Doğalgaz kesintisinin ardındakiler: Dönüşüm için çevreci olmaya gerek yok, rasyonalite yeterli!

YEŞİL GAZETE


İklim ve enerji alanında çalışan düşünce kuruluşu Ember’ın Türkiye 2021 Elektrik Görünümü Raporu’nda ülkenin elektrik üretimindeki karbon yoğunluğunda 30 yıldır azalma olmadığı tespitinin ve hidroelektrik ile doğal gaza fazla bağımlı olmanın yarattığı kırılganlığa dair uyarının hemen akabinde, Türkiye’de doğal gaz krizi baş gösterdi. Enerji dönüşümünde geri kalmamızın nedenlerini ve doğalgaz kesintisinin arkasında yatanları, Ember Elektrik ve İklim Veri Analisti Ufuk Alparslan ile konuştuk.

Yayınladığınız raporda, 1990’da Türkiye’nin elektrik üretimindeki karbon yoğunluğunun birçok Avrupa ülkesinden daha iyi durumda olduğu, ancak o günden bugüne Avrupa ülkeleri elektriklerini temizlerken, Türkiye’nin yerinde saydığı aktarılıyor. Örneğin 1988’de elektrik üretiminin yüzde 60’ı hidroelektrik santrallerinde gerçekleşirken, 2021’e geldiğimizde elektriğin yüzde 65’inin fosil yakıtlardan üretildiğini görüyoruz. Türkiye’de işler neden dünyanın gidişatına ters bir şekilde gelişti?

Öncelikle karbon yoğunluğunun ne olduğuyla başlayalım: kWh başına elektrik üretimine düşen emisyonlara, karbon yoğunluğu deniyor. Bu, ülkelerin büyüklüğü fark etmeksizin karşılaştırabileceğimiz bir metrik olduğu için önemli. Bu konuda geçmişe bakıp Türkiye’yi Avrupa ülkeleriyle kıyasladığımızda, o kadar da kötü durumda olmadığını görüyoruz. Veri setinin başladığı 1990’da Türkiye’nin, Almanya, İngiltere, Hollanda, Danimarka gibi ülkelerden bile daha temiz elektrik ürettiğini, yani kWh başına karbon yoğunluğunun daha düşük olduğunu görüyoruz. Bu, 2004 yılına kadar hemen hemen sabit ilerliyor. Arada sırada sıralamalar değişse de, Türkiye yine de bu ülkelerin ilerisinde görünüyor.

Ancak 2004 sonrasında Türkiye’nin karbon yoğunluğu yine aynı aralıkta devam ederken, bahsettiğim Avrupa ülkelerinin hepsi, temiz enerjiye geçiyorlar. Bu enerji dönüşümü nedeniyle Türkiye’nin karbon yoğunluğu, bu ülkelerin tamamının gerisinde kalıyor. Bundan 20-30 yıl önce, özellikle Yunanistan ve Danimarka gibi ülkelerin karbon yoğunluğu oldukça yüksekken, çok hızlı bir şekilde atak yaptıklarını görüyoruz.

 

Çoğu insan, öteden beri fosil yakıtlara çok bağımlı olduğumuzu düşünebiliyor. Bunun böyle olmadığını göstermek istedik. 2004 yılında, Almanya, İngiltere, Danimarka ve Yunanistan gibi birçok Avrupa ülkesine göre kWh başına daha temiz enerji üretiyormuşuz.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında elektrik üretiminin kömür ve hidroelektrikten sağlandığını görüyoruz. 1988’de doğalgaz bu işin içine giriyor ve bu üç kaynak tipi, Türkiye’nin elektrik üretiminin çoğunu sağlıyor.

Son 10 yılda atak yapan rüzgar, jeotermal ve son beş yılda görünür olmaya başlayan güneş enerjisiyle birlikte, bu üçlünün yanına ‘hidroelektrik harici’ veya ‘modern yenilenebilir’ enerji diyebileceğimiz bir kategori ekleniyor. 2021 yılına geldiğimizde, hidroelektrik harici yenilenebilir kaynak tipinin, ilk defa hidroelektriğin önüne geçtiğini görüyoruz. Bunda, kuraklık nedeniyle hidroelektrik üretimindeki önemli düşüşün de etkisi var.

