Bu sütunda daha önce bir yazısına yer verdiğimiz Hüseyin Deniz'e ait çok anlamlı bir yazıyı daha bilgilerinize sunuyoruz.
BAŞARININ FORMÜLÜ: 3Z
Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda
bir gün ilçe kaymakamı dersime geldi. Dersimi dinleyip çocuklarla sohbete
başladı. Çocuklardan birisi nasıl kaymakam olduğunu sordu. Kaymakam bey de
“Çalıştım, oldum” gibi pek klasik bir cevap verdi. O çıkıp gittikten sonra
çocuklar heyecan içinde konuşmalarını sürdürdüler. Öğrencilerimden birisi
(adını hâlâ hatırlıyorum: Melahat ORAL) yanıma yaklaşarak, “Hocam, dedi,
Kaymakam bey bilemedi. Bunun formülü var: Zarafet, Ziyafet, Ziyaret.”
Bizde başarı ve huzur ile (yani
kişisel gelişim ile) ilgili kitapların çoğu Amerikalılardan tercüme, ya da
çalma çırpmadır. Yahut da eskiden bu yana dinsel telkinlerin çizgisindedir.
Yani “Dünyayı ve ahireti kazanmak için dini iyi yaşa!” düşüncesi telkin edilir.
Bu düşünce öyle bir şey ki sadece kitap ve gazetelerde değil, sanal ortamda da
siteler, yazılar ve öteki görsel ürünlerle insanlarımızın kafalarına sokulmaya
çalışılıyor.
Hâlbuki halk kültüründe de başarının
ve huzurun şifresi niteliğinde bilgiler vardır. Bunlar çoğunlukla atasözü gibi
özlü sözlerde kendini gösterir. Ve en doğru sözler bile halk kültüründeki
derinliği asla taşımaz. Ancak bu sözleri açıklamak, o derinliğe vakıf olmakla
mümkündür. Bu ise her faniye nasip olan bir nimet değildir. Değildir, çünkü
bazı etnologlar olaylara siyasi bir gözlükle bakar, bazıları ise din ve mezhep
açısından yaklaşır. Bu ise görüntüyü çarpıtır ve aslından uzaklaştırır.
Başarınız, karşılaştığınız kişi ya
da kişilerin sizin hakkınızda vereceği hükümlere bağlıdır. Bu hükümler
çoğunlukla ilk görüşte ya da birkaç konuşma sonunda verilir ve ondan sonra çok
zor değişir. Kişilerin sizin hakkınızda vereceği “adam gibi adam” ya da “insan
evladı” hükümleri sizin için çok güzel bir referans olabilir. Eğer sizin için
“çekiver kuyruğunu” ya da “ciğeri beş para etmez” hükmü verilmişse bunu
bozmak için ağzınızla kuş tutsanız nafile.
Hepimiz başarmak için çalışıyorsak
bu formülü iyi öğrenmek zorundayız. Geleneksel toplum yapısında bu formül her
zaman her yerde bireyin kafasına kazınırdı. Ama günümüzde birey her taraftan
telkin bombardımanına tutulmakta, böylece kafası karışmaktadır.
Gelin bu formülü bir analiz edelim:
Buradaki kavramlar halk arasında yüzyıllardır işlenmiş, ulusal kültüre mal
olmuş kavramlardır. Halk kültürüne vakıf olmayanlar bu sözcükleri basit ve çiğ
anlamıyla kavrayıp ilgiye layık görmezler.
1-ZARAFET: Başarı ve huzur için beşeri
ilişkilerde zarif davranmak gerekir. Zarafetin Türkçesi “incelik”tir.
