İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası, Dr. Oğuz Tutal‘ın iklim krizinin kuraklık ve aşırı sıcaklar gibi etkilerinin tarım üzerindeki etkilerini değerlendirdiği bir incelemeyi aktardı.
Tarım, iklim değişikliğinin en önemli sorumlularından olduğu gibi, etkileri karşısında en kırılgan sektörlerin de başında geliyor. Yağış ve sıcaklık rejimindeki değişiklikler, tarımsal üretimi ciddi şekilde düşürürken, artan hava sıcaklıkları, düzensiz yağışlar, kuraklık, fırtına ve sel gibi hava olaylarının sıklaşması, ürün yetiştirmeyi zorlaştırıyor.
İklim değişikliğinin tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkileri, bu konuda orta-yüksek riskli ülkeler arasında bulunan Türkiye’de de gözlemleniyor. Kuraklık, Güneydoğu Anadolu bölgesinde buğday, arpa, Antep fıstığı, pamuk gibi önemli ürünlerin verimini düşürdü. Benzer şekilde, Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde zeytin ve zeytinyağı üretimi olumsuz etkilendi ve son yıllarda Türkiye, bu alandaki rekabet avantajını yitirdi. Sıcak hava şokları, zeytin sineği gibi zararlıların hızla yayılmasına sebep olurken, dolu fırtınaları da ürünlere ciddi fiziksel zararlar veriyor.
İç Anadolu’da yer altı sularının azalması ve kuraklık, üretimde dalgalanmalara ve gıda güvenliği, göç gibi konularda uzun vadeli tehditlerin oluşmasına neden oluyor. Birçok bölgede ürünlerin yetişme ve hasat mevsimlerinin değişmesi, çiftçiler için belirsizliği artırıyor. Karşılaştıkları ekonomik ve teknik sorunlara iklim değişikliği de eklenen üreticiler, tüm bunlarla mücadele etmekte zorlanıyorlar.
2022 yılında yayınlanan bir akademik çalışma ise iklim değişikliğinin Türkiye tarımına çeşitli etkileri konusunda daha bütüncül bir tablo sunuyor. Türkiye için büyük önem taşıyan beş tarla bitkisinin 1968’den 2018’e iklim değişikliğinden farklı şekillerde etkilendiğini ortaya koyuyor.
Araştırmaya göre, Türkiye’de ekili alanların en az yüzde 80’ini kaplayan buğday, arpa, pamuk, ayçiçeği ve çayın karşı karşıya kaldığı etkiler, bölgeye ve zamana bağlı olarak farklılaşsa da, sorunlar genellikle kuraklıktan ve yüksek sıcaklıklardan kaynaklanıyor.
En büyük darbe, Güneydoğu’da pamuk üretimine
Yapılan birçok çalışma, ekstrem sıcaklıkların ve kuraklık riskinin Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Ege bölgeleri için hayli yüksek, hatta kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle, incelenen beş üründen öncelikle pamuk, ardından ayçiçeği ve buğday için önemli riskler var.
İncelenen beş ürün içerisinde iklim değişikliğine bağlı gözlenen en büyük etki, Güneydoğu’daki pamuk üretiminde oldu; aşırı sıcaklıklar ve kuraklık, verimi düşürdü.
Pamuk, özellikle tekstil sektöründeki kullanımı nedeniyle, Türkiye için oldukça önemli bir ürün. Yalnızca 2021 yılında, 864 milyon dolarlık yerel ham pamuğun işlenerek net değerinin üç katı ekonomik ölçek yarattığı hesaplanıyor. Ancak dünyanın en büyük yedinci pamuk üreticisi olmasına karşın Türkiye, net pamuk ithalatçısı konumunda. Bu ithalatın yıllık maliyeti ise yaklaşık 1,5 milyar dolar seviyesinde.
Türkiye’de üretilmesi büyük ekonomik önem taşıyan pamuğun yetiştirildiği bölgeler, aynı zamanda iklim değişikliğinin kuraklık gibi olumsuz etkilerine en açık alanlar arasında. Sadece Şanlıurfa ve Diyarbakır, toplam üretimin neredeyse yarısını gerçekleştiriyor. Oysa hem sıcağı hem de suyu seven pamuk için yağış ve sulama olanakları kritik önem taşıyor. Dolayısıyla Güneydoğu Anadolu’da gözlenen normalin üzerinde sıcaklıklar ve düşük yağışlar, üretimi olumsuz etkiliyor.
