Sosyal medya seçim kazandırabilir mi? Cambridge Analytica’ya göre evet!

YEŞİL GAZETE

YEŞİL GAZETE

Bilim kurgu filmlerinin klişelerindendir… Bir laboratuvarda çalışan bilim insanı sonunda bir “şey” keşfeder. Bu keşfettiği şey insanlığın kaderini değiştirebilecek öneme sahiptir. Bilim insanımız çalışma notlarını aldığı defterine buluşunu anlattıktan sonra bir not düşer: Bu kötü niyetli insanların eline geçerse insanlığı yok edebilecek bir buluş! Ve tabii ki hikayenin devamında bu buluş kötü niyetli insanların eline düşer.

Magazinel olarak gündemimize giren Cambridge Analytica ve Facebook arasındaki 50 milyon hesap haberi de aslında bu bilim kurgu filminin bir sahnesi. Evet sadece bir sahnesi ve önemli bir sahnesi de değil.

Klişemizden devam edelim. Bilim insanımızın ismi Michal Kosinski. Şu anda 36 yaşında. Sonra söylediği bir cümleyi biz başa alalım. Tüm yaşananlardan sonra Kosinski “Bu bombayı ben yapmadım. Ben sadece var olduğunu gösterdim.” diyor. Bomba dediği, yani üzerinde konuştuğumuz buluş ise internette herkesin arkasında bıraktığı izleri toplandığı ve böylece herkesin bir sanal izdüşümünün olduğu Büyük Veri’den (Big Data) psikometri yöntemi ile siyasi analizler yapma. Ve gerçekten de defterine o notu alıyor: Bir kişinin refahını, özgürlüğünü ya da yaşamını tehdit edebilir!


Michal Kosinski

Biraz karışık gibi göründüğünün farkındayım. Şöyle basitleştirmek mümkün: Bir kişi ile ilgili gördüğünüz her ayrıntıyı aklınızda tutabileceğinizi düşünün. Hatta görmediklerinizi de öğrendiğinizi düşünün. Bununla da yetinmeyip bu bilgileri analiz edebildiğinizi ve bu analizler etrafında bir gelecek rotası çizebildiğinizi düşünün. Büyüleyici değil mi? Peki bunu tüm Amerika Birleşik Devletleri nüfusu için yapabildiğinizi düşünün! İşte Kosinski’nin bulduğu yöntemi kullanan Cambridge Analytica bunu yapan bir şirket.

İşin Facebook kısmı ise bizim, tüm bireylerin, gönüllü olarak kendimizi anlatan bilgileri Facebook’a dökmemizden kaynaklanıyor. Şöyle ki; Facebook’ta beğendiğimiz sayfaları inceliyor bu yöntemi ile Kosinski ve şunu başarıyor: 10 Facebook “beğeni”si ile bir kişiyi ortalama iş arkadaşından daha iyi tanımayı başarıyor. 70 “beğeni”, bir kişinin arkadaşlarının bildiklerini aşmak için yeterliyken 150 “beğeni” ebeveynlerinin bildiklerini ve 300 “beğeni” ile ise eşlerinin bildiklerinden daha fazlasını biliyor. Daha fazla “beğeni” ile bir insanın kendisi hakkında bildiklerinin üstüne çıkabiliyor. Yani zaman içerisinde Facebook’a depoladığımız bilgileri kullanarak insanı kendinden daha iyi tanıyacak bir psikometri yöntemi geliştiriyor.

İşin bu kısmı biraz “bilimsel” kalabilir. Kosinski’den devam edelim: 2012 yılında Kosinski, bir kullanıcının 68 Facebook beğenisi ile ten rengini (yüzde 95 doğruluk payı ile), cinsel yönelimlerini (yüzde 88 doğruluk payı ile) ve Demokrat ya da Cumhuriyetçi Parti’yi desteklediğini (yüzde 85 doğruluk payı ile) kanıtlayabiliyor(muş). İşte işin burası artık hayatlarımıza daha net dokunuyor. Bir radyo programını beğenmeniz sizi bir yere konumlandırıyor. Bir gazeteyi beğenmeniz de başka bir yere. İkisini birden beğenmeniz ise bambaşka bir yere.

Burada tekrarlamakta fayda var. Son günlerde gündemimize düşen Facebook’ta 50 milyon kişinin bilgilerine ulaşıldığı kısmı işin tamamen magazin kısmı. Ortada inanılmaz bir bilimsel “gösteri” var. Trump’a seçim kazandıran, Brexit’i İngilizler’in seçimi haline getiren ve buna benzer onlarca örneğe konu olan.

