Avrupa Konseyi'nin insan hakları izleme kuruluşu ECRI tarafından yayınlanan Türkiye raporu, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun bağımsızlığını potansiyel olarak baltalayabilecek yasal boşluklara dikkat çekiyor.
Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komitesi'nin (ECRI) Perşembe günü yayımladığı raporda, Türkiye'nin insan hakları ile ilgili bir çok alanda ilerleme kaydettiği belirtirken, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun yetkisi ve bağımsızlığı ile ilgili endişelere dikkat çekiliyor.
Avrupa Konseyi'nin insan hakları izleme kuruluşu ECRI tarafından altıncısı yayınlanan rapor, eşitlik ve haklara erişim, nefret söylemi ve nefret kaynaklı şiddet ve entegrasyon konularına odaklanıyor ve 21 Kasım 2024 tarihine kadar gerçekleşen olayları kapsıyor.
Raporda, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun kurulması, emniyet görevlilerine nefret suçu konusunda eğitim verilmesi çabaları gibi 2016'dan bu yana gerçekleşen bazı olumlu gelişmeler vurgulanıyor. Memnuniyetle karşılanan adımlar arasında, sosyal medyada Afrikalı öğrencilere yönelik aşağılayıcı ifadelere karşı alınan önlemler ve dezavantajlı mahallelerde Roman öğrencilerle ilgili bir haritalama çalışması yer alıyor.
ECRI, kaydedilen ilerlemeye rağmen bazı konuların endişe yarattığını belirtiyor.
Rapor, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun bağımsızlığını potansiyel olarak baltalayabilecek birkaç yasal boşluk vurgulanıyor.
6701 sayılı Kanunun 8(1) maddesi, kurumun Cumhurbaşkanı tarafından atanan ilgili Bakanlığa (yani Adalet Bakanlığı’na) bağlı olduğunu ve Cumhurbaşkanının kurumun idaresiyle ilgili yetkilerini Bakan aracılığıyla kullanabileceğini belirtiyor.
Rapor, kurumun kendi insiyatifiyle mahkeme işlemlerini başlatamaması ve mahkemelere katılamaması ve yetkisinin cinsel yönelim gerekçelerini kapsamamasına da atıfta bulunuluyor.
Türkiye ile ilgili daha önce yayınlanan raporda, kurumun 11 üyesinin Cumhurbaşkanı tarafından seçildiği ve bu kurumun Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösterdiği hatırlatılarak, hükümetin tayin ettiği kişilerden değil bağımsız uzmanlar tarafından oluşturulması gerektiği uyarısında bulunulmuştu.
Zorunlu din eğitiminde ayrımcılık
Raporda ayrıca, zorunlu din eğitimi ile ilgili, azınlık dinlerine mensup öğrencilerin muafiyet elde etmelerinin zor olabileceğine değiniliyor.
1923 Lozan Antlaşması'nın kapsadığı azınlıklara mensup ailelerin çocukları (Ortodoks Hristiyanlar, Ermeni Apostolik Hristiyanlar ve Yahudiler) kanıtlamaları halinde zorunlu din eğitiminden muaf tutuluyor. Türk yetkililer ECRI'ye diğer inançlara mensup çocukların da yazılı bir sertifika ibraz etmeleri halinde muaf tutulabileceğini belirtiyor.
Aynı zamanda, üniversite giriş sınavlarında din eğitimi dersleri içeriğinin eklenmesi de bu dersten muaf olanları dezavantajlı duruma düşürerek ayrımcılığa neden olduğu belirtiliyor.
LGBTİ bireyler için eylem planı
ECRI ayrıca Türkiye'de LGBTİ bireyler için bir eylem planı benimsemek ve uygulamak için hiçbir adım atılmadığını ve -STK'lara göre- yetkililer ile LGBTİ grupları arasında resmi bir diyalog mekanizmasının olmadığını bildiriyor.
ECRI'nin 2016'da Türkiye ile ilgili beşinci raporunun kabulünden bu yana, Türkiye'de LGBTİ bireylerin hakları konusunda çok az somut ilerleme kaydedildiği belirtildi. Hatta, birçok alanda durumun daha da kötüleşerek bireylerin maruz kaldığı zorbalık, taciz ve ayrımcılığa dikkat çekildi.
LGBT savunuculuk grubu ILGA-Europe tarafından yayınlanan 2024 Gökkuşağı Haritası ve Avrupa Endeksi'ne göre Türkiye, değerlendirilen 49 ülke arasında 46. sırada yer alıyor.
2020 Pew Araştırması'na göre, Türklerin yalnızca yüzde 25'i eş cinselliğin toplum tarafından kabul edilmesi gerektiğini söylerken, yüzde 57'si buna karşı çıkıyor.
Yaygın nefret söylemi
Rapora göre, belirli dini ve etnik azınlıklara yönelik ayrımcılık ve hoşgörüsüzlük sorun teşkil etmeye devam ediyor ve bu gruplara yönelik nefret söylemi medyada yaygın olarak kullanılmaya devam ediyor.
Türk yetkililer, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi'ne (ODIHR) 2021 yılı için 619 "ayrımcılık ve nefret söylemi suçu" vakası kaydettiğini bildirdi. 2020'de bu sayı 1.286 vakaydı ve 2019'da 324'tü. 2022 yılı için veri bildirimi yapılmadı.
ECRI raporda, Yahudi, Alevi, Protestan Hristiyan, Ermeni toplumlarına yönelik nefret söylemi vakalarına yer veriyor.
Anayasa'nın 10. maddesi nefret söylemine karşı korumayı kapsıyor. Türk Ceza Kanunu'nun "Ayrımcı Davranış" başlıklı 122. maddesi ve "İnsanları kin ve düşmanlığa tahrik etme" başlıklı 216. maddesi de nefret söyleminin belirli biçimlerini suç sayıyor.
ECRI, öncelikli olarak, Türk yetkililerin ırkçı ve LGBTİ karşıtı nefret söylemini etkili bir şekilde ele almak için kapsamlı bir strateji geliştirmek üzere kurumlar arası bir çalışma grubu kurarak nefret söylemine karşı tepkilerini güçlendirmelerini öneriyor. Bu grubun, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nu, mümkün olan en geniş dini gruplar ve LGBTİ örgütleri dahil olmak üzere ilgili sivil toplum örgütlerini içermesi tavsiye ediliyor.
Roman toplumuna dair endişeler
Raporda, Roman toplumuna mensup birçok kişinin yaşam şartlarından endişeyle bahsediliyor.
Türkiye'de Roman nüfusu kesin olarak bilinmiyor, çünkü yetkililer etnik kökene dayalı nüfus istatistikleri toplamıyor. Avrupa Konseyi, 2012 yılında Türkiye'de yaklaşık 2,75 milyon Romanın yaşadığını tahmin ediyor. Bu da ülke nüfusunun yüzde 3,78'ini oluşturuyor. Türkiye'deki Romanlar, Avrupa Konseyi'ne üye herhangi bir devletteki en büyük Roman nüfusunu oluşturuyor. Roman topluluğu, şiddetli yoksulluk ve yetersiz beslenme de dahil olmak üzere sosyal ve ekonomik marjinalleşme yaşıyor ve bu da onları en dezavantajlı gruplardan biri haline getiriyor.
ECRI Türk yetkililere, Romanlar hakkında, özellikle eğitim, istihdam, konut ve sağlık alanlarında kapsamlı ve cinsiyete göre ayrılmış eşitlik verileri toplamak için bir sistem kurulmasını öneriyor.