Türkiye, jeolojik (coğrafî) olarak da Batı’ya gidiyor

İsmail Hakkı CENGİZ - 13.05.2017

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.


Osmanlı’nın son dönemlerinde, Türkiye’nin nerede durması, nereye gitmesi gerektiği uzun yıllar tartışıldı. Sakallı Celal (1886-1962) nam filozofun, “Türkiye Doğu’ya giden bir gemidir. Onun güvertesinde bazıları batıya doğru koşarak Batı’ya gittiklerini sanırlar” sözü ünlüdür.

Elbette bu iddiaya katılmıyoruz. Zira Osmanlı’nın ilk günlerinde, Osman Gazi’ye yoldaşları sorarlar, “biz niye hep batı’ya doğru sefer edip duruyoruz ki?” Osman Gazi, “Benden önceki atalarım hep Batı’ya doğru gitti, biz de Batı’ya gideceğiz” cevabını verir.

Türk Milleti Orta Asya’dan itibaren durmaksızın Batı’ya doğru hareket halindedir. Bu, kavimlerin fizikî hareketi olarak Batı’ya doğru olduğu gibi, kültür olarak, uygarlık olarak, siyasî olarak da Batı’ya doğru bir harekettir.

Dün Batı’ya doğru olan bir hareketi daha öğrendik: Türkiye, toprak parçası olarak da Batı’ya doğru hareket halindeymiş. Yani coğrafî olarak, jeolojik olarak da Batı’ya doğru gidiyormuş. Bu hareketi, Doç. Dr. Mehmet Ali Danışman, şöyle izah etti: “Anadolu’yu kuzeyden Sibirya, güneyden de Arap yarımadası itiyor. Her iki büyük kitle yukarıdan ve aşağıdan Türkiye’yi coğrafî olarak sıkıştırıyor. Sıkışan Anadolu toprakları için tek çıkış noktası var: Ege denizi istikameti… Yani Batı!”

Çok ilginç ve çok manidar değil mi?

Türkiye’nin Batı’ya gitmekten, Batı’nın değerlerini paylaşmaktan başka bir çıkışı, başka bir yolu yoktur. Doğu’nun bize verebileceği müspet bir şeyi pek yoktur. Doğu’dan bize mülteci gelir, açlık gelir, yokluk gelir, yoksulluk gelir.

Neyse… Bunları nasıl olsa her zaman konuşuyoruz. Şimdi, biraz Türkiye’nin eşsiz güzelliklerini konuşalım.


Fotoğraflar Ayla Özer

Önceki gün (9 Mayıs 2017), İzmir Çevre gönüllüleri Platformu (İZÇEP) olarak bir çevre gezisine çıktık. Yöreyi araştırmaları dolayısıyla çok iyi tanıyan, hemşerimiz, Doç. Dr. Mehmet Ali Danışman lütfetti, bize öğretmenlik ve önderlik etmeyi üstlendi. 30 kişilik grubumuzu, önce Turgutlu sırtlarındaki volkanik tepelere götürdü. Verdiği bilgiye göre, buralarda 12-16 bin yıl önce bir yanardağ patlaması olmuş. O patlamanın eserleri olan taş, toprak ve bilhassa volkanik küllerin örttüğü alanları gezdik. Binlerce yıl önce meydan gelen patlamanın izleri daha dün olmuş gibi taptaze gözüküyordu. M. Ali Hoca, 70 kadar “ayak izi”nin bulunduğu noktayı gösterdi. Patlama sırasında kaçan bir insan ve köpeğin ayak izleri… Kaybolmasın diye büyük bir bölümü müzeye kaldırılan ve 6-7 tanesi de alanda bırakılan ayak izleri toprakla örtülmüş. Bu ayak izlerinden 15 bin yıl kadar önce bu topraklarda yaşayanlar olduğunu öğreniyoruz. Binlerce sene öncesinin hadiselerini, izlerini görmek büyüleyiciydi.


Hocamız, bizi oradan Kula’ya bağlı Emre köyüne götürdü. Burada, Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Yunus Emre ve şeyhi Tapduk Emre’nin mezarı vardı. Ziyaret ettik, yanımdakilere, “Yunus Emre’nin bu kadar çok mezarı var ama asıl mezarı Sandıklı’da” demeyi ihmal etmedim.

Aynı köyde çok ilginç bir yapı daha gördük: Cârullah Bin Süleyman Camii… 1547-48 yıllarında yapılan caminin özelliği, iç ve dış duvarlarının, 1806-1821 arasında, bitki ve bina resimleriyle süslenmiş olmasıydı. M. Ali Hoca, “Bu süslemeleri, İslam’ın özünde bir bağnazlığın olmadığının bir göstergesi” olarak görüyor ve çok önemsiyordu.

Caminin renkli süslemeleri, 200 yıllık bir boyama olduğu halde, daha birkaç gün önce yapılmış gibi canlı ve taze gözüküyordu. Bu tazelik hayranlık uyandırıcı, hayret vericiydi.

