Şehirlerimiz, rant ve çevre

YEŞİL GAZETE

facebook sharing button
whatsapp sharing button
twitter sharing button
linkedin sharing button
email sharing button
print sharing button

Eylül sonu ve ekim başında, yaz sezonunu kapatmak ve kışa hazırlık amacıyla bazı şehir ve kasabalarımızda turizm amaçlı iki hafta geçirdim. Covid-19 nedeniyle tatsız ve hareketsiz geçen bir ilkbahar ve yazdan sonra buna ihtiyacım vardı. Uzun süredir ilk defa bu kadar çok şehri ve kasabayı bu kadar kısa süre içerisinde ziyaret etmiş oldum. Bu seyahat boyunca şehirlerimizin hali üzerinde düşünmeye epeyce zamanım oldu.

Yılların gözlemleriyle son gördüklerimi bir araya getirdiğimde manzara gerçekten hiç parlak değil! Söyleyeceklerim yeni şeyler değil, çoğumuzun bildiği ve maalesef bir şekilde kanıksadığı konular. Şehirlerimiz dökülüyor. Şehir dediğimiz bu yerleşim yerleri, binaların çirkinliği bir yana, yol ve kaldırımların birbirine girdiği, arabaların her yeri istila ettiği, dükkanların kaldırımlara taştığı, tabela kirliliği ve anarşisinden başınızı yukarı kaldıramadığınız, bina yoğunluğunun insanı bunalttığı, zevksizlik ve pespayeliğin her yerde kol gezdiği çirkin beton yığınlarıyla dolu yerler. Yeşil alan çok az, spor ve kültürel aktivite alanları ve imkanları yok veya çok sınırlı.

Bunlar sadece çıplak gözle görülenler. Yerel insanlarla sohbet edip biraz daha derine indiğinizde, bu yerleşim yerlerinin çoğunda ekonomik girişimlerin ve iş sahalarının yetersiz, kültürel faaliyetlerin son derece sınırlı, kadınlar üzerindeki sosyal baskının yoğun, çocuklarımızın itaat kültürüyle yetiştirildiği yerler olduğunu anlıyorsunuz. Kasabalarımız da aynı durumda. Sadece ölçek farkı var. Bu genel tespitin az sayıdaki istisnası sahil kasabalarının iyi planlanmış ve düzenlenmiş bazı bölgeleri ile seyahatimin son durağı olan ve insana umut veren Eskişehir oldu.

Eskişehir.

Şehirlerin artan önemi

Şehirler tarih boyunca öğrenmenin, kültürün ve yeniliklerin/buluşların merkezi olmuş yerleşim birimleri. Yine tarihsel bir perpektifte bakıldığında, şehirleşme oranı yüksek olan ülkelerin daha zengin ve insani gelişimde en üst sıradaki ülkeler olması da bir tesadüf değil.

Günümüzde şehirleşen nüfus oranı bütün ülkelerde hızla artıyor. UN Habitat’a göre gelişmekte olan ülke şehirlerinin nüfusuna her ay 5 milyon kişi ekleniyor. Dünya nüfusunun yarısından biraz fazlası artık şehirlerde yaşıyor. Türkiye de bu eğilimin bir istisnası değil, hatta genel trendin daha da önünde. 1970’li yıllarda nüfusun sadece yüzde 40’ı şehirlerde yaşarken 2020’de bu oran ikiye katlanarak yüzde 80’e ulaşmış durumda. Dünya ölçeğinde bakıldığında ise 2050 yılında küresel nüfusun 2/3’ünden fazlasının şehirlerde yaşaması bekleniyor.

Şehirleşme, ekonomik büyümenin hızlanması, fakirliğin azaltılması, verimlilik artışı, dinamizm, insanların öğrenme ve gelişim imkanlarının artması ve toplumsal davranışların olumlu etkilenmesi bakımlarından insanlığa birçok olumlu katkı yapabilir. Bunun için şehirleşme sürecinin “planlı” bir anlayışıyla yürütülmesi ve bu çılgın büyümenin kontrol altında sürdürülmesi gerekiyor. Bu tür uzun vadeli bir stratejik kalkınma yaklaşımı bulunmadığı takdirde şehirlerin hızla artan nüfusun ihtiyaçlarına cevap vermesi o ölçüde zorlaşıyor.