Kibarlıktır. Yani konuşmada, düşüncede ve davranışta damıtılmış bir kültüre
sahip olmaktır. Bunları da ayrıntılı olarak ele almak istiyoruz. Çünkü bu
kavramlar da yanlış anlaşılmaya elverişlidir. Bu konuyu dört alt başlıkta ele
almak istiyorum:
A. GİYİMDE ZARAFET: Son zamanlarda giyim kuşamda bir
tarz yoksa da gelenekte insanlar yaşı, mevkii, maddi durumu ile uyumlu bir
görünüm sergilerler.
a- Kılık: Kılık, insan üzerinde giyim ve
aksesuar dışında kalan şeylere kılık denir. Saçlar, kaşlar, gözler, bıyık ve
sakal, el ayak ve tırnak bakımı, diş sağlığı gibi insanın ilk bakışta
gözleyebildiği bedensel şeyler “kılık” olarak adlandırılır. İnsanlarımız kadın
olsun erkek olsun doğal görünümünden pek memnun değil. Bu yüzden saçını
boyatıyor, ek yaptırıyor, değişik biçimler veriyor. Tırnaklarını upuzun
uzatıyor ve uçuk renklere boyuyor. Dövme yaptırıyor.gözlerine rimel ve far,
yanağına renkli sıvılar sürüyor. Kılıkta temizlik ve doğallık esastır.
b- Giysi: Giyim sanayi çok gelişti. Moda,
insanların en çok para harcadığı bir sektör. Buna rağmen parasıyla kokot veya
rüküş olan birçok insan var. Bazılarının ayakkabı, bazılarının deri bazılarının
şapka takıntısı olabiliyor. İnsanların kılık kıyafetleri ile karşılanıp bilgi
ve görgüleriyle uğurlandığını bilmeyen yoktur. Buna rağmen varlığını giysiye
harcayan pek çok insan vardır. Giyside de temizlik ve doğallık esastır. Giyimde
doğal olan ev, sokak ve tören giysilerini imkânlar ölçüsünde farklı olmasıdır.
Bu farka dikkat eder ve yerli yerince, yaşımıza uygun giyinirsek “zarif
giyinmiş” oluruz.
c- Aksesuar: Yüzük, küpe, kolye, bileklik, halhal,
piercing, çanta, anahtarlık, cep telefonu gibi insanların kılık ve kıyafetini
tamamladığı düşünülen ürünlerin tümüne aksesuar diyoruz. Bunların yaşla, maddi
durumla ve birikimle orantılı olması gerekir. Her türlü aksesuarın gösterişten
uzak olması esastır. 500 lira aylıkla çalışıp bin liralık telefon kullanırsanız
saygın değil gülünç olursunuz. Aksesuar da düşkünlük ve takıntı yapabilen bir
alışkanlıktır. İnsan her zaman farkında olmadan aşırıya kaçabilir.
d- Yaşam mekanı: İlişkilerde iş yapılan ve yaşanan
mekanlar da önemli bir yer tutar. Akıllı bir insan yaşadığı mekanı, iş yaptığı
yeri, bulunduğu çevreyi temiz ve düzenli tutmayan kişinin kişilik bakımından
çarpık olduğunu bilir. Her ne kadar bazı sanatkar ve bilim adamları zarafetle
ilgili sözünü ettiğimiz kurallara uymasalar da uyanların çok daha kaliteli
işler çıkardıklarını hepimiz biliriz.
B. KONUŞMADA ZARAFET: Yerel ağızla konuşmak, kaba ve argo
sözler kullanmak, küfür etmek, karşımızdaki kişiye lakap takmak ya da adı ile
seslenmek yerine amca, teyze gibi sözler söylemek konuşma yanlışlarıdır. Hele
çok samimi olmadığınız ortamda belden aşağı espriler yapmak ve fıkralar
anlatmak sizin itibarınızı beş paralık ediverir. Yüksek sesle konuşmak, aşırı
el kol hareketleri yapmak konuşmanın adabına aykırıdır. Bunlardan
kaçınmak gerekir. Çok konuşmak, bilgiçlik taslamak, konuşanı dikkatle
dinlememek de konuşmayı sevimsiz hale getiren davranışlardandır.
Kaçınılmalıdır.
İyi konuşma görüştüğümüz insanları
germeyen, kırmayan, aksine keyiflendiren konuşmadır. Şoför edebiyatındaki “Taş
taşırım, laf taşımam” sözünü ben “Taş taşımaktan yorulmam, ama laf kaldıramam”
anlamında düşünüyorum.