Güneydoğu Anadolu’da ve Akdeniz bölgesinde pamuk üretiminin sürdürülebilmesi için sulama sistemlerinin verimli hale getirilmesi ve kuraklığa dirençli tohumların tercih edilmesi büyük önem taşıyor.
İç Anadolu’da ayçiçeğinden vazgeçilmeli
İç Anadolu bölgesinin özellikle Konya, Aksaray ve Ankara gibi orta ve güney kesimlerinde, ülkenin en az yağış alan bazı illeri bulunuyor. Tam da bu bölgelerde yüksek su talebi olan ürünler yetiştirilmesi, yer altı suları üzerinde daha da büyük baskı oluşturuyor.
Yağışların giderek daha da azaldığı göz önünde bulundurulduğunda, bu bölgede birçok ürünü yetiştirmek yakın gelecekte iyice zorlaşacak. Örneğin burada ağırlıklı olarak kuru tarıma dayalı gerçekleştirilen buğday üretimi, yeterli sulama imkanlarının sağlanamadığı durumda daha da verimsiz hale gelebilir.
Araştırma sonuçları, özellikle ayçiçeği tarımının İç Anadolu’nun alt kesimlerinde terk edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Su ihtiyacı yüksek olan bu ürünün bitki fizyolojisi, yazın yaşanan kuraklıklarla bozuluyor. Düşük yağışlar, sıcaklık stresi ve sıcaklık anomalileri, bitkinin direncini yitirmesine ve verim düşüşünün gözlenmesine neden oluyor.
Her ne kadar İç Anadolu bölgesindeki ayçiçeği verimi sulu tarımdan dolayı ülke ortalamasının üzerinde olsa da, Konya ve Ankara gibi illere düşen yıllık yağış, ayçiçeğinin yetişme dönemi boyunca istediği suyun yarısından az. Bu yüksek su ihtiyacı, orta ve uzun vadede yer altı su kaynaklarının tükenmesini hızlandıracak.
Ancak bu, Türkiye’de ayçiçeği üretiminden vazgeçileceği anlamına gelmiyor. Ilımanlaşan iklim nedeniyle İç Anadolu – Karadeniz geçiş kuşağı ve hatta Van ve Bitlis gibi Doğu Anadolu illerinde ayçiçeği yetiştirilmesi, uygun bir alternatif olarak öne çıkıyor. Bu bitkinin artan kuraklığa ve yüksek sıcaklıklara dayanıklı tohumlarının ve türlerinin yaygınlaştırılması da izlenebilecek yöntemlerden bir diğeri.
Buğdayda temel sorun kuraklık
Türkiye’de tarımsal üretimde aslan payı buğdayın; kayıtlı çiftçilerin yüzde 40’ı buğday üretiyor. Makarna, bisküvi gibi işlenmiş buğday ürünlerinde yıllık ihracatımız 10 milyar doları geçmek üzere. Ancak tahılların genelinde olduğu gibi buğday üretiminde de temel sorun, kuraklık. Üstelik tahminler, 2050 yılında tarımsal kuraklığın yüzde 37, sıcak hava dalgalarının ise yüzde 40 ila yüzde 100 arasında artacağını söylüyor.
Özellikle Akdeniz, Ege ve Güneydoğu bölgelerinde daha görünür bir sorun olan kuraklık, İç Anadolu bölgesinde de sulama ihtiyacının artmasına sebep oluyor. Bu sorun, önümüzdeki yıllarda daha da derinleşecek. Mevsim normalinin üstündeki sıcaklıkların yanı sıra, gece ve gündüz sıcaklık farklarının artması da buğdayı olumsuz etkileyen bir diğer faktör.
İç Anadolu, Akdeniz – Ege ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise ekstrem yağışlar buğday verimini düşürüyor. Don tehlikesi, özellikle İç Anadolu’da buğday verimini baskılıyor.
