan nasipleri olmayan idare kodamanları o altın külçeleri üzerinde yuvarlanabilirler miydi? Hakkı susturarak, adaleti kelepçeleyerek memleketi bütün ilmî, fikrî, harsî telakkilerden men ederek gözyaşı, kan, irin membalarından gelen bu verasetlerle bugün geçinebilenler acaba babalarımızın vatana ettiği filan hayırlı hizmetten dolayı biz de bu nan-ü nimete müstahak olduk diyebilirler mi?  Müstebitin keyfine hizmet millete hıyanettir. Müstebite sadakat zulmün desteklenmesidir. Her müstebit etrafına topladığı kalpsiz, ahlâksız açların hırslarını doyurarak istibdatını söktürebilir. Abdülhamid’i Abdülhamid yapan etrafındakilerdir. Çünkü içinde hafiye olmayanı yoktu. Saltanatı kulplarından tutanlar menfaatleri uğruna milleti bir pula satanlardı. 

Utanmaz Adam, 1934, Everest Yayınları 2011, S. 361-363,

NOT: “Utanmaz Adam”, Gürpınar’ın bir romanının ismidir. Abdülhamit’le ilgili bölüm romanda geçen bir karakterin ağzından yukarıdaki kadardır.
Tarih: 10.11.2018 Okunma: 948

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?