Atalar “Kelamın kibarı, kibarın
kelamıdır” der. “Kibar” sözcüğü burada “sağlıklı ilişkiler kurabilen dengeli
kişiler” olarak anlaşılmalıdır.
Ben insanlar üzerinde bağırıp
çağırmadan çok fısıltı ile söylenenlerin etkili olduğunu düşünüyorum.
C. DÜŞÜNCEDE ZARAFET: Bilgili insanlar her yerde ve her
zaman ilgi görmüştür. Ancak bu bilgileri uluorta saçmak, istenmediği,
sorulmadığı halde söylemek pek doğru bir davranış değildir. Hele hele siyasi
konularda, dini ve felsefi konularda karşımızdakini bayacak düşünceleri dile
getirmek onu bizden uzaklaştırır. Uçuk düşüncelerimiz olabilir. Bunları dile
getirmekte yarar olduğunu da düşünebiliriz. Ancak bunları her ortamda dile
getirmek, döndüre döndüre söylemek bizi sevimsiz yapar.
Bazı kişiler kötümserdir. Herkesin
kötümser olmasını isterler. İyi bir şey söylediğiniz zaman size düşman olurlar.
Onları çok dinlerseniz ruhunuzu çürütürler. İnsanlara ümit vermek, iyimser
olmak gerekir.
Taassubun iyisi olmaz.
Düşüncelerinizin insanlar üzerinde etkili olmasını istiyorsanız fanatik değil,
ılımlı olmanız gerekir.
D.DAVRANIŞTA ZARAFET: Size birisi selam verirse selamını
alıp işinize devam etmek yerine yüzünüzü ona döndürüp doğrulmak ve mümkünse
gözlerini içine bakarak selamını almak gerekir. Size uzatılan eli geri
çevirmemeli hararetle sıkmalısınız. Kişi size bir şey sorarsa bildiğiniz kadar
kısaca cevap vermek, oturup bir soluklanmak istiyorsa yer gösterip ikramda
bulunmak lazımdır. Rahatça yayılmış durumdaysanız toparlanmak şarttır. Kişi
yanınızda oturursa ve başka işleriniz varsa izin almak gerekir. İyi okullarda
beşeri ilişkiler öğrencilere sadece öğretilmekle kalmaz birer davranış biçimi
haline getirilmesi de beklenir. Zaten eğitim de tepeden tırnağa “kibar
davranış” demektir
Yellenmek, geğirmek, diş bizlemek,
sümkürmek ve tükürmek gibi davranışlar ayıptır ve sizin kabalığınıza verilir.
2- ZİYAFET: Ziyafet deyince aklımıza etliden
sütlüden, tuzludan tatlıdan bir sofra donatmak geliyor. Bu anlayışla herkese
ziyafet vermek insanı maddi yönden bitirir. Hâlbuki kişi elinde bulunanları
paylaşmaktan yoksul düşmez. Ziyafetten kasıt da budur bence: Cömert olmak.
Elinizdeki iki çekirdekten birini yakınınızdakine verebiliyorsanız, bir tek
simidi bölüşebiliyorsanız sizden zengin kimse yoktur. Bir düşünür,
“Verebildiğiniz ölçüde zenginsiniz” derken atalarımız da “Varını veren utanmaz”
demişlerdir.
Geleneksel anlatılarımızda “Kim
Hızır kim hınzır belli olmaz” ya da “Her karşına çıkanı Hızır belle!” denir.
Hızır çoğu zaman insanların karşısına kambur, çelimsiz bir kişi olarak çıkar.
İşte bunun için Nasrettin Hocamızın meşhur hikâyesinde olduğu gibi kürklüye
börklüye değil, her insana karşı cömert ve âlicenap olmalıyız.
Gene insanımız, “Bereket yenilen
içilen yerde olur” diyerek elindeki varlığı cömertçe paylaşmayı telkin eder.
