ANALİZ: TAKSİM’DEKİ HENGAMENİN SEBEBİ ADALETSİZ TAKSİM!

İsmail Hakkı CENGİZ - 25.06.2013

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.


Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul,

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;

Necip FAZIL

x   x   x

Bütün toplumsal olayların temelinde “ekonomik” sebepler vardır…

Bugün, Taksim’le sembolize edilen “sosyal olaylar”ın sebebi de ekonomiktir.

Evet, özgürlük talebi vardır ama önce “ekonomik özgürlük” talebi vardır…

Yoksa dünyanın en özgür insanı dağdaki çobandır. Uçsuz bucaksız çayırlarda, bayırlarda koyun-sığır gütme özgürlüğü… Ne karışan var, ne görüşen!

Cebinizde para yoksa seyahat özgürlüğünüzden,

Haber alma özgürlüğünüzden,

Eğitim-okuma-internet özgürlüğünüzden,

Yeterli beslenme, tatile çıkma,

Eğlenme-içki içme,

Hatta “Hacca-Umre”ye gitme gibi ibadet özgürlüğünden bahsedilebilir mi?

Kısaca, “özgürlük” talebi, en önce ve her şeyden önce “ekonomik özgürlük” talebidir…

Daha açık bir ifadeyle; “ekonomik kaynaklardan pay alma” talebidir.

İşte, işin “püf noktası”!

Yoksa üç ağaç, Topçu Kışlası, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılıp yıkılmaması değildir. Bunlar semboldür… “Ekonomik kaynaklar kimin elinde olacak, ne kadarı paylaşılacak, kime ne kadar düşecek?” kavgasının sembolleri!

11 yıllık bir siyasî iktidar var ve bu tek parti iktidarı, ülke yönetiminde “derinleştikçe” ekonomik kaynakları kontrol etmekte de derinleşmiştir.

Taraf gibi, yıllardır iktidar yanlısı olarak bildiğimiz bir gazetede, Mehmet Baransu imzasıyla yayımlanan şu habere bakın: “MİT fişledi MHP’li şirketlerin işi bitti… CHP’den sonra MHP’li şirket ve işadamlarının da kamu ihalelerini almamaları için fişlendikleri ortaya çıktı.” (13 Haziran)

Demek devlet ihaleleri muhaliflere verilmek istenmiyor. Zaten uzun süredir, ihalelerin AKP yanlılarına verildiği yazılıp, söyleniyordu.

Tabii “ihaleler”, kaynakların en yüksek ve en büyük rakamlı paylaşımı…

Bunun dışında, bir de devlete alınacak memurlar var… Burada da yandaşın, partililerin kayırıldığı şikâyetleri arş-ı âlâyı tutmuş vaziyette…

Yandaş gençlerin gösterilere karşı çıktığı haber veriliyor. Tabii karşı çıkarlar… Bir işsizlik dertleri, iş bulma-işe girme dertleri yok ki… Tam tersine, ellerindeki ayrıcalıkları kaybetme tehlikesi var.

“Biri yer, biri bakar, kıyamet bundan kopar” atasözünde olduğu gibi, kıyamet burada kopuyor…

Gençler akıl almaz adaletsizliği görüyor ve giderilmesini istiyor… Ülke insanı olarak, ülke kaynaklarından payına düşeni talep ediyor.

x   x   x

SAVAŞIN BAYRAĞI TÜRBAN

Bu iktidardan önceki devirde, ülke kaynakları başka bir kesimin elindeydi. Bugünün iktidar sahipleri, o gün mağdurdular, ekonomik kaynaklara fazla yaklaştırılmıyor, paylarına düşeni alamıyorlardı.

“Haklarını almak” için bir mücadele başlattılar…

Mücadelenin bayrağı “türban”, bayraktarları “türbanlılar”dı…

On yıllar süren savaş, türbanlıların “zafer”iyle sonuçlandı.

Ülke kaynaklarının başında bulunanlar yavaş yavaş uzaklaştırıldı… Yerlerine yeni iktidarın mensupları getirildi. Şimdi kaynakların başında olanlar, geneli itibariyle ya türbanlı veya eşleri türbanlı…

Eh, bir savaş, bir meydan muharebesi kazandığınıza göre, bu çok normal!

Hatta bunu eski iktidar sahipleri bile “normal” kabul edebilir. “Kaybettiğimize göre, kaynakların muzaffer olanlarca kontrol edilmesi doğal” diyebilir!

Gel gör ki, ülke sadece eski ve yeni muktedirlerden oluşmuyor… Bir de bu kavgayla ilgisiz, ülke kaynaklarını kontrol imkânına hiçbir zaman ulaşamamış milyonlarca genç var…

Bu “yeni nesil”; kendisiyle aynı kuşaktan olduğu halde fevkalade “ayrıcalıklı” olan diğer gençleri görüyor, izliyor… Adaletsizliklerin farkına varıyor… Düzeltilmesini bekliyor, adalet istiyor fakat yıllar geçtikçe hiçbir şey değişmediği gibi, bugünün muktedirleri gittikçe daha bi “istikrarla” kaynaklara sahipleniyor, sahiplenmelerini pekiştiriyor.

