Ekrana bakmak ve hayal kurmak arasında ters bir ilişki var

YEŞİL GAZETE

Masallar, masal anlatıcılığı son zamanlarda, özellikle de üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarında yoğun bir ilgi görüyor. Daha geçtiğimiz ay 2. Mardin Masalcılar Buluşması coşkusunu yaşadık, geçtiğimiz hafta SEİBA Uluslararası Hikaye Anlatıcılığı Merkezi kurucularından Nazlı Çevik Azazi, masal yolculuğuna başladığı Almanya’dan bir ödülle, Thüringen kentinde verilen Masal ve Efsane ödülünü alarak döndü ve bu ödülü almaya hak kazanan ilk Türkiyeli Hikaye Anlatıcısı oldu.

Sosyolog Sezai Ozan Zeybek ise masal çözümlemeleri ile başlayan yolculuğunun bugünlerdeki durağında karşımıza bir masal kitabı, “Kırmızının Mirası” ile çıktı. Kitabın ilk eskizleri anlamına gelecek yazısının da Yeşil Gazete’de yayınlanmasının mutluluğu ile kendisi ile kitabına dair keyifli bir söyleşi yaptık

***

Ekranlı dünyanın sorunları

Kırmızı’nın Mirası isimli masal kitabınız yakın zamanlarda NİTO yayıncılıktan çıktı. [NİTO’nun açılımı nineden toruna]. Kitap hakkında konuşmaya geçmeden evvel şunu sormak istiyorum: Bugün masal anlatıcılığı yeniden çok gündemde. Masal atölyeleri düzenleniyor, dersleri var, meşhur isimler-uzmanlar ortaya çıkıyor… Sizce bunun sebebi ne?

Sezai Ozan Zeybek: Çok kapsamlı bir soru bu. Şöyle başlayayım: Aslında masal anlatıcılığı eskiden de yaygındı. Masalların köklü bir geçmişi var.

Televizyonun, dizilerin olmadığı bir dünyada insanları buluşturan, hayalleri kışkırtan, alternatif bir dünyadan bahseden önemli araçlardan biriydi masallar. Ancak sanırım iki sebepten ötürü yakın zamanlarda daha az görünür hâle geldi. İlki, çocuk ve yetişkin edebiyatının ayrılması. Bu ayrımın sonucunda masallar çocuk kategorisine alındı, rütbe kaybetti. Oysa geçmişte dinleyici kitlesi çocuklarla sınırlı değildi. Örneğin Bin Bir Gece masallarında dram, ihanet, cinsellik ve hattâ ensest anlatılır. Bugün çok bilinen Avrupa masallarının ilk versiyonları fakirlik, çocuk ölümleri ve yoğun şiddet içerir. Yetişkinlere yöneliktir.

Bunun devamı sayılabilecek ikinci sebep ise, çocuk edebiyatı adı altında ıslah etmeye yönelik, ders veren, hijyenik bir üslûbun benimsenmesi oldu (İstisnalar elbette var). “Demek ki paylaşmak önemliymiş” diye biten, macera ve hayal yoksunu nasihat kitapları bunlar. Türkiye’de kitap satışının zaten az olması, çocuklara 7-8 liradan daha pahalı kitap alınmaması (nasılsa yırtacak), içeriğe kafa yormak için gerekli imkânların bulunmaması ve benzeri sebepler meydanı hikâyesiz/kuru kitaplara bıraktı. Bunların yarattığı boşluğu önce televizyon, sonra internet doldurdu diye düşünüyorum. Animasyon filmlerindeki macera dolu, fantastik dünyalar dururken çocuklar neden bu kitapları okusun?


Ama ekranlı dünyanın da başka sorunları var. Ekrana bakarak yaşamanın insanı âtıllaştıran bir bağımlılığa dönüştüğünü fark ediyor olmalıyız. Büyükler de bundan muaf değil. Otobüste, vapurda lüzumlu-lüzumsuz telefonumu karıştırıp duruyorum, Whatsapp’ten gelen (arkadaşlarım kızmasın) bir sürü mesaja maruz kalıyorum. Dikkatimi vererek kitap okuyamaz hâle geldim. Cep telefonuna, Facebook’a, gazetelere dönüp dönüp bakmaktan önümdeki işe odaklanamıyorum. Bilgisayar oyunlarını, hayattan gitmiş 30-40 saatlik dizileri geçtim; telefondan haber-yorum okusam dahi aklımda kalmadığını fark ettim. Zira olaylarla gerçek anlamda hemhâl olmuyorum, düşünmeye mesai harcamıyorum, çoğu durumda anlık bir tepki vermekten öteye geçemiyorum. Bilmiyorum, böyle hisseden başka insanlar da var mı? Su gibi üstümden akıp geçen, birikmeyen, birbirine bağlamak için çaba sarf etmediğim bölük pörçük bir dünyada o haberden bu skandala atlayıp duruyorum.