Dini bir kavram olan bereket ve buna dayalı olarak anlatılan Halil İbrahim
söylencesi hep “elinde olanı paylaşmak” hatta “elinde olanı sonuna kadar
vermek” üzerine kurulmuştur. Dinimizde sadaka binerce kötülüğü def eder. Tabi
onu vermenin de yolu yordamı vardır. Sadaka etmek de bir başka paylaşma biçimi
değil midir?
3- ZİYARET:
Dostlukların devamında en etkili şey karşılıklı ziyaretlerdir. Ne kadar samimi
olursa olsun aranıp sorulmayan, selam verilmeyen dostlar bir müddet sonra
sizden soğur. Halk tabiriyle “Gözden ırak olan gönülden re ırak olur.”
Komşuluk, takım arkadaşlığı, asker veya okul arkadaşlığı, iş arkadaşlığı,
dostluk temellerinin atıldığı yerlerdir. Ama mahkeme kadıya mülk değildir.
İnsan başka mahalleye ya da kente taşınabilir, başka işe girebilir, okul ya da
askerlik biter. Bu dönemde kurulan dostlukları sürdürmenin en kestirme yolu,
ayrıldıktan sonra da ziyaretlerin devam ettirilmesidir. Eskiler bir fincan
kahvenin kırk yıl hatırını saymışlardır. Aynı sofraya oturup aynı karavanaya
kaşık sallamayı kader birliği için yeterli sebep saymışlardır. Dahası “Dostluk
pazara kadar değil, mezara kadardır” demişlerdir.
Yükselmek için günümüzde bile
yetenek ve bilgi tek güç değildir. Muhakkak bir yerlerde sizi tanıyan ve size
bütün varlığıyla kefil olan dostlarınız (dayınız) olmalıdır. Gelenekte
insanımız bir hastanede kapıcının başhekimden daha çok iş yaptığını bilir bu
yüzden hiçbir dostu küçümsememekte yarar vardır.
Dostluğu kurmak kolay, sürdürmek
zordur. Sürdürmenin tek yolu ilişkiyi koparmamaktır. Eskiden ilişki kurmak zor
olmasına rağmen insanlar birbirlerine mektup yazarak, selam göndererek
dostluklarını başarmışlardır. Günümüzde ise dostlarımızı hatırlamamız için bir
sürü gün var. Engelli dostlarınız için engelliler günü, hekim dostlarımız için
Tıp Bayramı, öğretmenler ve polisler günü vs. vs. Onlara ulaşmak daha da kolay.
İnternet ortamı, telefonlar ya da özel arabalar öncelikle dostlukları sürdürmek
için yapılmış icatlardır. En iyisi arada sırada yolunuzu değiştirip
arkadaşınızın evinin ya da işyerinin önünden geçen bir yol izleseniz pek bir
şey kaybetmezsiniz; aksine dostluğunuza bir düğüm daha atmış olursunuz.
Biliyorum evdeki ve işyerlerindeki
ziyaretlerin tadı kaçtı. Telefonlar ve televizyonlar, internet dostlar
arasındaki iletişimi dinamitliyor. Ama kısa uğramalarla da olsa aranızın
soğumasına, dostluklarınızın bitmesine izin vermeyin.
Aradan çok zaman geçti. Belki
bazılarınız başarmak ile ilgili Amerikan formüllerin bel bağlıyorsunuz,
bazılarınız okullarda size verilen dersleri ezberlemeye çalışıyorsunuz. Ama
yolu insandan geçmeyen hiçbir başarı kalıcı ve mutluluk verici değildir.
Başkalarının omuzlarına basarak da yükselmeniz mümkündür. Hatta zirveye bile
çıkabilirsiniz. Ama oradan aşağıya öyle bir düşersiniz ki sadece malınızı ve
mevkiinizi değil itibarınızı da yitirmiş olursunuz. Ama insanlarla birlikte
yükseliyorsanız ve başarınızın getirilerini insanlarla paylaşıyorsanız tek
başınıza en büyük servet sayılırsınız.
SONSÖZ: İNSAN VARSA, BAŞKA BİR ŞEYE
İHTİYAÇ YOKTUR.
|