Döngüsel ekonominin neresindeyiz?

YEŞİL GAZETE

facebook sharing button
whatsapp sharing button
twitter sharing button
linkedin sharing button
email sharing button
print sharing button

İnsanlık tarihinin başından bu yana üretim sistemlerimiz doğrusaldı. Doğadan ham maddeyi alıyoruz, bununla bir şeyler üretiyoruz, yaptığımız şeyleri kullanıyoruz ve sonra da çöpe atıyoruz. Ancak son zamanlarda ham maddelerin azalmakta olduğunu fark ettik. Özellikle 1972’de yayımlanan “Büyümenin Sınırları” bize elimizdeki ham maddenin büyümek için sonsuza kadar yeterli olmadığını gösterdi. Bunun ardından son 50 sene içerisinde giderek artan oranda geri dönüşümü konuşmaya başladık. Yalnız bu geri dönüşüm en sonunda üretim sisteminde tüketilenlerin çöpe gitmesini engellemiyor. Bu nedenle de döngüsel ekonomi düşüncesi ortaya çıktı.

Döngüsel ekonomi kağıda çizdiğimiz bir doğruyu eğip başlangıç noktasına geri getirmek kadar kolay bir yaklaşım değil. Bu kullanım sisteminin içerisinde hiçbir şey çöpe gitmiyor ama bu sistemi oluşturmak için bizim de çok ciddi biçimde döngüsel sistemleri yeni baştan düşünmemiz gerekiyor. 

Endüstriyel üretime karşı biyolojik üretim

Döngüsel sistemleri iki farklı yarıdan oluşan şekilde düşünmemiz mümkün. Bir tarafta endüstriyel üretimde karşımıza çıkan kullanım, diğer tarafta da biyolojik üretim var. Önce endüstriyel üretime bakacak olursak en önemli problemlerden birinin planlı eskime olduğunu görüyoruz. Yani ürünler özellikle belirli bir süre sonunda eskimek üzere tasarlanıyorlar. Oysa ihtiyacımız bunun tam tersi bir tasarım. Eskiyen ya da bozulan ürünü tamir etmemiz veya ettirmemiz gerekir. Eğer kullanmak istemiyorsak başkasına kullanılmak üzere vermemiz yahut mümkünse üreticiye sisteme yeniden kazandırmalarını sağlamalıyız. Ürünlerin kullanımı tamamlandığında bu ürünlere başka bir kullanım alanı yaratmalıyız, eski yoğurt kaplarından saksı yapmak gibi bir şey olmak zorunda da değil.

Bugün teknoloji bu noktada bizlere çok daha ilginç fikirler sunmaya hazır. Bunların hiçbirini yapamıyorsak, o zaman geri dönüşüm yapmak zorunda kalacağız. Ürünümüz ham madde olarak tekrar sistemin içerisine girecek. Dolayısıyla döngüsel sistem içerisinde atık diye bir şeyin oluşması söz konusu değil. Yalnız bunun kolay olmadığını ve çoğu sistemi de en baştan buna uygun tasarlamamız gerektiğini unutmamamız gerekiyor.

Bu problemin önemli bir kısmı da kaynakların tükenmesinden oluşuyor. Mesela petrolün yaklaşık 30 senesi kaldı. Kömür biraz daha uzun süre bulunabilir ama doğal gaz 50 sene içerisinde tükenecek. Nükleer enerji için gerekli olan uranyum bile 2080’den sonra kolay bulunamaz hale gelecek. Otomobil endüstrisinde kullanılan kurşun önümüzdeki 10 sene içerisinde tükenebilir. Bakır gibi endüstrinin kullanım alanında alışılmış metallerin çıkarılması bile kısa süre içerisinde tehlikeye girebilir.

Kömür, petrol ve doğal gazı hızlıca hayatımızdan çıkartmamızda bir sorun yok ama diğer maddelerin kullanımı sürdürülebilir bir sanayi açısından son derece gerekli olacaktır. Bundan dolayı da bu metallerin kullanımında döngüsel üretim ve kullanım prensiplerini merkeze alan bir yaklaşım uygulamamız gerekiyor. Bunu bugün yapmayacak olursak kaynaklar yarın bizi bu kararları almaya mecbur bırakacak zaten.