Elbette bir gün geliyor “bardak taşıyor”!

Covey’in, “İsyan, zihnin değil, yüreğin düğümlenmesidir.” dediği noktaya varıyoruz.  Yürekler düğümleniyor. Gençler ayağa kalkıyor.

x   x   x 

KORKUNÇ KİRLİ BİR SAVAŞ, BAŞROLDE YİNE BAŞÖRTÜSÜ

30 yıl süren PKK terörü de, haddizatında, temelinde ekonomik sebepler olan bir eylemdi.

İki bakımdan ekonomik sebeplere dayalıydı:

1. Bölge halkı, ülke ekonomisinden en az payı alan kesimdi. 

2. Söz konusu eylem başladıktan sonra, devlet içindeki etkin gruplar, yıllar yılı hadiseleri ülke kaynaklarının paylaşımının bir “araç”ı olarak kullandılar.  

Bilindiği gibi; Güneydoğu’daki bu 30 yıllık “süreç” için binlerce defa “Bu kirli bir savaş” ifadesi kullanılmıştır. Evet, “kirli”, “karanlık” ve “kanlı” bir süreçti. Çünkü orada;

Kışkırtmalar,

Yalan ve İftiralar,

Yönlendirme ve saptırmalar insafsızca yapılmış/kullanılmıştır.

Neticede, 10 binlerce genç toprağa verilirken, yüz milyarlarca dolar, o günkü yandaşların (ki bazıları her devrin yandaşıdır) cebine aktarılmıştır.

Bugünkü savaş daha az kirli bir savaş değildir.

Üstelik bugün ekonomik kaynaklar daha da büyümüş ve çeşitlenmiştir. Bugün, çok daha büyük bir pastadan pay alma söz konusudur. Dolayısıyla pay kapma ve kaptırmama savaşı çok daha merhametsiz, kıyıcı,

Çok daha can yakıcı,

Çok daha kirli vasıta ve yöntemlerle yapılmakta,

“Hasım taraf” yıpratılmaya,

Hatta “imha edilmeye” çalışılmaktadır.

x   x   x

Kaynakların kontrolünü “başörtüsü” bayrağıyla elde etmeyi başaran bugünkü iktidar, aynı bayrağı dalgalandırmayı sürdürmekte,

Kitlelerini “başörtüsü” simgesiyle coşturmakta,

“Başörtüsü”yle yönlendirmektedir.

Taksim-Gezi Parkı’ndaki gençlerin eylemi, Türk ve dünya kamuoyunda son derece haklı görülmüş ve büyük bir destek bulmuştur. Eyleme, pek çok dindar da destek vermekteydi.

Bunu önlemek için akıl almaz yalan ve iftiralara başvuruldu.

Eylemcilere destek zirvedeyken, bir “başörtülü” haberi ortaya atıldı.

Stargazete’nin haberine göre; 25 yaşındaki, 6 aylık bebeği olan genç bir kadına Kabataş İskelesinde, “Gezi Eylemcileri” saldırmıştı. Saldıranlar, kadın-erkek 70-100 kişiydi. “İddia”yı, 14 Haziran Günü Emin Çölaşan Sözcü’deki köşesinde değerlendirirken, Zaman şu satırlarla haber yapıyordu: 25 yaşındaki bir annenin başörtülü olması sebebiyle bir grup eylemci tarafından darp edildiği öne sürüldü. Star gazetesinin haberine göre, Z.D., 6 aylık bebeğiyle Kabataş’ta saldırıya uğradı. Başbakan recep Tayyip Erdoğan geçen haftaki grup toplantısında, olayla ilgili, ‘çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler’ açıklamasını yapmıştı.

Çölaşan da aynı haberi, aynı ayrıntılarla vermiş ve haberin doğruluğunu sorgulamıştı.

Zaman gazetesindeki haberin altında, “iddia”yla ilgili bir haber daha vardı… Aile ve Sosyal Politikalar bakanı Fatma Şahin’in şu sözleri, Şahin’in resminin altına manşet yapılmıştı: Bu vahşiliği kabul etmek mümkün değil, olayın takipçisiyiz.

Ayrıca, anneye, Sayın başbakan’ın da geçmiş olsun dileklerinde bulunduğu medyada yer aldı.

Bu “iddia” çok mühim bir haber…

“iddia”da çok ilgi çekici hususlar var:

1. Star’daki haber, 13 Haziran günü yayımlanmış.  Hâlbuki saldırı olduğunu Erdoğan, 11 Haziran tarihindeki grup toplantısında bildirmişti. Demek ki, bu vaziyette, “saldırı olayı” hiçbir yayın organında çıkmadan Başbakan Erdoğan’a bildirilmiş. Onun bahsetmesinin ardından Stargazete ve ondan alıntıyla diğer gazeteler haber yapmışlar.