Öte yandan Akdeniz ve Ege bölgesindeki ılıman koşullar ve don olaylarının azalması ise özellikle bu bölgenin iç kısımlarında buğday veriminin artmasına yardımcı olabilir.
Buğdayla birlikte bir diğer önemli tarım bitkisi de arpa: Türkiye’de ekili tarım yapan her 10 çiftçiden dördü, buğday ya da arpa yetiştiriyor. Yaklaşık yüzde 85’i hayvan yemi olarak kullanılan bu ürün, hayvancılık ve yem sanayii için hayati bir girdi.
Ancak iklim değişikliğinin arpa üzerindeki etkisi de bölgeden bölgeye farklılık gösteriyor. Akdeniz, Ege ve Güneydoğu bölgelerinde sıcaklık anomalileri, verimi düşürüyor. Öte yandan Erzurum, Kars ve Ağrı gibi verimin en düşük olduğu illerdeki ılımanlaşma, bu bölgeleri arpa ve buğday tarımı için daha uygun hale getirebilir.
Çayda tehlike düzensiz ve bol yağışlar
İncelenen diğer bitkilerden farklı olarak oldukça bölgesel bir ürün olan çay, Rize, Artvin, Trabzon gibi Doğu Karadeniz bölgesindeki illerimizde neredeyse tek tarımsal gelir kaynağı durumunda. Rize’de ekili alanların yüzde 99’unda, Artvin’de 70’inde, Trabzon’da ise yarısında çay yetiştiriliyor. Bölgede, yılda yaklaşık 2,5 milyar dolarlık ciro yaratan çayın işlendiği 207 aktif çay fabrikası bulunuyor.
Genel kanının aksine, bölge iklimini dikkate aldığımızda yüksek sıcaklıklarının çay verimini artırdığını söyleyebiliriz. Çay, yağışla birlikte nem de talep eden bir ürün olduğundan, verimde olumlu bir etkiden söz edilebilir.
Öte yandan, artan sıcaklıkların olumsuz etkileri de yok değil: Çok yüksek sıcaklıklar ve nem, bitki zararlılarının hızla yayılmasına yol açıyor. Örneğin çay kurdu ve kırmızı örümcek akarı gibi zararlılar, yapraklarda kuruma, sararma ve dökülmeye neden olarak bitkiye zarar veriyor. Kış sıcaklıklarının yükselmesi de bu etkiyi perçinliyor.
Ancak çay üretiminde asıl tehlike, çok düzensiz ve bol miktarda yağışın toprak yapısını ve bitkiyi etkilemesi. Atmosferdeki su buharı miktarının artmasına neden olan iklim değişikliği, yoğun yağışları artırıyor. Aynı zamanda yağış desenlerini değiştirerek uzun süre aralıksız yağışlara veya kuraklığa yol açabiliyor.
Gıda enflasyonu riski büyüyor
İklim değişikliğinin tarımsal açıdan en temel olumsuz etkilerinin gıda güvenliği ve gıda fiyatları üzerinden yansımasını beklerim. Üstelik Türkiye’de tarımın ekonomik, teknik ve sosyal birçok başka sorunu da bulunuyor. Bunlar iklim değişikliğiyle birleştiğinde, kartopu etkisi yarattığı söylenebilir.
Türkiye’nin ürettiği temel tarımsal ürünlerde verim artışı uzun yıllardır sağlanamıyor; bu anlamda dünyadaki diğer rakiplerinin oldukça gerisinde seyrediyor. Oysa bu ürünlere olan talep, nüfus ve tüketim alışkanlıklarıyla birlikte artıyor. Bu şartlarda verimin sabit kalması ve yeterli sayıda üretici bulunmaması, bu açığı ithalatla kapatmamıza neden oluyor.
Düşük verimle üretim yapmak, maliyetleri de yukarıya çekiyor. Bu durumda ayçiçeği, pamuk, buğday gibi ürünlerde yurtdışı fiyatlar daha ucuz hale geliyor; bu ucuzluk, yerel üretim yerine ithalatı körüklüyor. Bu durumun düzenli olarak devam etmesi, üreticilerin tarımı terk etmesine yol açıyor.
