Sandıklı… Ellili yıllar… Besici-kasap olan Cömertler sülalesi… O yıllarda bu sülalenin en yaşlı üyesi kırklı yaşlarındaki Çağrı Cömerttir. Çok dindar olan Çağrı’nın çocuğu yoktur. Bundan sonra olması da beklenmemektedir. Çağrı ve eşi Zerrin, sevimli, güzel küçük bir kızı evlat edinirler. Kızın adı Çağla’dır.
Ellili yılların sonuna doğru, Çağrı’nın kendisinden yirmi yaş kadar küçük emmioğlunun bir oğlu olur. Bu çocuğa, tereddütsüz ve tartışmasız Çağrı adı konulur.
Çocuğu olmayan abi veya emmioğlunun ismini çocuğuna koymak, sülalede birbirine bağlılığın, saygı ve samimiyetin en açık göstergesiydi.
Çocuğu olmayan Çağrı Emmi’ye sülalenin bütün çocukları, önce, “Çağrı Baba”, Hacca gidip geldikten sonra ise “Hacı Baba” diyordu. Hacı Baba’nın evlatlığı Çağla ile Çağrı, birbirine yakın evlerde abla-kardeş gibi büyüdüler.
Aradan yıllar geçti. Erken doğanlar öldü. Çocuklar büyüdü. Önce, çoluk-çocuğa karıştı. Sonra, torun-torba sahibi oldular. Eğitimlerine veya yaptıkları işlere göre kimi Sandıklı’da kaldı, kimi ilçe dışına gitti. Fakat ilişkiler, yakınlıklar korunuyor, her fırsatta bir araya geliniyor, düğünler, bayramlar mümkün olduğunca birlikte kutlanıyordu. Sülalenin bireyleri bazen yıllar sonra bir araya gelince, birbirlerini ne kadar özlediklerini ne kadar sevdiklerini söyler, birbirlerine sıkı sıkı sarılır, hasret giderir, koyu sohbetlere dalardı.
Küçük Çağrı da büyüdü, okudu, çalıştı hatta emekli oldu. Emekli olduktan sonra gönüllü hizmetlerine önem verdi. Sıkı bir çevreci oldu. TEMA’da çevre eğitimleri aldı. İklim krizi, erozyon-çölleşme, enerji israfı ve tasarrufu, plastik felaketi gibi konularda hem eğitiliyor hem de eğitim veriyordu. Yıllar geçtikçe çevre konusundaki birikimi arttı. Felaketin boyutlarının inanılmaz olduğunu gördü. Birikimlerini kitaplaştırarak kitleleri bilgilendirmek ve çevre felaketini önlemeye katkıda bulunmak istedi.
Kitap, ulusal bir yayınevinden çıktı ve uluslararası bir satış sitesinde satışa sunuldu. Tanınmamış bir yazar olduğundan kitabını kendisi tanıtmak zorundaydı. Başta sosyal medya, her türlü imkân ve fırsatı kullanarak, zaman içinde binlerce kişiye ulaştı. Tabii en fazla desteği en yakınlarından, “akrabalarından” bekliyordu.
Eşinin akrabalarından destek geldi. Kendi yakın akrabalarından gelmedi. Tabii desteği, başta öğretmenler olmak üzere, özellikle üniversite mezunu akrabalarından bekliyordu. Destek gelmedi. Belki de desteklediler de Çağrı’nın bundan haberi olmadı. Çağrı kimseye haksızlık etmek, kimsenin günahını almak istemiyordu.
Yakın akrabalarından gelmiyordu ama babaannesinin bir yakını olan, Çağrı’nın ancak emekli olduktan sonra, İzmir’de tanıştığı bir uzak akrabasından Ayben Abla’sından sık sık destek geliyordu. Ayben Abla, kitap çıkar-çıkmaz, “onu istiyorum, gönder” demişti.
Bu arada, Çağrı başka kitaplar kaleme aldı. Hepsini, aynı şekilde kendisi tanıtmaya çalışıyordu. Akrabaları hiçbirisiyle ilgilenmiyordu. Bilmiyor, duymuyor, görmüyor, ÜÇ MAYMUNU oynuyorlar veya desteklerini açık etmediklerinden Çağrı’ya öyle geliyordu. Tabii Ayben Abla hariç… Ayben Abla, kitaplar topluca tanıtıldığında da “hepsinden istiyorum” diye, Çağrı’yı tekrar tekrar destekliyor, cesaretlendiriyordu.
Çağrı son kitabı YÜZLEŞME’yi de yine sosyal medyada duyurdu. Akrabalardan yine tık yok! Derken, uzun süredir görüşmedikleri bir akrabasından ses geldi. O akraba, yetmişini geçmiş olan, aslında sosyal medyada neredeyse hiç gözükmeyen Çağla Abla’sıydı. Çağla Abla aynen şöyle diyordu: “Kitabın hayırlı olsun. Nereden alacağız, yerini söyle!”
Çağrı, Çağla Abla’sının bu desteğine çok şaşırdı. Çok duygulandı. Vay canına, kan bağı olan en yakın akrabalar(!)dan tık yoktu. Ama kan bağı olmayan akrabası, ablası büyük bir duyarlılık gösteriyordu.
Birkaç ay önceki tespiti doğrulanıyordu. O tespit şuydu: Kan bağıyla oluşan akrabalık bizim irademizin dışında meydana gelen bir yakınlıktı! Akrabalarımızı biz seçemiyorduk. Babamızın-anamızın kan bağı dolayısıyla kuzenlerimiz, yeğenlerimiz oluyor, onlarla güya akraba oluyorduk. Akraba oluyorduk ama DOST olamıyorduk.
Göründüğü kadarıyla, Çağrı’nın, ne yazık ki hiçbir akrabası ona dost olmayı tercih etmemişler. Aylar-yıllar sonra karşılaştığı veya bir araya geldiklerinde, akrabaların(!), “özledik, seni seviyoruz, yazılarını takip ediyoruz” gibi iltifatları gerçek değilmiş. Demek Çağrı’nın yüzüne karşı başka, arkasından başka türlü konuşuyorlarmış!
Sözde akrabaları kendimiz seçemiyorduk ama dostlarımızı kendimiz seçebiliyorduk. Çağla abla onun öz ablasıydı. Aralarında kan bağı olmadığı halde öz ablası. Çağla Abla, onun ilelebet gönlünü kazandı. Çağrı sık sık, “var ol Çağla Abla. Dualarım daima seninle.” diye dualar ediyor, iyi dileklerini gönderiyordu.
Aynı sosyal medya duyurusuna Ayben Abla’sından da destek gelmişti. Ayben Abla bütün kitaplarını ve YÜZLEŞME’yi de çıkar-çıkmaz aldığı halde, “Çağrı o kitaptan iki tane istiyorum, gönder” diyordu.
Çok duygulanan Çağrı, Ayben Abla’sına da “değerli ilgine çok teşekkür ederim Ayben Abla. Seni öz ablam olarak görüyorum” diye şükranlarını bildiriyordu.
x x x
TAVSİYE
DİKKAT: Bu uzun bir yazıdır. Sonuna kadar okumadan kızmayın, yargılamayın, hüküm vermeyin. Sonuna kadar okuyun önce, ondan sonra boynum kıldan ince.