Soruya geri döneyim: Sanıyorum yakın zamanlardaki masala dönüşün sebebi (eğer böyle bir dönüş varsa hakikaten), çocuklarla başka türlü irtibat kurma isteğimiz olabilir. Yüz yüze bakarak, sarılarak, arada konuşarak, beraber hayal kurarak ve en önemlisi ekrana bakmadan… Ekrana bakmak ve hayal kurmak arasında sanıyorum ters bir ilişki var. Ekranda bitmiş bir mamûl var. Mekânlar, karakterler, mimikler hepsi önümüzde zaten. Işıklı, sesli, çok fonksiyonlu oyuncaklar gibi… Oysa bazen daha ilkel gözüken daha kışkırtıcı olabilir. Bir ağaç dalı, uzay gemisine dönüşebilir. Bir masal her çocuğun kafasında başka bir coğrafya yaratır, çağrışımlıdır, hayali teslim almaz.

Yeni teknolojiler tümden kötüdür demiyorum, yanlış anlaşılmasın. (Hayranı olduğum animasyon filmleri var.) Ama çoğu durumda biz bu teknolojileri oldukça pasif ve tüketim amaçlı kullanıyoruz. Kafa dağıtıyoruz, çocuk sakinleştiriyoruz, vakit öldürüyoruz. Sonunda da beğendim ve beğenmedim deyip geçiyoruz, malzemeyi hakkıyla işlemiyoruz. Oysa bu filmleri (illâ şartsa) en azından beraber izlemek, üstüne konuşmak, alternatif sonlar canlandırmak, yan karakterlerle empati kurmaya yönelik sohbet etmek hem bizi hem çocuğu birbirine yakınlaştıracak, sözlü iletişime imkân tanıyacaktır. Sözlü iletişim hâlâ çok kuvvetli bir araç. Çocukla yan yana geçirdiğimiz bu vakit boyunca sadece içeriği değil bedenlerimizin kokusunu, değişimini, ritimleri ve çizgileri de hissediyoruz. Temas ediyoruz. Benim için bunu masallarla yapmak daha kolay: Süre esnek, teknoloji gerekmiyor ve eğer mesele interaktif olmak ise ekrana-tıkla-tepki-al türü icatlardan çok daha interaktif.

Yani masala dönüşü olumlu buluyorsun…

Sezai Ozan Zeybek: Masal kitabım yeni çıktı. Belli ki cevabım evet. Fakat masala daha mesafeli bakmak da mümkün elbette. Bir kere bu son yükselişin sınıfsal bir yanı olabileceğini teslim etmek gerekir. Bir tür kültürel sermaye, yani kitap okuma alışkanlığı yahut masal anlatabilecek belagat istiyor. Çocukla televizyon dışında bir faaliyet yapma isteğinin kendisi bile, çocuğa verilen ihtimamı, zamanı, onu “geliştirme” arzusunu gösteriyor. Bunların sınıfsal bir boyutu olması muhtemel. Fakat yine de bu alanı terk etmek için yeter sebep değil hiçbiri. Bir kere masallar “zengin işi” olmak zorunda değil. Hattâ pek çok durumda daha masrafsız. Farklı toplumsal kesimler yüzyıllarca masal anlatmış, efsaneler üretmiş, türküler yakmış. Bugün benim baktığım yerden asıl mesele masala dönüş değil, hepimizi susturan ve uyuşturan kitle iletişim araçları (ve bizim bunları izleme usûlümüz).

Ama yine de bence akılda tutulması gereken, eleştiriye namzet bazı hususlar var: Mesele sadece çocuklara hitap edecek kitaplar yazmak olmamalı. Çocuklara yoğunlaşma hâlinin kendisinde bir arıza var. Masallar çok katmanlı olabilir. Büyüklerin de keyif alabileceği; içinde felsefe, edebiyat, tarih barındıran; ilham veren özgün işlere ihtiyacımız var. Bunu da dar bir çevrenin imtiyaz alanına çevirmeden yaygınlaştıracak yollar icat etmeliyiz. Parklarda masal köşeleri olamaz mı mesela?

Kırımızının Mirazı

Kırmızı’nın Mirası hem büyüklere hem küçüklere diyorsun yazının arka kapağında. Bu masal küçüklere ne anlatıyor? (Sonra büyüklere ne anlatıyor diye soracağım.)  