Aynı zamanda son üç yılda, mütevazı bir şekilde de olsa, kömürden elektrik üretimi düşüyor Türkiye’de.

Peki yenilenebilir enerjideki artışa ve kömürden elektrik üretimindeki düşüşe rağmen neden karbon yoğunluğu azalmıyor?

2021 yılında kuraklık nedeniyle hidroelektrik üretimindeki düşüşü, doğalgaz santralleri karşılamak durumunda kaldı. Doğalgaz bir fosil yakıt olduğu için, yenilenebilirdeki artışa ve kömürdeki düşüşe karşın, hidroelektriğin payını doğalgaz aldığı için karbon yoğunluğu 2021’de de azalmadı.

Daha uzun vadeli baktığımızda ise şunu fark ettik: Örneğin son 10 yılda, Türkiye’nin elektrik tüketimi ciddi ölçüde artmış. Bu artışı, hangi kaynaklardan üretimi artırarak karşıladığımıza baktık. Rüzgar, güneş ve jeotermalde ciddi bir artış var. Ama hepsini üst üste koyduğumuzda, elektrik tüketimindeki artışın ancak yüzde 60’ını karşılayabilmişler. Geriye kalan yüzde 40’lık kısmını ise fosil yakıtlardan karşılamışız. Türkiye, son 10 yıldaki talep artışını karşılayacak kadar bile yenilenebilir enerji yatırımı yapmıyor. Üstelik artış sağlanan fosil yakıt kaynaklarının büyük kısmı da ithal kömür santralleri.

Türkiye’de kömürden hep ‘yerli ve milli kaynak’ olarak bahsedilir; bu, yanlış bir algı. Türkiye’deki kömürlü termik santrallerinin kurulu gücünün yarısı ithal kömür. Son yıllardaki elektrik üretimi artışı da, ithal kömürden karşılanan bir artış. Yani hem emisyonlarımızı hem de ithalatımızı artırıyoruz.

Hükümet, 2053 hedeflerine rağmen kömürde büyüme planları yapıyor. Kömürden çıkış için de henüz bir tarih verilmedi. Öte yandan Ember’ın Eylül ayında yayımlanan bir raporunda, ithal kömürdeki fiyat artışları nedeniyle rüzgar ve güneşten elektrik üretmenin, en verimli ithal kömürlü termik santralden dahi daha ekonomik olduğu hesaplanmıştı. Kömürden çıkış hükümetin iradesiyle gerçekleşmezse, piyasa şartları sayesinde yaşanabilir mi?

2021 Eylül ayında ilk kez Türkiye’de yeni yapılacak bir rüzgar veya güneş santralinden elektrik üretmenin maliyeti, mevcut – yani yeni yatırım maliyeti dahil edilmeyen – ithal kömür santrallerini çalıştırarak elektrik üretmekten daha ucuz hale geldi.

Bu dönüşüm, Avrupa ülkelerinde daha erken gerçekleşti çünkü orada karbon fiyatı uygulaması vardı. Kirleten santrallerin emisyon başına ödeme yapması gerekiyordu. Bizde karbon fiyatı olmadan dahi rüzgar ve güneş daha ekonomik hale gelmiş durumda.

Bu çalışmayı yayınlamamızın ardından gaz fiyatlarında yaşanan artış, Türkiye’deki doğalgaz fiyatlarına da yansıdı. Böylece, mevcut doğalgaz santrallerini çalıştırarak elektrik üretmenin maliyeti de rüzgar ve güneşten daha pahalı hale geldi.

Bu dönüşümün başlaması için çevreci olmaya gerek yok, rasyonel olmanız yeterli. Son 10 yıldaki elektrik talebi artışını biz ithal kömürle karşılamışız, oysa rüzgar ve güneş, kömürden çok daha ekonomik.

Önümüzdeki yıllarda, rüzgar ve güneş yatırımlarında bozucu etkiler olmazsa, yatırımları sekteye uğratacak kararlar verilmez ve her şey piyasa koşullarına bırakılırsa, bu dönüşüm gerçekleşecek.

Doğalgaz kesintisini nasıl yorumluyorsunuz? Ve ortaya çıkan bu durum, enerji güvenliğine dair ne söylüyor?