Yorulan ve çoraklaşan toprak canlandırılmalı

Doğadan aldıklarımız ve doğaya geri verdiklerimiz arasındaki uçurum da döngüsel sistemlerdeki eksikliğimizin diğer yarısını oluşturuyor. İnsanlık tarımla uğraşmaya başladığı zamandan bu yana topraktan aldıklarını mümkün olduğunca geri vermeye çalışıyordu. Ancak şehirleşmenin artmasıyla birlikte aldıklarımızla verdiklerimiz arasındaki uçurum açılmaya başladı. Modern tarım sistemlerinin çalışması artık ancak endüstriyel katkılarla mümkün olabiliyor. Oysa doğanın bizim ürettiğimiz kimyasallardansa bizim geri döndürdüğümüz kendi öz ham maddesine ihtiyacı var.

Özellikle ülkemiz gibi yaklaşık olarak 10000 senedir tarım yapılan bir bölgede biz artık devamlı topraktan almaya başladık. Bundan dolayı da topraklarımız her geçen gün biraz daha yoruluyor ve iklim krizinin etkisiyle çoraklaşıyor. Toprağımıza eski canlılığını kazandırabilmek için organik katkı olarak döngüsel sistemlerimizin çıktısı olacak kompostu ekleyerek biyosferimizi baştan canlandırmak yolunda adımlar atmaya başlayabiliriz.

Bilim dünyası da son yıllarda yeni bir kavram üzerinde duruyor. Bu kavram da 2009 yılında Stockholm Dirençlilik Merkezi tarafından ortaya konulan “gezegenin sınırları”dır. Gezegenin sınırlarını bir kısmını aşağıda sayacağım dokuz ana başlık altında değerlendirebiliriz. Bunların en kötüsü, başımızdaki en büyük bela olarak gördüğümüz iklim değişikliğidir. Bu problemin kaynağını da bizim her geçen gün doğadan daha fazla alarak tükettiğimiz kaynaklar ve bu kaynakların üretim yöntemleri oluşturmaktadır. İklim krizi ile birleşen üretim ve barınma yöntemlerimiz doğadaki genetik çeşitliliği de fonksiyonel çeşitliliği de azaltarak tehlike sınırına doğru sürmektedir. Üretim için her geçen gün daha fazla arazi kullanıyoruz. Özellikle yağmur ormanlarındaki doğal arazi kayıplarımız öne çıkıyor.

Aşırı su, gübre ve tarım ilacı kullanımı sınırları zorluyor 

Türkiye’de şu anda kişi başına kullandığımız temiz su senede yaklaşık 1300 metreküp ve eğer bu seviyede nüfus artışı ya da iklim değişikliğinin getirdiği kuraklıkla devam edecek olursak yakın gelecekte kişi başına düşen su miktarı bin metreküpün altına inecek ve ülkemiz su fakiri sayılmaya başlanacak. Bu, dünyanın çoğu bölgesi için de geçerli. Kullandığımız aşırı gübre ve tarım ilaçlarının tarımsal üretim sırasında ve sonrasında doğada yarattığı zararları yeni yeni anlamaya başlıyoruz.

İnsanlar, doğrusal ekonomik yapılar içerisindeki yaşamımızın ve ekonomik büyümenin uygarlığımızı gezegenin sınırlarıyla bir çarpışma rotasına soktuğunu ancak yakın zamanlarda algılamaya başladılar. Bu algının sonucu olarak da döngüsel bir üretim ve tüketim sistemi içerisinde yaşamamız gerektiği her gün biraz daha açıklıkla karşımıza çıkıyor. Oysa bizler her tanıma yaptığımız gibi bu kavrama da bir kötülük yaparak döngüsel ekonomi adını taktık. Yapılması gerekenlerin ekonomiden çok üzerinde yaşamakta olduğumuz gezegenin kaynakları ve canlılığı ile ilgili olduğunu umarım çok geçmeden fark etmeye başlarız. Yaşam döngüseldir. Ekonominin de üretim sistemlerinin de en kısa sürede ayak uydurması bu gezegen üzerinde ne derece kalıcı olacağımızı belirleyecek.

Tarih: 24.02.2021 Okunma: 490