Doğanın yeşili mi doların[1] yeşili mi?

YEŞİL GAZETE


facebook sharing button
whatsapp sharing button
twitter sharing button
linkedin sharing button
email sharing button
print sharing button

Mesele aslında çok basit bir düzlemde yaşanıyor. O düzlem, tıpkı ortaçağ savaşlarının yaşandığı bir meydan gibi. Karşılıklı iki ordu var. Ordulardan biri ‘dolar’ı her türlü değerin üstünde tutuyor. Sancakları var, flamaları var, gösterişli zırhları ve savaş araç-gereçleri var. Öteki tarafta ise ilk bakışta sönük gözüken, göz alıcı güçleri olmayan, fakat kararlı bir ordu duruyor. Bu tarafın parayla pulla işi yok; yaşamın devamlılığının; ot demeden kuş demeden, insan demeden balık demeden bütün yaşam formlarının ve bu yaşam formları arasındaki hassas dengenin bütün diğer değerlerden üstün olduğunun farkında.

Durumu net tanımlamazsak çözümü de net görmeyiz. Mesele ne inanç ne ideoloji, ne vatan ne de beka meselesi. Mesele apaçık bir şekilde paradan başka hiçbir değer tanımayan bir grubun, yaşamın devamı için korunması kaçınılmaz bütün değerleri yıkıp yakması noktasına çoktan geldi.

Yine Validebağ Korusu

Hem bu köşede hem de tüm yazılı ve görsel medyada yukarıda dediğimin sayısız örneği yığılıp dağlar oluşturdu. Çok değil bundan iki hafta önce, 11 Eylül tarihli yazımı Validebağ Korusu’na ayırmıştım. Aklım sıra korunun geçmişten bugüne gelişimini, sahip olduğu doğal ve kültürel değerleri anlatıp koruda yapılmak istenenleri de özetleyerek, İstanbul gibi bir metropolde mücevher değerinde olan böyle bir alanın ancak çok kapsamlı şekilde hazırlanması gereken ekosistem temelli bir yönetim planıyla geleceğe taşınabileceğini, böyle bir plan olmadan yapılacak her türlü müdahalenin yanlış olacağını anlatmaya çalışmıştım. Üsküdar Belediyesi bir kez olsun bizi şaşırtmaya niyetli olmamalı ki, 21 Eylül günü sabahın çok erken saatlerinde koruya kamyonlar ve iş makineleriyle polis eşliğinde baskın yaparak korunun yollarına kum ve moloz döktü. Bizler o güne Validebağ Korusu’nu, anayasal hak ve sorumluluklarını (madde 56) kullanarak devlete (Üsküdar Belediyesi) karşı korumaya kararlı sivil toplumun feryatları ile uyandık. Bir yandan sosyal medya diğer yandan da sayıları parmakla sayılacak kadar azalmış gerçek basın yayın kuruluşları sayesinde toplumsal tepki bir çığ gibi büyüdü.

Aslında epeydir ayırdında olduğum durum o anda kafamda bütün berraklığıyla şekillendi. Bugün ülkede egemen olan yönetim anlayışına bilimsel gerekçeler sayıp dökerek bir şeyler anlatmaya çalışmanın neredeyse hiçbir anlamı yok. Çünkü bu yönetim anlayışının bilimle, gerçekle, yaşamla ve onun devamlılığı ile hiçbir bağı yok. Onlar için tek bir değerlendirme ölçütü var; yapılacaklardan ya da yapılmayacaklardan kim ne kadar kazanacak yahut kaybedecek? Ormancılıkla ilgili kararlar alınırken de kentsel yeşil alanlarla ilgili kararlar alınırken de, tarımla ilgili kararlar alınırken de eğitimle ilgili kararlar alınırken de bu böyle.

Elbette bu, sözünü ettiğim yönetim anlayışı ile mücadele etmek için bilimden vazgeçmek anlamına gelmez. Tam tersine ona çok daha sıkı sarılma zorunluluğunu ortaya koyar. Kimi zaman rakibin silahı en güçlü mücadele aracı olabilir ama doğayı koruma mücadelesinin odağına parayı koymak yapılabilecek en büyük yanlışlardan biri olur. Bu mücadelede bilimsel bilginin yanına ekip çalışması, dayanışma, katılımcı ve şeffaf karar alma gibi bazı önemli değerleri kattığımızda sonucun başarılı olmasının önündeki her bir engel ortadan kalkacaktır.

Geleceğe umutla bakmak

Toplumun bir kesimi köy demeden kent demeden, orman demeden dere demeden, tabir uygunsa, bu wild west doğa talanıyla cesurca mücadele ederken bir diğer kesimi de derin bir karamsarlık içerisinde kıvranıyor. Yılgınlık ve umutsuzluk kara bir bulut gibi çöküyor insanların üzerine. Bence kendini karamsarlığa teslim edip görmezden gelmenin yanıltıcı rahatlığına kaptıran kesim yanılıyor. Ben bizleri güzel bir geleceğin beklediğini düşünüyorum. Bu iyimserliğim genelde dünya ama özelde ülkemiz için geçerli. Kabul ediyorum, hem doğal kaynaklarımız hem de sosyal dengelerimiz çok büyük yaralar aldı. Ormanlar, tarım alanları, kentsel yeşil alanlar, otlaklar, denizler… Nereye baksak derin hasar almış bir yapı ile karşı karşıya kalıyoruz.

Diğer yandan toplumsal bütünlük çoktan darmadağın oldu. Ülke bilinçli olarak ikiye bölündü. Parçalardan biri açıkça yok sayılıyor, aşağılanıyor, adaletsizliğe maruz bırakılıyor, ötekileştirilip iteleniyor. Doğru, fakat şunu açıkça görebiliyorum ki diğer parçada da artık büyük bir kargaşa var. Biraz da olsa aklına ve vicdanına kulak verebilenler gerçekleri görmeye çoktan başladı. Pastadan hiç pay almadığı halde algı yönetimi ile bir şekilde o safta tutulan geniş kitleler yüksek sesle homurdanıyor. Çok daha önemlisi o tarafın liderlerinin topluma vadedebileceği hiçbir şey kalmadı. Ekonomi çöktü, adalet sınıfta kaldı, insan hakları çoktan çöktü, doğanın durumu içler acısı… Üniversite öğrencileri sokaklarda yatarken New York’taki bina açılışına veya evlerde tencereler boşken uçan araba masallarına kimse kanmıyor. Ülkenin doğası da sosyal yapısı da çok yara aldı. Ama tıpkı yanan ormanların yeniden yeşerecek enerjiyi içinde taşıması gibi bu ülkenin doğası ve toplumunun enerjisine inanmak; akılla ve dayanışmayla mücadele etmek gerekiyor. Hepsinden önemlisi umudu yitirmemek ve geleceğe umutla bakmak gerekiyor. Ben öyle yapıyorum.

*

[1] Yalnızca belirli bir ülkenin para birimi olarak değil paranın sembolik ifadesi olarak kullanılmıştır.

Tarih: 26.09.2021 Okunma: 471