Şu an karşı karşıya olduğumuz önemli sorunlardan biri, bu. Toplam ekili alan son 50 yılda 16 milyon hektardan 14 milyon hektara geriledi. Ekimi en fazla daralan ürünler ise buğday, çavdar, üzüm, yulaf, pamuk ve tütün oldu. Aralık 2022 itibarıyla gıda enflasyonunda Zimbabwe, Lübnan, Venezuela ve Arjantin’in ardından dünyada beşinci sırada olan Türkiye’de gıda fiyatlarında yeniden bir sıçrama yaşanabilir.
Üreticiler desteklenmeli
İklim değişikliğinin etkilerini en aza indirmek için uyum ve azaltım politikaları uygulamak gerekiyor. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini gidermek açısından alınması gereken öncelikli önlemlerden biri, iklim kaynaklı ürün kayıp sigortası mekanizmalarının yaygınlaştırılması ve çiftçilerin girdi maliyetlerini düşürecek teşvik ve desteklerin sağlanması.
Türkiye’nin traktör gibi tarımsal ekipmanlarının da oldukça yaşlı olduğu düşünüldüğünde, verimin artırılması ve iklim değişikliği kaynaklı kayıpların telafisinde bu ekipmanların yenilenmesi de önemli rol oynayabilir.
Kuraklık odaklı su yönetimi şart
Acilen atılması gereken bir diğer adım, kuraklık ve yüksek sıcaklıklar karşısında su stresini azaltmak için doğru su kullanım yöntemlerini devreye sokmak. Damla sulama, yağmur suyu toplama gibi verimli ve basit teknikleri, iyi bir planlama ile kısa vadede gerçekleştirmek mümkün.
Kuraklık konusunda bahsedilebilecek iyi bir örnek Avustralya. İklim ve toprak yapısı açısından Güneydoğu Anadolu bölgesine oldukça benzer karakteristiğe sahip bu ülkede, 1992 yılından itibaren kuraklık odaklı su yönetimi modeli devreye sokuldu. 2019 yılına gelindiğinde, pamuk üretiminde balya başına su kullanımı yüzde 48 azalmış ve verim yüzde 97 artmıştı.
Akıllı tarım uygulamaları yaygınlaştırılmalı
İklim değişikliğinin etkilerinin artmasıyla birlikte, veriye dayalı akıllı tarım uygulamalarının hayati bir rol üstlenebileceği de görülüyor. Bu uygulamalar, çiftçilere anlık takip olanakları sunuyor, bitkinin ve toprağın ihtiyaçlarını anlamayı ve hızlı cevap verebilmeyi kolaylaştırıyor.
Bu tarım uygulamalarından faydalanıp iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltanlar arasında İspanyol şarap üreticileri de bulunuyor. Toprak nemi sensörleri ve meteoroloji istasyonları gibi çeşitli sensörlerden toplanan verileri kullanan çiftçiler, toprak nem seviyelerini, evapotranspirasyon oranlarını ve hava koşullarını gerçek zamanlı olarak izleyebiliyorlar. Bu çabaların su kullanımını yüzde 20 ila yüzde 50 oranında azalttığı, verimi ise yüzde 5 ila yüzde 20 oranında arttırdığı gözlemleniyor.
Bölgesel ve ulusal politikalar geliştirilmeli
İklim değişikliğine uyum konusunda her bölgede aynı şekilde uygulanabilecek bir reçeteden söz etmek mümkün değil. Çözümlerin, ürünlerin ve bölgelerin ihtiyaçlarına göre bulunması, birçok paydaşla birlikte planlanması gerekiyor.
Bunlar arasında bölgesel ve ulusal ürün desen haritalarının çıkarılması, havza bazlı su yönetimi ve tarımsal ürün deseni planlarının yapılması, atıl durumdaki toprakların üretime kazandırılması gibi adımlar sayılabilir. Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik planlar da bu hedefe ulaşmada dolaylı yoldan katkı sunacaklardır.
Ancak bu çabaların işe yaraması için en gerekli koşullardan biri, üretici ve çiftçilerin kapasitelerinin artırılması. Doğru uygulayıcı olmadığı takdirde, bahsedilen tüm tedbirler laftan ibaret olacaktır.