Bitlis.

Nitekim, kontrolsüz bir hızla büyüyen gelişmekte olan ülke şehirlerinde sağlıklı konut, temiz su ve hava, kanalizasyon, ulaşım, enerji vb. temel ihtiyaçların karşılanmasında şehirli nüfusun ihtiyaçlarına cevap verilemiyor. Plansız büyüyen birçok metropol açısından artık geç kalınmış olsa bile henüz bu sürecin başında olan şehirler için planlama yoluyla daha yapılabilecek çok şey var. 

Şehirler, partiler ve rant

Herkesin bildiği gibi, Türkiye’de belediyelerin önemli işlevlerinden birisi siyasi partilerin finansmanına katkıda bulunmaktır. İktidar veya muhalefette olmak bu anlamda çok farklı değildir. İktidarda iseniz buna devletin elindeki imkanlar da eklenir. Bir belediye seçimini, özellikle emlak rantının yüksek olduğu büyük şehirleri ve bunların ilçe belediyelerini kazanmak, halka hizmetten daha çok partinin finansmanı bakımından önemlidir. Belediyelerin verdikleri imar izinleri ve yaptıkları altyapı yatırımları bu finansmanda önemli rol oynar. Parti finansmanı öncelikli olunca şehrin nefes alması, suyunun temizliği, parkları, ulaşımı, sağlıklı beslenmesi, toplu taşıma vb konular ikincil plana düşer.

Başakşehir Millet Bahçesi.

Elbette, partiler açısından yumurtlayan tavuğu kesmemek, yani belediye seçimini  kaybetmemek esastır. O zaman halka bazı hizmetler götürerek o belediyeyi partide tutmak için çabalanır. Ama bunların çoğu, her seçim döneminde yenilenen kaldırımlar gibi, göstermelik ve yüzeyseldir.

Devletin ve belediyeler dahil devletin uzantısı olan kamu kurumlarının kendisine hizmet etmek için var olduğu gibi bir bilince sahip olmayan, aksine, kendisinin adeta bu kurumlara adanmış olduğunu düşünen vatandaşlar için belediyeleri kendi ihtiyaçlarının karşılanmasındaki becerisi bakımından değerlendirmek pek söz konusu değildir. Çoğu zaman, hiç tanımasa ve şehir yönetimi konusundaki becerisini bilmese bile bir adaya sadece ve sadece desteklediği partinin adayı diye gözü kapalı oy verir. Ya da belediyecilikle çok ilgisi olmayan, ramazanda iftar vermek, yardım paketi dağıtmak veya 29 Ekimde bando dolaştırmak gibi faaliyetler belediye hizmeti sanılarak mutlu olunur.  

Belediyelerimizin, dolayısıyla şehirlerimizin siyasetin finansmanındaki bu anahtar rolü, aşırı ve sağlıksız yapılaşmayı doğurmakta, bunun bedelini ise maalesef “çevre” ödemekte. Bu yapılaşma modeli şehirleri plansız ve projesiz bir şekilde azmanlaştırmakta, yeşil alanları yok etmekte, havayı kirletmekte ve şehir insanlarını soluksuz bırakmaktadır. Zaman zaman siyasetçilerin timsah gözyaşlarını görsek bile bu süreç neredeyse kesintisiz olarak devam eder çünkü partilerin yaşaması için bu rantın sürmesi gerekir.

TOKİ binaları/İstanbul.

Şehircilik anlayışımızı nasıl geliştireceğiz?