2. Bu çok garip değil mi? İstanbul’un en kalabalık noktalarından birinde, anne ve bebeğe saldırı olacak, günlerce duyulmayacak!  

3. Haberi Stargazete’de buldum. Söz konusu anneyle Elif Çakır adlı gazeteci konuşmuş. Anne’nin yüzden fotoğrafı yok. Arkadan, kim olduğu asla bilenemeyecek bir başörtülü resim. Böyle bir olayın inandırıcı olabilmesi için, kimliğin ve fotoğrafın açık olması gerekmiyor mu?      

4. Olay, Gezi eylemcilerinin işi olarak duyuruluyor. Taksim-Gezi parkı nire, Kabataş iskelesi nire?

5. Zaman gazetesinin haber verme şekline dikkat etmişsinizdir: “haber”i, “öne sürüldü” şeklinde veriyor. Yani Zaman gazetesi bile olaya temkinli yaklaşıyor.

6. Böyle bir hadise gerçekten vukua gelmiş olsa, yandaş medya çektiği görüntülerle defalarca ve günlerce yayın yapar mıydı, yapmaz mıydı? Kıyameti koparır mıydı, koparmaz mıydı?

Bütün bunlara rağmen “iddia”nın doğru olabilme ihtimaliyle; böyle bir saldırı, benim kız kardeşimin veya kızımın başına da gelmiş olabilirdi diye düşünmeden edemiyorum. Doğruysa, böyle bir saldırıyı gerçekleştirenleri lanetliyorum.

Aynı günlerde, bir başka kadına ve bir delikanlıya da saldırı oldu:

Polis, İzmir’de, Kordon’da kendi halinde oturmakta olan gençlere saldırdı. Bir kızı saçlarından sürükledi… Bir gencin kafasına ve yüzüne copla defalarca vurdu. Bunların görüntüleri televizyonlarda gösterildi.

Yandaş medyadan, Başbakan’dan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’ndan tık yok.

Benim yaptığım “empati”yi yapamıyorlar mı?

O genç kız ve delikanlı benim kız kardeşim, çocuğum, evladın da olabilirdi diyemiyorlar mı?

Herhalde diyemiyorlar!

Çünkü kendi yakın ve yandaşlarına asla böyle bir saldırı ihtimali görmüyorlar!

Hatta “onlar bizden değil, onlara müstahaktır” diye düşündüklerinden şüpheleniyorum.

Çünkü “bizden olmayan” onlar, elde ettiğimiz ekonomik kaynaklardan pay talep etme potansiyeline sahipler… Şimdiden sindirilmeleri iyi olur!

Nitekim din budur, iman budur!

x   x   x 

KİRLİ SAVAŞ’IN MERHAMETSİZ ARAÇLARI

Eylemciler arasına “marjinal gruplar”, hatta “teröristler”in katıldığı/sızdığı,

Bu aşırı grupların direniş çadırlarını yakıp, eylemcileri öldürmek istedikleri,

Eylemcilerin polisle çatıştığı,

Açıkça, polis kurşunuyla yere düştüğü ve o kurşunu atan polisin kaçtığı kameralarca kaydedildiği, televizyonlarda yayınlandığı, hatta o polisin tabancasına el konulduğu haber verildiği halde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, yere düşen Etherm Sarısülük adlı göstericinin diğer eylemcilerin attığı taşla ağır yaralandığını ve sonra öldüğünü söyleyebilmiştir.

Biber gazından kaçan bazı eylemciler bir camiye sığınmışlardı. Başbakan, bu camiye ayakkabılarla girildiğini, gençlerin camide alkol aldıklarını söyledi. Caminin müezzini ve imamı ayakkabıyla girilmenin, alkol alınmasının söz konusu olmadığını bildirdiği halde, Başbakan daha sonraki konuşmalarında da yukarıdaki sözlerinde ısrar etti.

Akit gazetesi ise iftirada sınır tanımayarak, söz konusu camide “grup seks” yapıldığını bile yazabildi.

Bunlar niye yapılıyor?

“Hasmı” yıpratmak,

 Gözden düşürmek,

Kâfir olduklarını,

Haksız olduklarını kanıtlamak için…

Kendi saflarının daha da sıklaştırılmasını sağlamak için…

Ekonomik kaynakları daha uzaktan korumak, hasmın yaklaşmasını engellemek için!

Neden bu kadar acımasızlar?

İşin doğasında var!

Adı üstünde vahşi kapitalizm!

“Dindarlık mı?” mı dediniz?

Sisteme göre!

Sistemle ahenkli!

Gerçek din mi?

Kaf dağının ardında!

x   x   x

GÜNÜN ÇİZGİSİ, PENGUEN’DEN, 20 Haziran


Tarih: 25.06.2013 Okunma: 712

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?