Facebook’un önemi şu. Herkesin bilgilerini gönüllü şekilde verdiği bir platform. Ağ şeklinde oluştuğu için arkadaşlarınız ile paylaştığınızı düşündüğünüz bilgilerin de arkadaşınızın verdiği bir izin ile çok basit bir biçimde başkalarının eline geçebildiği bir platform. Cambridge Analytica’nın 2014 yılında denemek için Facebook’a yüklediği ve biraz reklamla tanıttığı bir kişilik testin elde ettiği rakamlar inanılmaz. Testi dolduran ilk 1000 kişinin farketmeden verdiği izinlerle şirketin bilgilerini elde ettiği profil sayısı 160.000! Çeşitli algoritmaların devreye girmesiyle ve bu testin hızla yayılmasıyla elde edilen bilgi havuzunu hayal edebilirsiniz. Tüm Amerikalıların sanal bir izdüşümü! Artık yapılması gereken tek tek profillenen bu 220 milyon kişiye uygun siyasi mesajların verilmesine çalışmaktan ibaret; ki Cambridge Analytica, siyaset, seçimler ve büyük veri ilişkisi de burada başlıyor.

Facebook şu anda neredeyse her bireye kadar özelleştirilmiş reklam vermeyi mümkün kılıyor. Tabii ki 220 milyon ayrı reklam bu günün teknolojisi ile dahi mümkün değil fakat insanlar da o kadar “özel” değil. Psikometri ile belli sınıflandırmalar yapılabiliyor. Özel sınıflandırmalar. Bir tarafta “Kadınlarımız” diyen bir siyasi anlayış, bir tarafta ise kendine güveni fazla olan ile olmayanı; Katolik ile ateist ayırabilen ve kendine güveni olan ateiste başka bir siyasi mesaj iletebilen, kendine güvenmeyen Katolik’e ayrı mesaj üretip, iletebilen bir sistem var. Hangisinin başarılı olduğunu tahmin etmek güç değil. Yine sadece oy verme olarak düşünmemek lazım bunu. Size oy vermesi mümkün olmayan insanların sandığa gitmemesini de sağladı bu sistem. Böylece ABD Seçimleri’nde kırsal bölgelerde oy kullananların sayısı arttı. Afro-Amerikan oyların sayısı düştü. Afro-Amerikan oyları Trump’a kazandırmak için uğraşmadılar. Oy verdirtmemeye uğraştılar ve başardılar.

Peki, bu durum Dünya’nın ve dolayısıyla bizim bir gerçekliğimiz ise bunu nasıl değerlendirmemiz gerekli? Öncelikle bu duruma yasadışı bir olguymuş gibi bakmamamız gerekiyor. Etik kısmı sorgulanmaya açık fakat yasadışı değil. Kimse kimsenin bilgilerini çalmıyor. Herkes elleriyle teslim ediyor bilgilerini. Hani Facebook’ta “Mezar taşınızda ne yazacak?” diye doldurduğunuz testler var ya… İşte o testlere ulaşmak için Facebook sayfanızı test sitesine bağladığınız anda bilgilerinizi vermiş oluyorsunuz. Kredi kartı ile yaptığınız alışverişler, çeşitli uygulamalardaki faaliyetleriniz ile birleşince de sanal kişiliğiniz ortaya çıkıyor. İsteyen bu kişiliğe şampuan satmaya çalışır; isteyen Trump’ı satmaya çalışır. Bu bir hile değil. Bu propagandanın bu çağda aldığı hal. Büyük veri yokmuş gibi ya da çeşitli analiz ve yönlenmelerle bu verinin içerisinden başarıyla çıkılamazmış gibi davranmanın bir anlamı yok. Siyasi propaganda da çağ değişiyor. Sosyal medya bu çağın, şu an için görünen, en temel aracı haline geliyor. Ve sosyal medyada herkes hem biricik hem de değil. Trump’ın seçim çalışmasında bir an var. Şirket elindeki verileri test etmek için bir gecede 175 bin farklı reklam veriyor Facebook’a. Aynı hedefe yönlenen 175 bin farklı mesaj! Bunu hangi klasik propaganda yönteminde becerebilirsiniz? Bakın 175 bin afiş asmak değil; 175 bin farklı afiş basıp, bunları 220 milyon kişiye aynı anda ulaştırmaktan gibi bir durum bu!

Sonuç olarak“Büyük Veri” dediğimiz teknolojik imkan, analiz yeteneği ile birleştiği andan itibaren artık, yine klişe bir deyimle, “Hiç bir şey aynı şekilde olamaz!” Dijital izdüşümümüz, gerçek hayattaki tüm seçimlerimizi etkilediği gibi oy verme tercihlerimizi de etkiliyor ve siyasi partiler ya 2019’da girecekleri seçime yıl 2019’muş gibi girecekler ve bir şansları olacak ya da yıl 1989’muş gibi girecekler ve kazanılan en büyük başarı 1989’da kazanılan olarak kalacak.

Bu yazı medium.com/ dan alınmıştır

 

Koray Doğan Urbarlı

Tarih: 23-03-2018 Okunma: 1125