Şehircilik anlayışımızı iyileştirmek için neler yapılmalı sorusunu yanıtlamaya çalıştığımızda şu ana başlıklar ortaya çıkıyor:

  • Öncelikle, şehirlerimizin olabildiğince merkezi idarelerden bağımsızlaşıp, kendilerini yöneten birimler haline gelmeleri gerekiyor. Bu kadar insanın yaşadığı dev metropollerin o insanları ve sorunlarını bilen yerel yöneticiler ve yönetimler tarafından ve yerinden idare edilmesi şart. Bu amaçla, Osmanlıdan beri süregelen merkeziyetçi kültürün bir sonucu olan ve merkezi idarenin katı düzenleme ve kontrolüne yol açan yasaların değiştirilmesi elzem. Ayrıca belediyeler ile parti finansmanı arasındaki bağın kopartılması da şart.
  • Buna koşut olarak şehirler yeni mali kaynaklar yaratabilmeli ve bunları şehrin gereksinimleri için özgürce kullanabilmelidir. Bu bağımsızlığın ve artan kaynakların sonucu olarak şehir yönetimlerinin adeta bir ülke yönetimi gibi kapsamlı ve teknik/profesyonel bir nitelik kazanması da gerekmekte. Bunun bir bacağı da iyi bir denetim sistemi olmalı.
  • Şehirler sadece ekonomik büyümenin sağlandığı ve zenginlik yaratılan iş/çalışma merkezleri değil aynı zamanda milyonlarca insanın birarada yaşadığı yerler. O halde, şehir sakinlerinin yaşam kalitesini koruyacak, geliştirecek adımların da atılması gerekiyor. Aksi takdirde insanların sadece çalışmak zorunda olduğu süre boyunca yaşadıkları, iş yaşamından çıktıktan sonra bir gün bile durmak istemeyecekleri yerler haline gelirler. Nitekim, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimiz şimdiden bu noktaya gelmiş durumdalar.

Hamburg.

  • Şehirlerde yaşam kalitesini iyileştirmek için dünyada yapılan o kadar çok şey var ki, burada bunların bırakın detayını, listesini sıralamak bile mümkün değil. Bunların en güncel ve popüler olanlarından birisi “15 dakikalık şehirler”, yani evimizden çıktığımızda iş, okul, spor ve eğlence, alış-veriş, sağlık hizmeti gibi temel nokta ve hizmetlere 15 dakika içerisinde yürüyerek ya da bisikletle kolayca ulaşabileceğiniz şehir yapılanmaları. Yine İstanbul’u düşünün. Bunların kaç tanesine 15 dakikada ulaşabiliyoruz?
  • Şehirlerin küresel ısınmanın çevresel etkilerini en aza indirgemek konusunda da atabileceği birçok adım var. Küresel ısınmanın olumsuz etkilerini azaltmak için çevresel, kültürel ve ekonomik programlarını entegre bir şekilde bir araya getiren Austin, Chicago, Durban, Hamburg, Maputo, Mexico City, Nantes ve Sao Paulo gibi birçok şehir var. Bizim şehirlerimiz de bu çabalara katılmalı ve bu tür listelerde yer almalı.
  • Şehirler insanlara yaşamlarını iyileştirecek imkanlar sunmakla birlikte risklerin de arttığı yerleşim birimleri haline dönüşmektedir. Örneğin, hızla artan nüfus için yeterince iş sahası yaratılamadığı takdirde fakirliğin artması ve sosyal patlamaların yaşanması kaçınılmaz olabilir. Ayrıca şehirler, bugünlerde yaşadığımız Covid-19 salgınının gösterdiği gibi, salgınların görüldüğü ve hızla yayıldığı merkezler haline de gelebilir. Bütün bunlar şehirleşmenin stratejik bir plan kapsamında, gerekli altyapı imkanlarıyla birlikte aşamalı bir şekilde yürütülmesinin önemini gösteriyor.

Şehirleşmenin artan önemi ve şehirlerin artık nüfusun çoğunluğunu barındırması nedeniyle “sürdürülebilir büyüme” büyük ölçüde “sürdürülebilir şehirleşme” kavramıyla özdeşleşmiş durumda. O halde, sürdürülebilir büyüme kavramı içerisinde savunduğumuz neredeyse her şeye “sürdürülebilir şehirleşme” adına ve şehirler özelinde de sahip çıkmamız gerekiyor! O halde, şehirlerimizin yönetimini Ankara’nın ve siyasetin  tahakkümünden kurtarıp, şehirli nüfusa hizmet vermeyi odağına alan bir anlayışa kavuşturmamız da zorunlu bir adım!

Tarih: 15.11.2020 Okunma: 456