Sezai Ozan Zeybek: Masalları kurgularken bir mesajla değil, temel bir duygu ile başlıyorum. Kırmızı’nın Mirası’nın temel duygusu kavuşmak. Hayvanlarla insanların birbirini hâlâ anlayabildiği bir ada var. İlginç bir ada burası; timsahlar ot yiyor, tavuklar uçabiliyor. İnsanlar da çeşit çeşit, kimisi boylu, kimisi toplu. Bir felaket sonrasında adadan apar topar kaçmak zorunda kalan Kırmızı isimli bir kız, diyar diyar geziyor ve dostlarını aramaya başlıyor. Yolda karşısına kıyafet görmemiş çıplak insanlar, bir ayıyla başı belada olan arılar, birbirinin dilini unutmuş kavimler çıkıyor. Kırmızı yol boyunca hayvanlar ve insanlar arasında bağlar kuruyor, bugün bildiğimiz dünyayı şekillendiriyor. Ama hikâye burada bitmiyor… (Sonunu söylemiyorum.) Masalın yan temaları ise işbirliği, dayanışma, başka canlılarla kurduğumuz ortak hayatlar…

Peki büyükler?

Sezai Ozan Zeybek: Onlar için oturdum mu masaldan yola çıkan bir teorik okuma rehberi yazdım: “Hayvanlar konuşabilir mi” isminde. “Evet konuşabilir, aralarında anlaşıyorlar zaten, biz anlamıyoruz” deyip geçmiyorum. Hem farklar hem de benzerlikler üstüne düşünüyorum, dilbilimin sınırları içinde insan-hayvana dair tasnifleri sorgulamaya çalışıyorum. Hattâ bu esnada bir vejetaryen olarak vejetaryenliğin bazı varsayımlarını eleştiriyorum. Burada uzun uzun anlatmayayım şimdi o yazıyı. İsteyenler şu linkten okuyabilir:

Merak etsinler, sorsunlar, dilin inceliklerini öğrensinler

Masalı okurken aklıma takılan bir husus var. Bazı kelimeler ve tabirler eski Türkçe: mahdut, yârenlik etmek, hafıza-i beşer nisyan ile malûldür, takat, bîhaber… Bunlar bir çocuk kitabı için ağır değil mi? 

Sezai Ozan Zeybek: Bence çocukların bir kitabı ilk okuduklarında yüzde yüzünü anlamaları gerekmiyor. Merak edecekler, soracaklar, dilin inceliklerini böyle öğrenecekler. Okuyan yetişkin böyle yerlerde (en azından ilk okuyuşta) durup sorular sorabilir: “Yüreğin taş kadar ağır olması ne demek sizce? Sevinçli mi Kırmızı, yoksa üzgün mü?” Çocuklar masalın gidişinden çıkarım yapabiliyorlar, bağlamı ayırt edebiliyorlar, tahmin yürütmeyi seviyorlar. Maksat, en az kelimeyle konuşmak olmamalı zaten.

Şu âna kadar gelen tepkiler nasıl? 

Sezai Ozan Zeybek: Değer verdiğim bir hocam, “keşke ülkede başka bir iklim olsaydı da şu tarz işleri lâyıkıyla konuşabilseydik” dedi. Üzücü hakikaten, bütün bu yaşadıklarımızın hayatın pek çok alanını soluksuz bırakan bir tarafı var. Yine de genel olarak (satış rekorları kırmasa da) kitabı okuyanlar beğeniyor; çok güzel tepkiler alıyoruz. Kendimi bir anda anaokullarına gidip 3-4 yaşında çocuklara masal anlatırken buldum, benim için de bambaşka bir deneyim oldu.

Süre/kelime sınırına geliyoruz. Son olarak ne eklemek istersin?

Sezai Ozan Zeybek: İçinde çok emek var hakikaten bu kitabın. Esra Uygun çizimleriyle o kadar harika bir dünya yaratmış ki… Editörümüz Nurten Ceceli Alkan ise bizi buluşturan, başından itibaren teşvik eden kişiydi; o olmasa böyle bir kitap olmayacaktı. Onlara yeniden teşekkür etmek istiyorum buradan. Bir de kitabın iç kapağında anlattığım sebeplerden ötürü minik ev ahalisine, Azade ve Aziz’e…

Nasıl ulaşılabilir bu kitaba? Kitapçılarda var mı?

Sezai Ozan Zeybek: Büyük kitapçılarda yok; fakat şuradan alabilirsiniz:

Ücretsiz olarak Yeşil Gazete üzerinden, hatta şu linkten okumak da mümkün:

Ama o zaman Esra Uygun’un çizimlerini; yani masala verilen emeğin en az yarısını görememiş olursunuz.

 

Röportaj: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

Tarih: 12-12-2017 Okunma: 779