Doğalgaza hep kesintisiz enerji kaynağı denir. Rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerjilere ise kesintili, güvenilmez enerji kaynağı denir. Bu kriz bize gösterdi ki doğalgaz, kesintisiz bir enerji kaynağı değildir. İthal kömürdeki fiyatları görünce, onun da kesintisiz bir enerji kaynağı olmadığını anlıyoruz.

Öncelikle krizin neden yaşandığına değinelim. Türkiye, gaz tedariğini kabaca üç şekilde sağlıyor: Boru hatları, LNG terminalleri ve gaz depolarından gaz çekerek. Boru hatlarından gaz tedariğimizi üç ülkeden sağlıyoruz, Rusya, Azerbaycan ve İran. Bu kapasitelerin tamamına baktığımızda, arz fazlamız varmış gibi görünüyor.

Günlük 366 milyon metreküplük bir gaz çekiş kapasitemiz olduğu görülüyor. Bunun yalnızca 29  milyon metreküpü, İran’dan geliyor. Bütün içerisinde yüzde 10 bile değil. Bizim maksimum gaz talebimiz ise yaklaşık 288 milyon metreküp gibi bir şey. Arz fazlamız olması gerekirken neden böyle bir kesintiye gidildi?

Bunu inceleyince, maksimum gaz çekiş kapasitemizin iyimser olarak tahmin edildiğini gördüm.

Biraz önceki yanıtımda, kuraklık nedeniyle hidroelektrik üretiminin düştüğünü ve bunu doğalgaz santrallerinin kapattığını söylemiştim. Bu, ilk kez bu yıl olmuyor. Gaz santralleri ile hidroelektrik santralleri arasında ters bir ilişki var. Bu konuda raporda şöyle bir sonuca varıyorduk: Kuraklığın ve çok yüksek gaz fiyatlarının olduğu bir dönemde Türkiye, enerji arzı riski yaşayabilir. Gaz krizinin başlangıcı da, bu raporu yayınladığımız sabaha denk geldi.

Kuraklık da, İran’ın gazı kesmesi de, nadir yaşanan şeyler değil. Biz, daha önce sık sık tekrar eden iki olaya çözüm üretmemişiz. Hem doğalgaz tedariği tarafında iyimser hesaplamalara dayanmışız hem de hidroelektriğe fazla bel bağlamışız.

Önümüzdeki senelerde bu gibi durumlara daha hazırlıklı olmak için ne yapmalıyız? Türkiye ne gibi enerji politikaları izlemeli?

Doğalgaz, kesintisiz bir enerji kaynağı değil. Bir şeyi ithal ediyorsanız, onun kesintisiz olmasına imkan yok. Türkiye hem hidroya hem de gaza, biraz fazla bağımlı olmuş durumda. Hidroya yerli kaynak diyoruz ama onun da istikrarsızlığı çok yüksek. Yıldan yıla, toplam elektrik tüketiminin yüzde 10’u kadar değişkenlik gösterebilen bir üretim kaynağı. Hidroelektrik olsun. Üretim profili olarak da rüzgar ve güneşi tamamlayıcı bir kaynak. Fakat bu kadar bağımlı olunması çok büyük risk.

Bu riski karşılayan kaynak olarak ise karşımıza doğalgaz çıkıyor. Oysa doğalgaz arz kapasitemiz aslında yeterli değil. O yüzden de hem kuraklığın hem de gaz krizinin olduğu, gazın zor bulunduğu ya da pahalı olduğu dönemlerde, Türkiye inanılmaz bir enerji arzı riskiyle karşı karşıya. Arz riski olmasa bile inanılmaz enerji ithalatı faturalarıyla karşı karşıya.

Rüzgar ve güneş gibi temiz enerji kaynakları, doğalgazdan da ithal kömürden de daha ucuz hale geldi. Artık Türkiye’nin rüzgar ve güneş enerjisi yatırımları önündeki engelleri gözden geçirmesi ve bu dönüşümü hızlandırmak için içeriden ve dışarıdan nasıl kaynak yaratabileceğini düşünmesi gerekiyor.

Türkiye yeni bir kömürlü termik santral yapmayacağını ya da kömürden çıkış kararı vereceğini taahhüt ederse ve bununla ilgili organizasyonlara dahil olursa, uluslararası yatırımları da Türkiye’ye çekebilir.

Tarih: 06.02.2022 Okunma: 236