Resimlerini görüyorsunuz…





x   x   x

KULADOKYA – YANIK ÜLKE

Emre köyünden Kula Peribacaları’na doğru hareket ettik. Kula’nın eski isminin “Kuladokya” olduğunu anlatan M. Ali Hoca, bunu öğrenmemizi ve ara-sıra bu hoş isimle Kula’yı anmamızı tavsiye etti. Yolda birkaç defa “YANIK ÜLKE” levhasını gördük. Bu Yanık Ülke, daha çok şarapçılıkla ilgiliymiş. Bu marka altında çok büyük üzüm bağları ve dünyanın en kaliteli şarapçılığını yapan bir işletme oluşturulmuş. Kula’nın İzmir tarafında, ana yoldan görülüyor.

Yörenin Yanık Ülke olarak adlandırılmasında hiçbir şaşırtıcı yan yok. Çünkü vaktiyle buralarda hiç ağaç yokmuş, sadece iyi şarap yapılan üzüm bağları varmış

Öte yandan, söz konusu yörede toprağın büyük bir kısmı, yukarıda bahsettiğim volkanik patlama sonucu meydana gelen lavlar ve küllerle örtülü… Yanık Ülke adı bununla da ilgili olsa gerek!

Peribacaları da Kula’ya 16 kilometre mesafede, İzmir yolu üzerinde ana yoldan görülebilen bir mevkide bulunuyor.


Dağları, kayaları yağmur ve rüzgârın aşındırmasıyla ortaya çıkan oluşumlar… Kul aklıyla, insan becerisiyle asla yapılamayacak, hatta hayal edilemeyecek şekiller, yapılar, bileşimler… Peri Bacaları! Bakmaya, resim çekmeye doyamayacağınız güzellikte. Bir doğa harikası…

x   x   x

DÜNYANIN İKİNCİ BÜYÜK KANYONU

Gezimizin son durağı ve uğrağı, dünyanın “ikinci büyük” kanyonu, Ulubey Kanyonu oldu. En uzun süre burada gezdik, oyalandık. M. Ali Hoca, bu kanyonun binlerce yıl içinde nehirlerin aşındırmasıyla oluştuğunu ve 75-80 kilometre uzunluğunda olduğunu anlattı. Cam terasa çıkmakla, 130 metrelik yükseklikle sizin aranızda sadece bir cam kalıyor… Hem ürküntü, hem hayranlık verici bir deneyim, gözlem ve duygu.




Yanımızda Mehmet Ali Bey olmasa gezdiğimiz yerlerin çoğunu bilemezdik, bulamazdık, belki aklımıza bile gelmezdi. Sayesinde çok verimli bir gün ve gezi yaşadık, pek çok şey öğrendik. İZÇEP gönüllümüz Feriha Hanım’ın eşi olan, değerli hemşerimiz Doç. Dr. Mehmet Ali Danışman’a sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Kanyon çok önemli, dünyanın ikinci büyüğünden bahsediyoruz. Aşağıda, “gov.tr” uzantısından devletin resmî sitesi olduğu anlaşılan, “Uşak’ın resmî tanıtım sitesi”nden bir bilgilendirme var. Dikkatle okumanızı öneriyorum. Güler misiniz, ağlar mısınız?

 

Ulubey Kanyonları ve Cam Teras


Ulubey Kanyonu (Ulubey Canyon) Uşak ilinin Ulubey ilçesi sınırları içerisindedir. ABD deki Arizona Eyaleti sınırları içersinde bulunan Büyük Kanyon dan sonra dünyanın en büyük 2. kanyonudur. Bugüne kadar bilinmeyen kanyon, Ulubey Çayı ve Banaz Çayı boyunca devam eden bir ana kanyon ile buna bağlanan onlarca büyük yan kanyonlardan oluşur. Ulubey çayı, bütün kanyonu adeta saklı bir cennete çevirmiştir. 

Ulubey'de ilin güney ve güney batı kesimlerinde jeolojik yapının özelliğinden dolayı oluşan Ulubey Kanyonu, kanyondan geçen Dokuzsele Deresi’nde meydana gelen kirlilikten dolayı turizme açılamıyor. Kanyonun, dibinden geçen Dokuzsele Deresi temizlendiğinde yamaç paraşütü ve doğa turizmine açılması planlanıyor.

Kanyonda her türlü meyve ve sebze yetiştirilir. Kanyona toprak yollardan iyi bir arazi aracı ile inebilirsiniz veya belirlediğiniz bir güzergahta grup halinde yürüyüş yapabilirsiniz… Banaz çayında sal sporları, kayalıklarda tırmanış, kanyon boyunca balonla gezinti yapılabilir. Ulubey İlçesi, Uşak merkeze 29 km mesafededir ve gün boyu toplu taşıma imkânı vardır. Uşak merkezinde konaklayabilir ya da kanyona hakim tepelerde çadır kurabilirsiniz.

Ulubey Kaymakamlığı tarafından 2015 yılında hizmete açılan Kanyon Cam Teras Park 302 metrekare büyüklüğünde bir kafeterya ve 135 metrekare büyüklüğünde camdan oluşan seyir terası yaptırılmıştır.Cam terasta metrekareye düşen ağırlık 801.2 kg.dır. Camlar 30 mm kalınlığında  ve kurşun geçirmez özelliğe sahiptir.

http://www.usaktanitim.gov.tr/default.aspx?x=fotolar&id=7

Tarih: 13.05.2017 Okunma: 749

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?